Bercan TUTAR – 15 Kasım 2024
Trump, Biden’ın Ortadoğu’ya yönelik ‘soykırım ve bölgesel savaş’ stratejisini daha da derinleştirecek…
Başlıktaki ifade Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yaygın kullanan bir deyim. ‘Dims’ pekmez demek… Yani ha Kürtçe ha Türkçe söylenmiş, fark etmez. Pekmez pekmezdir. Şekil, form ve aktörlerden ziyade bir olay veya olgunun asıl mahiyetine bakmak gerektiğini, özü değişmedikçe değişen aktörlere ve isimlendirmelere itibar edilmemesini salık veriyor.
Bu bağlamda Amerikan emperyal siyaseti her açıdan bir “Dims u pekmez fark etmez” ifadesindeki grand stratejiye dayanır. Gerçekten de ister Demokratlar gelsin isterse Cumhuriyetçiler gelsin fark etmiyor. Bu açıdan bakıldığında Donald Trump’ın seçim zaferinden bu yana birçok gözlemcinin de işaret ettiği gibi ABD’nin Filistin ve Ortadoğu’ya yönelik soykırım ve sömürgeye endeksli politikası daha da kötüleşecek.
Bunun en somut kanıtları ise Trump’ın oluşturduğu İsrail yanlısı kabine. ABD’de başkanlar değişse de İsrail’in Filistin’e yönelik sömürgeci ve soykırımcı politikaları değişmiyor. Hatta Siyonist rejimin bu sömürgeci stratejisinin ABD tarafından Biden yönetimi döneminde bölgesel savaşa dönüştürülmek istendiğini gördük, görüyoruz.
Unutmayalım ki Siyonist işgalci strateji, ABD’nin Ortadoğu’da devreye soktuğu emperyalist siyasetin gerçek yüzü ve temsilcisidir. ABD dış politikasına daha yakından bakıldığında Filistin halkı ve bölge için temelde hiçbir şeyin değişmeyeceği ortaya çıkıyor. Bunun nedeni, Joe Biden yönetiminin Trump’ın ilk dönemindeki (2016-2020) politikalarını büyük değişiklikler yapmadan devam ettirmesidir. Sürprizler ve beklenmeyen gelişmeler olsa da ikinci Trump yönetimi de aynı yönde devam edecektir.
Çünkü ABD’nin yeni Ortadoğu siyasetinin üç ana emperyal unsuru var. Birincisi, Filistin’in 1967 sınırları içinde ve başkenti Doğu Kudüs olmak üzere tam bir özyönetim ve egemenliğe sahip olacağı “iki devletli çözümü” artık savunmamak.
Trump ilk döneminde, ABD büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıyarak, İsrail’in Filistin topraklarını ilhakını kabul ederek, yasadışı yerleşim birimlerinin genişlemesini teşvik ederek her açıdan “Filistin varlığı”nı yok sayarak bunu açıkça ortaya koydu. Trump yönetiminin Filistinlilere önerdiği şey, onların siyasi haklarından ve kendi kaderlerini tayin etme isteklerinden vazgeçmeleri karşılığında bir miktar ekonomik destekti. Biden yönetimi retorik olarak “iki devletli çözümü” desteklerken, bunun gerçekleşmesi için hiçbir şey yapmadı. Biden da Trump yönetiminin belirlediği bu politikayı aynen sürdürdü.
Örneğin Biden, Kudüs’teki ABD büyükelçiliğini kapatmadı ve yerleşim genişlemesini durdurmak veya İsrail’in işgal altındaki Batı Şeria’nın büyük bölümlerini ilhak etme çabalarını geri püskürtmek için hiçbir şey yapmadı. Ayrıca Biden yönetimi, gelecekte kurulacak herhangi bir Filistin devletinin tam anlamıyla kendi kaderini tayin etme fikrine de açıkça karşı çıktı.
Bugün 15 Kasım. Yani Filistin devletinin ilan edildiği tarih. Bugün, 15 Kasım 1988’de ilan edilen Filistin devletinin 36. yıl dönümü. Birçok ülke kutlama mesajları yayımlıyor. Fakat realitede böyle bir devlete fırsat verilmiyor. Çünkü Biden yönetimi Filistin devletinin ancak “taraflar arasında doğrudan müzakereler yoluyla” gelebileceği görüşünü savundu. İsrail ise politik ve hukuki olarak asla bir Filistin devletini kabul etmeyeceğini ilan ettiği için Biden yönetiminin tutumu aslında Filistin’in kendi kaderini tayin hakkını ve egemenliğini reddetmek anlamına geliyor.
Trump-Biden dış politikasının ikinci unsuru, İbrahim Anlaşmaları aracılığıyla Arapların İsrail ile normalleşmesinin ilerletilmesiydi. İlk Trump yönetimi bu yolu İsrail ile Fas, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn arasındaki normalleşme anlaşmalarıyla başlattı. Biden yönetimi bu yolu kararlılıkla takip etti ve İsrail ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkileri normalleştirmek için önemli çaba sarf etti. Hamas’ın 7 Ekim 2023’teki Aksa Tufanı taarruzu olmasaydı bu normalleşme anlaşması şimdiye kadar çoktan başarılmıştı.
