Haydar AS – 26 Ekim 2024
Yazının anlaşılması bakımından önceki yazımı okumanızı tavsiye ediyorum.
Devlet bey, ne oldu da böyle bir açıklama yapmak zorunda kaldı dersek, bölgede olup bitenleri ve olacak olanları öngöremiyoruz demektir.
Bugün bütün dünyanın hiçbir şey yapmayıp seyrettiği yayılmacı politikayı uygulamaya geçiren siyonist dünyanın oluşturduğu tehdit adım adım burnumuzun dibine kadar gelmiştir.
Gazze, Lübnan derken yarın Şam sonra Hatay, Kilis, Antep, Urfa’nın olmayacağının garantisini kim verebilir.
İsrail bize saldıramazmış! O riski göze alamazmış!
İyi de doğrudan İsrail’in saldıracağını kim söylüyor!
Önceki yazımı bitirirken olası bir vekâlet savaşından bahsetmiştim.
Siz, yanı başımızda bulunan terör örgütlerinin her türlü silah ve mühimmatla donatılmasını oyun mu sanıyorsunuz!
Öyle bir bahane uydururlar ki, şeytanın bile aklına gelmez!
Önceki gün Ankara’da meydana gelen terör saldırısının, Rusya’da gerçekleştirilen BRICS zirvesiyle hiçbir alakası olmadığını mı düşünüyorsunuz?
Müslüman bir ülke olduğumuz için bizi kendi birliklerine almayıp oyalayan Avrupa ile Amerika yavaş yavaş güç kaybeden hegemonyalarına rağmen bölgede bizim yararımıza olan gelişmelere seyirci kalacaklarını mı sanıyorsunuz?
O zaman bizlerin de, bizim için tehdit oluşturması muhtemel gelişmelere seyirci kalmamamız gerekiyor.
Yarın olası bir tehditte Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla hepimiz zor günler yaşayabiliriz.
Dolayısıyla hep birlikte büyük Türk milleti olarak ayırmadan ayrıştırmadan tek vücut olup bir blok oluşturmak zorundayız.
Zaten Devlet Bey’in önceki açıklamalarında bahsettiği “Kudüs ittifakı” vurgusu bu bağlamdaydı.
Bilindiği gibi Selahaddin Eyyubi’nin ikinci Kudüs seferine ilk defa Türkmenler, Araplar ve Kürtler katılmıştı ve bu dayanışmanın sonucu Kudüs’ün Fethi ile taçlanmıştır.
Yani Devlet Bey’in “Kudüs ittifakı” sözünden pek anlam çıkaramayanlar geçen haftaki konuşmasında ne demek istediğini daha iyi anlamış oldular.
Bu toprakları bize yurt edinip vatan olmasını sağlayan Sultan Alparslan komutasında Malazgirt’te nasıl ki hep beraber başardık ise, yine hep birlikte Çanakkale’de yedi düvele karşı durarak aynı ruhla zaferi elde ettik ise.
Şimdi de, içinde bulunduğumuz ateş çemberinde MOSSAD ve CIA gibi istihbarat örgütlerinin kurgusu ve küresel aktörlerin desteğiyle karşı karşıya kalabileceğimiz siyonist dünyanın “arzı mevud” hayallerini gerçekleştirmelerine maruz kalmamamız için toplumsal birlikteliğe en çok ihtiyaç duymamız gereken günlerden geçiyoruz.
Bunun yolu da, dışarıda güçlü bir Türkiye olarak mücadele etmemiz için içeride kalleşçe arkadan vurulmamamızı garanti etmemiz gerekiyor.
Maalesef milli mücadele dönemlerimizde düşmana harcayacağımız enerjimizi içimizdeki hainlere harcayarak ciddi bir güç kaybı yaşamıştık.
Bunun için de sebep ne olursa olsun küskünlükleri, kırgınlıkları, öfkelerimizi bir tarafa bırakıp daimi olmasa bile en azından meydana gelebilecek olası bir tehdidi bertaraf edene kadar birlik içinde hareket etme gerekliliğinin zorunlu olduğu bir gerçektir.
Bu yüzdendir ki, Devlet Bey bence Öcalan’ın örgütü lağvedecek gücünün olmadığını çok iyi biliyor. Kast ettiği örgüt Türkiye içinde çaresiz köşeye sıkışmış birkaç çapulcu değil elbette. Sınırlarımız dışında küresel aktörlerin figüranı olan PKK/YPG/PYD gibi örgütlerden bahsediyor.
Bu açıklamasıyla, PKK’nın siyasi uzantısı olan DEM Parti’nin çözümün adresi olarak sürekli İmralı’yı işaret etmelerinden vazgeçip bizzat kendilerinin sorumluluk alma zamanının geldiğini işaret etmektedir.
Yani bu sorunu bertaraf etmemiz için kaybedecek zamanımızın olmadığını dolayısıyla DEM Parti’nin de siyasi muhatap olarak taşın altına elini koymasını istemektedir.
Başta dedim ya, Sayın Bahçeli büyük bir risk aldı diye, o günden beri bu riski alamayan tüm siyasi aktörler Devlet Bey’in açıklamasını siyaseten yanlış olduğunu vurguluyorlar ama eminim ki hepsi keşke biz de gizli gizli değil de, Devlet Bey gibi oy kaygısı gütmeden açıktan açığa siyasi sorumluluk alsaydık diye düşünüyorlardır.