istihbarat ceyhun bozkurt

Ceyhun BOZKURT – 22 Mayıs 2024

 

Günlerdir Türk devletine kurulan yeni komployu konuşuyoruz. Komplonun emniyet ayağını yeni keşfettik. Peki öncesi yok mu? Elbette var. Ama öncesini anlamak için biraz geçmişe gideceğiz, tarih dersine odaklanacağız.

Öyle çok geriye gitmeye gerek yok. Bir insan ömrü kadar süre yeter.

1945 yani…

Hüseyin Vodinalı “NATO aşkı bambaşka… Altılı değil Atlantik ittifakı”  başlıklı yazısında anlatıyor:

İkinci Dünya Savaşı sona erdiğinde Alman General Reinhard Gehlen, Amerikalıların eline geçti. Gehlen kıymetli bir esirdi. Nürnberg’e götürülmedi. Yolu, Virginia Langley’e düştü. Yani Amerikan istihbaratı CIA’nın merkezine. Nazi Almanyası döneminde, Sovyetler’deki Nazi işbirlikçisi ajanların komutası ve kayıtları ondaydı. Gehlen bu dönemde, CIA için Sovyet Masasını kurdu. Bizim de tanıdığımız Ruzi Nazar gibi eski Nazi ajanlarını CIA’ya transfer etti.

Ruzi Nazar da “siyasi ve askeri casusluk” suçundan 13 yıl 4 ay, “(FETÖ) silahlı terör örgütüne üyelikten” ise 10 yıl hapis cezasına çarptırılan Enver Altaylı ve benzerlerini yetiştirdi.

Gehlen daha sonra Almanya’ya iade edilecek ve burada Almanya’nın yeni Alman Gizli İstihbarat Teşkilatı Bundesnachrichtendienst (BND) başkanlığına getirilecekti. Buradan da anlaşıldığı gibi BND denen teşkilat aslında CIA’ye bağlıydı.

Gehlen istisna değildi. Yüzlerce, hatta binlerce eski Nazi, Soğuk Savaş’ta ABD, İngiltere ve Kanada’da iş buldu. Bunlar NATO ve CIA için yeni ve yaratıcı kitle katliam politikaları oluşturdu. Kendisi de eski bir Nazi olan Şansölye Konrad Adenauer yönetimindeki Batı Almanya, 1954’te NATO’ya katıldı.

Gehlen, CIA ve NATO adına daha birçok icraata imza attı. (Detaylı bilgiler için Vodinalı’nın yazısının yanı sıra şu sitedeki bilgilere de başvurabilirsiniz: https://nsarchive2.gwu.edu/NSAEBB/NSAEBB146/index.htm )

Soğuk Savaş sonrası Atlantik/Batı dünyasının liderliğini İngiltere’den devralan ABD işini riske atmamış, Nazileri istihdam etmiş ve Soğuk Savaş’a böyle hazırlanmıştır. Sadece Alman istihbaratı değil, bölünmüş Almanya’nın batı bölümünün tamamında hakimiyet kurmuştur. Bu hakimiyette Almanya’nın güneybatısında, Rheinland Pfalz eyaleti sınırları içinde yer alan Ramstein adlı küçük bir kasabada kurulan Ramstein Üssü başta olmak üzere 36 üssün de etkisi vardır. ABD’nin üs politikasında, üslerinin bulunduğu ülkeleri siyasi, ekonomik, askeri vs. anlamlarda kontrol altında tutmak vardır.

Washington’un size çektiği hizadan mı çıktınız, anında adamları üzerinden saldırıya geçerler. Bizim tarihimizdeki darbeleri, her türlü yıkıcı araçla müdahaleleri hatırlarsanız, dediğimiz daha net anlaşılır. 15 Temmuz gecesi İncirlik’teki ABD’lilerin FETÖ militanlarına desteği de arşivlerde bulunuyor.

Almanya, ABD açısından, Avrupa’nın kontrolünü sağlamak açısından da önemliydi. Brzezinski, “Büyük Satranç Tahtası”nın “Demokratik Köprübaşı” başlıklı bölümünde, ABD’nin Almanya’yı Fransa’ya karşı nasıl öne çıkardığını anlatır.