İbrahim Anlaşmaları’nın esas hedefi, Arap devletlerinin İsrail’in tarihi Filistin üzerindeki tam egemenliğini tanıması, Filistin halkı için tazminat ve adalet taleplerine son vermesidir. Filistinlilerin geri dönüş hakkı reddedilecek ve Filistinli mültecilerin mülteci statüsü de ortadan kaldırılacaktı. Ayrıca, tarihi Filistin’in yüzde 5 ila yüzde 8’i üzerinde yaratılan ve kendi kaderini tayin hakkı olmayan bir Filistin varlığına Arap meşruiyeti ve tanınması sağlanacaktı.
Trump-Biden politikasının üçüncü unsuru İran’ın kontrol altına alınarak Türkiye başta olmak üzere Rusya ve Çin’e karşı Ortadoğu’daki hegemonyanın daha da sağlamlaştırılmasına dayanıyor. Trump yönetimi, İran nükleer programına sınırlamalar karşılığında yaptırımların hafifletilmesini sağlayan Ortak Kapsamlı Eylem Planı’nı (JCPOA) 2017’de iptal etti. Ayrıca İran’a daha sert yaptırımlar uyguladı ve ülkeyi politik ve ekonomik olarak izole etmeye çalıştı. Biden yönetimi JCPOA’yı geri getirmeyerek İran’a karşı aynı yaptırım rejimini sürdürdü.
Biden yönetimi, ABD’nin çıkarlarını güvence altına almak ve İran’ı izole etmek amacıyla İsrail ile Arap ülkeleri arasında bölgede yeni bir ekonomik ve güvenlik düzenlemesi kurulması yönündeki ‘Küre İttifakı’ denilen Trump’ın vizyonunu desteklemeye devam etti.
Eğer Suudi Arabistan, Mısır ve ABD arasında imzalanan Küre ittifakı başarılı olsaydı o zaman ABD’nin askeri güç yansıtma kabiliyeti artacak, kritik enerji kaynaklarına ve ticaret yollarına erişimi güvence altına alınacaktı. Böylece ABD emperyalizmine karşı direniş zayıflatılacaktı. ABD yalnızca İran’a değil başta Türkiye ve Rusya olmak üzere aynı zamanda Çin ve diğer rakiplerine karşı bölgedeki hegemonyasını daha da perçinleyecekti.
Bu nedenle özünde, Biden yönetimi retorik iddialarına ve insan haklarına olan sözde bağlılığına rağmen Trump’dan farklı bir şey yapmadı. Her iki yönetim de son sekiz yıldır Filistin’in kendi kaderini tayin etme ve tam egemenlik mücadelesini yok etmeyi hedefledi. Amaçları, İsrail’in ABD emperyal çıkarlarını savunmada daha da belirgin bir ekonomik ve askeri rol oynadığı yeni bir Ortadoğu yaratmaya çalışmaktı. Biden yönetimi daha da ileri giderek İsrail’in Filistinlilere yönelik yavaş soykırımını hızlandırılmış bir soykırıma dönüştürmesine dahi izin verdi.
Fakat siyasi ömrü tükendi Biden’ın. Şimdi gözler yeniden ikinci kez iktidara gelen Donald Trump’ta. Seçim kampanyası sırasında yaptığı açıklamalar ve kendisini çevreleyen danışmanlar, bağışçılar ve destekçiler göz önüne alındığında Trump’ın ikinci yönetiminin asıl hedefinin “Filistin Sorunu”nu tamamen ortadan kaldırmak olacağı görülüyor. Bu amaç için her tür stratejiyi devam ettireceği aşikâr.
İkinci Trump döneminde, İsrail’in Batı Şeria’nın büyük bölümünü resmen ilhak etmesine, Gazze Şeridi’nin bazı bölgelerinin İsrail tarafından kalıcı olarak sömürgeleştirilmesine, “barış, güvenlik ve refah” bahanesiyle Filistinli kitlelerin sınır dışı edilmesine ve İsrail’in bölgeye ekonomik ve güvenlik entegrasyonunun ilerletilmesine yönelik daha fazla koşulsuz destek verildiğini göreceğiz.
Zira ABD yönetimi, Siyonist İsrail’e Filistin’i verirken karşılığında da bölgede Türkiye, Rusya, İran ve Çin’i zayıflatıp Arap ülkeleri üzerinde tam bir hegemonya kurmak istiyor. Fakat bunu yapması artık çok zor. Çünkü emperyal saldırılar arttıkça direniş de şiddetleniyor, şiddetlenecektir.
Bunun nihai anlamı, Siyonist-Evanjelik saldırıların dünyayı ve bölgemizi büyük savaşlara sürükleme riskinin daha da artmasıdır. Türkiye bunu görüyor ve buna göre hazırlık yapıyor.