Prof. Dr. Yaşar HACISALİHOĞLU – 13 Ocak 2025
Doğu Akdeniz’in enerji jeopolitiğine yıllardır göz koyanlar, kirli ajandalarıyla hedeflediklerini yitirmemek için yeni şer hamleler peşindeler.
17 Aralık 2010 tarihinde bedenini ateşe veren Tunuslu 26 yaşındaki seyyar satıcı Muhammed Buazizi’nin ateşlediği isyan, medeniyet coğrafyasının zengin topraklarının baskıcı, totaliter, kukla rejimlerin altında fakirliğe mahkum edilmiş mazlum halkların isyanıydı. “Yeter artık zengin toprakların fakir çocukları olarak yaşamak istemiyoruz”un isyanıydı. Kukla rejimler, sömürgeci emperyalizmin desteğiyle korunup kollanarak bu isyan bastırılmaya çalışıldı. Bastırılamayınca da Mısır’da olduğu gibi darbeyle önü kesildi. Amaç belliydi; son dönemde bilhassa Doğu Akdeniz’in yeni enerjisi jeopolitiğini kendi çıkarları için kullanmak isteyen sömürgeci emperyalizm her türlü önlemi alarak halkların iktidarını engellemeyi amaç edindi.
İsrail’in Gazze soykırımı da Doğu Akdeniz’de dayatılan yeni sömürge jeopolitiğinin bir başka boyutuydu. Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi de (GKRY) bu şer hedefin bir başka unsuruydu.
Libya’da da aynı şer hedef sonuçlansın isteniyordu. Ancak bu şer hedefin tek engeli Türkiye ve onu umut olarak gören bölgenin mazlum halklarıydı. Türkiye’yi Antalya Körfezi ne hapsedebilmek, Libya-Mısır-İsrail- GKRY-Yunanistan eksenini bölgeye dayatılmak istenen sömürge jeopolitiğinin ana çıkar omurgası haline getirebilmek ve böylece mazlum halkların iktidar umudunu yok edebilmek için yıllardır sömürgeci emperyalizm çaba içindeydi. Bu şer çaba bugün için henüz sonuç alabilmiş değil.
Türkiye’nin Libya hükümetiyle yaptığı Münhasır Ekonomik Bölge(MEB) anlaşmasıyla iki ülke Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanlarındaki zengin kaynaklarına sahip çıkmasıyla ve iki ülke arasında imzalanan askeri- güvenlik anlaşmasıyla sömürgeci emperyalizmin bölgeye dayatmak istediği eksenin Libya ayağı çökmüş oldu. Libya’da meşru hükümeti devirmek için sahaya sürdükleri darbeci Hafter eliyle de sonuç alamadı.
Yunanistan’ı Rodos-Girit adaları ekseninden Doğu Akdeniz’e eklemleme çabası da arzu ettikleri hedefe ulaşamadı. Türkiye’nin kararlılığı, coğrafi gerçeklerin ve uluslararası hukukun hiçe sayılmasına imkan vermedi. Kıbrıs adasını Doğu Akdeniz’de dayatılmak istenen yeni sömürge jeopolitiğinin stratejik üssü haline getirme çabasın da aksamalar yaşandı. Yine Türkiye’nin kararlılığı bu noktada da sömürgeci emperyalizmin önünde en temel engeldi.
Gazze işgaliyle, soykırımıyla Filistin’i büsbütün haritadan silmek ve böylece bir yandan Doğu Akdeniz’den Akabe Körfezine kanal, karadan da Suriye’yi bölen Davut koridorunu açarak İsrail’i bölgenin en güçlü ana karakolu, garnizonu haline getirmek için en insanlık dışı çaba sergilendi. Bu insanlık dışı çaba da istedikleri kıvamda, sürede ve kapsamda yeterince ve nihai sonuç alabilmiş değil. Ancak vazgeçmiş de değiller. Suriye devrimi bu noktada planlarını bozmuş durumda. Devrime yönelik ilk tepkileri İsrail eliyle Esad rejiminin istihbarat gibi stratejik binalarını ve askeri tesislerini bombalayarak verdiler. Şimdi de Suriye’deki PKK-YPG varlığını korumak için çaba içindeler. Roma’da Türkiye’siz toplanarak Suriye devrimini halkın elinden nasıl çalabileceklerinin hesabını da yapmaya başladılar.
Suriye ile Türkiye’nin yapacağı hamlelere karşı önlemler alabilmenin telaşındalar. Siyasi, toplumsal ve toprak bütünlüğünü sağlayan güçlü bir halk iktidarının oluşmaması için kirli hamleler peşindeler.
Katar-Suriye doğal gaz hattının devreye girmesi, Irak-Türkiye kalkınma yolu projesinin jeopolitiğinin Suriye’yi de kapsaması, Suriye’nin bilinen hidrokarbon kaynaklarının güçlü bir şekilde yaşam bulması, yeni hidrokarbon kaynaklarının keşfedilmesi ve tüm bunların yanı sıra Türkiye ile Doğu Akdeniz’de tıpkı Libya ile yapıldığı gibi MEB anlaşması yapılması Türkiye-Suriye birlikteliğinin önemli başlıklarıdır. Bu başlıkların hayata geçmemesi için sömürgeci emperyalizm ve siyonist uzantıları her türlü şer planı tezgahlayacakları da aşikardır.
Son günlerde Türkiye’ye gelen Lübnan Başbakanı Necip Mikati’nin; “ Önce Allah’a sonra Türkiye’ye güveneceğimizi öğrendik” sözleriyle yine geçtiğimiz günlerde Türkiye ‘ye gelen Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen Safedi’nin;” Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden her durum, bölgenin güvenliğini de tehdit eder” ifadeleri aslında yaşadıkları zorlukların zemininde halklarının yüreğinden süzülen samimi duygularının dışa vurumudur.
Suriye Devriminin lideri Ahmet Şara’nın Cumhurbaşkanı Erdoğan için; “Esad Erdoğan’ın çağrısına olumlu cevap verecek diye çok korktuk. Ancak öyle bile olsa Erdoğan’ın sözünün üstüne söz söylemez. O’nu kırmazdık” sözleri de hatırlanınca sömürgeci emperyalizmin Suriye için yeni şer ajandasında yeni şer hamleler eksilmeyecektir.
Ama şurası da kesindir ki, emperyalizme direnen kazanır…