Özetle, ABD açısından politik, stratejik, istihbari ve askeri anlamda Almanya Avrupa’daki en merkezi yerleşim alanıdır. Kontrolden çıkmaması için çok ciddi yatırımlar yapmıştır. German Marshall Found gibi sivil görünümlü CIA’nın yönettkiği yapılar kurmuş, varolan bazı vakıf, dernek, merkez benzeri yerleri konrol altına almıştır.

Kontrol ettiği yapılardan en önemlisi de medyaydı. ABD ipi sağlam tutmaya çalışıyordu. Bu kadar yatırım namuslu gazeteciler yüzünden boşa gitmemeliydi. ABD, CIA bağlantılı yapılar üzerinden medyayı kontrol altına aldı. Almanya’nın önde gelen gazetelerinden Frankfurter Allgemeine Zeitung (FAZ)’da yıllarca yönetici olarak çalışan ve kendisinin de CIA için bir dönem çalıştığını itiraf eden Udo Ulfkotte’nin 2014 yılında Türkiye’de de basımı yapılan “Satılmış Gazeteciler” kitabı, başta Almanya olmak üzere Avrupa’daki gazetecilerin nasıl CIA emrinde hareket ettiklerini anlatıyor. (Ulfkotte, 2017 yılının başında evinde ölü bulundu. Açıklama Ulfoketti’nin kalp krizi geçirdiği yönündeydi.)

Kitapta çok sayıda bilgi var. Mutlaka okumalısınız. Şu bölümü almak istedim:

“Bazen gizli servisler ofise gelip sizden belli bir haberi yazmanızı istiyorlar. Bu olay benim başıma da geldi! Hatırlatmak isterim, Alman Gizli Servisi BND, doğrudan CIA tarafından kurulmuştur. Bu beyler, bana Frankfurt’a Frankfurter Allgemeine’a geldiler bana Kaddafi ve Libya üzerine bir haber yazdırmak için. Kaddafi’ye yönelik benim hiçbir bilgim olmamasına rağmen, ama bana her şeyi onlar verdiler, sonuçta onların hazırladığı haberin altına sadece benim adımın konması gerekiyordu, tamamıyla BND’nin eseri bir haberdi.

Buna gazetecilik diyebilir misiniz? Gizli servislerin haberin tamamını yazdığı bir gazetecilik? Dosyalarım arasında hala durur bu haber, Kaddafi’nin Rabtha’da kimyasal gaz üretimi için fabrika kurmasına yönelik bir haberdi. Bu haber Frankfurter Allgemeine’da çıktıktan sonra tüm dünyanın televizyon ve gazetelerinde de yer aldı. Ama gerçekte benim hakkında hiçbir şey bilmediğim bir olaydı, gizli servis tarafından verilmişti. Tabii bu da özgür gazetecilik olamaz, hangi haberin yer alıp hangi haberin almayacağına gizli servistekiler karar verdikten sonra.”

Özel olarak istenilen, hatta bizzat yazılıp verilen haber(!)

Size bir şey hatırlattı mı?

Ne diyordu, Almanya’da firari bulunan gazeteci(!) Erk Acarer: “Benim yaptığım haberler Alman emniyeti ve Alman İçişleri Bakanlığı tarafından özellikle isteniyor.”

Ulfkotte, kitabında Amerikalıların Türk ve İngiliz gazetecileri okyanus aşırı etkinliklere davet edip gizli servis ağlarına üye yaptıkları iddiasında bulunmuştu. Ulfkotte ile 2014 yılında röportaj yapan Yeni Şafak Gazetesi bunu açmasını isteyince Ulfkotte şu yanıtı vermişti: “CIA yanlısı kuruluşlardan Atlantic Bridge’in yıllıklarından birini açın ve Türk gazetecilerin isimlerini arayın. Son on yılın yıllıklarında tekrar eden isimler görürseniz bu insanlara CIA tarafından yaklaşıldığını ve onların da CIA’in Türk dostları olduğunu anlayabilirsiniz.

İddia büyüktü. Bazı Türk medya mensupları da bu ağın içinde görevlendirilmişti. Hem de belli yapılanmalar, vakıflar vs. üzerinden. Aklıma ister istemez, geçenlerde yazdığım Eisenhower Vakfı bağlantılı gazeteci(!) geliyor. Ama Almanya üzerinden gidelim.

Gehlen’den başlayarak istihbaratı, askeriyesi ve adeta tüm sistemi CIA ve NATO tarafından kontrol altında tutulan bir Almanya. Ekonomik gücünü gerekçe gösterip, itiraz edenler olacaktır. Peki bu güç neden kendisi için hayati önemdeki Kuzey Akım Boru Hattı’nın sabotajına ses çıkaramadı? Neden Kuzey Akım 2 anlaşmasını yapamadı? Çünkü Berlin’in kumandası Washington’un elinde.

Böyle bir ülkede Türk (ki onlar kendilerinden Türkiyeli diye bahsetmeyi seven Türk karşıtları) gazeteciler olması ve bunların servislerle beslenmesi dikkat çekici değil mi?

Kimler var orada: Can Dündar, Erk Acarer, FETÖ militanı Cevheri Güven ilk akla gelenler. Almanya bunların yanı sıra çok sayıda firari Türk düşmanına da ev sahipliği yapıyor. Ama medya boyutunu vurgulamamızın nedeni, bunların Türkiye’de yazımızın girişinde aktardığımız komplonun içindeki isimler olması. Türkiye ve milli politikalar/politikacılar aleyhine her türlü dezenformasyonda karşımıza bu isimler çıkıyor. Amerikan istihbaratının FETÖ’ye de uygulattığı gri propaganda tekniğiyle Türk devletinin milli politikalarını, politikacılar üzerinden hedef alıyorlar. Recep Tayyip Erdoğan, Devlet Bahçeli, Süleyman Soylu, Berat Albayrak, Mehmet Uçum vb. isimlerin haklarında dönen psikolojik harp yöntemi incelendiğinde, hedefin aslında Türkiye’nin, Mavi Vatan, KKTC, terörle mücadele, Karabağ-Güney Kafkasya, savunma sanayii, Libya, Somali, ekonomi, enerji, ulusal hukuk vb. mücadeleleri olduğunu görebiliyoruz. Bu isimler ayrıca milli politikaları savunan muhalif isimlere de benzer saldırılar yapıyor.

En bilinen örneği, Süleyman Soylu’yu ele alalım. Kendisiyle 2024 yılı başına kadar hiçbir görüşmem, tanışıklığım olmadı. Sonrasında da bir dost vasıtasıyla tesadüfen tanıştım. Gazeteciyim, doğal olarak tanıştıktan sonra birkaç kez, sorularıma yanıt almak için aradım veya yüz yüze görüştük. Ama kendisini bire bir tanımadığım bakanlığı dönemini alanım gereği yakından takip ettim. Hatırlayın, 2020 yılında pandemi sürecinde, sokağa çıkma yasağı tartışmaları nedeniyle istifa etti. O gün yapılan sosyal medya paylaşımları ve genele yansıyan yetkili yetkisiz insanların tepkileri incelendiğinde istifasının kabul edilmemesi istendi. Bu talebi dile getirenler sadece AK Partililer veya Cumhur İttifakı ortağı MHP’nin seçmeni değildi. Muhalif kimliği bilinen çok sayıda kişi paylaşımlarıyla Soylu’ya destek verdi. Bizzat muhalif kimliğini bildiğim emekli bir jandarma astsubayı “Kabul etmek gerekir ki, Cumhuriyet tarihinin en iyi İçişleri Bakanı. Kolluğuna da sahip çıkıyor. Onun desteği olmasa terörle bu mücadele yapılamazdı” demişti.

İşte kırılma noktası o oldu. Yurtdışı kaynaklı başlayan bir saldırıyla Süleyman Soylu’nun ismi organize suç ile yan yana getirilmeye başlandı. Ardından, MİT yetkilisi ve FETÖ kumpası şehidi Kaşif Kozinoğlu’nun “Alman istihbarat teşkilatı BND ile bağlantılı olduğu” iddiasında bulunduğu Kemal Kılıçdaroğlu, Türkiye’yi narko-devlet ilan etti. Sonra da, özellikle de 2023 yılı Mayıs ayı seçimlerinden sonra, tek elden servis edilmişçesine Ayhan Bora Kaplan mevzusu üzerinden saldırı yoğunlaştı. Peki gerçekten de böyle miydi?

Delil diye sundukları her şeyin altı boş çıktı. Ayhan Bora Kaplan’ın Soylu döneminde değil, öncesindeki dönemde Emniyet’e bir kere haber elemanlığı yaptığı anlaşıldı. Bazı fotoğraflar delil (özünde psikolojik harp malzemesi gibi duruyor) olarak gösterildi ama Serdar Sertçelik’i yurtdışına kaçırmakla suçlanan Ramazan Kubat’ın kimlerle fotoğrafı çıktı, gördünüz mü? Şimdi o isimleri de bu komplonun içinde saymak gerekir mi?

Yani dışarıdan görünen fotoğraf, esas hedefin, Soylu döneminde uygulanan Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP lideri Devlet Bahçeli’nin de kararlılıkla destek verdiği FETÖ ve PKK ile mücadelenin olduğunu gösterir nitelikteydi.

Peki bu servislerin, dezenformasyonun kaynağı neredeydi?

Almanya.

Yani Alman Emniyeti/İçişleri Bakanlığı.

Yani Alman istihbaratı BND.

Yani CIA.

Firarilerin dezenformasyonuna, yine ABD güdümlü politikaların esaslı savunucusu Alman Deutsche Welle’nin Türkçe yayınlarını da düşündüğümüzde, Nazi subayı Gehlen’den CIA merkezi Virginia Langley’e uzanan bir Gladyo bağı görüyoruz. Aparatlar veya Udo Ulfkotte’nin ifadesiyle satılmış gazeteciler de kendilerine gönderilen servisler üzerinden hiçbir zaman aidiyet hissi duymadıkları ülkelerinin milli politikalarını hedef alıyorlar.

Alman Cumhurbaşkanı’nın ziyaretini ve verdiği görüntüleri de bir kenara not etmekte fayda var.

“Doğruları söylüyor olamazlar mı” diye soranlar çıkabilir.

Yaşanmış bir olayla, onların doğru söyleyip söylemediği yönündeki bir test yapabilirsiniz. O olay şöyleydi:

2 Ağustos 1990 tarihinde Irak orduları Kuveyt’e girmiş, ABD’de müttefiklerini yanına alarak Irak’a çık baskısına başlamıştı. Irak çekilmiyor, ABD’ye “Benim İran ile savaşımdan edindiğim zararı karşılama sözünü tutmadın. Ben de bu şekilde karşılayacağım” diyordu.

10 Ekim 1990 tarihinde ABD Kongresi İnsan Hakları Komitesi’nde Nayirah adlı 15 yaşında Kuveytli bir kızın yaptığı açıklamalar bir anda bütün Batı kamuoyunu ayağa kaldırdı.

Nayirah ‘‘Silahlı Irak askerleri hastaneye geldiler. Yeni doğmuş bebekleri kuvözlerden çıkarıp soğuk betonda ölüme terk ettiler’’ diye ağlamaklı bir şekilde ifade verdi. Bu ifade, ABD’nin önde gelen yayın organları tarafından sorgusuz sualsiz dünyaya servis edildi. Ölüme terk edilen bebeklerin hikayesini aynı gece NBC TV haber programında 35 milyon kişi izledi. Videolarla 700 TV istasyonuna taşınarak günlerce yayın yapıldı. Kongre müzakerelerinde Nayirah’ın hikayesi sürekli tekrarlandı.

Dönemin ABD Başkanı baba Bush Irak’a askeri harekat için bu açıklamayı sık sık dile getirdi.

Nayirah’ı Kongre’ye Hür Kuveyt Vatandaşları adlı bir kuruluşun kiraladığı Hill and Knowlton (H and K) halkla ilişkiler şirketi getirmişti.

Irak’ta 18 Ocak 1991 tarihinde başlayan savaş bittikten sonra gerçekler ortaya çıkmaya başladı.

ABC TV muhabiri John Martin, Kuveyt’teki hastaneye giderek araştırmalar yaptı. Kuveytli doktorlar bebeklerin savaş kaosunda bakımsızlık, hemşire azlığından öldüklerini, Iraklı askerlerin tek bir bebeği dahi kuvözden çıkarmadığını bildirdiler. Hastaneye gönderilen araştırmacılar da Kuveyt yetkililerinden aynı yanıtı alınca Uluslararası Af Örgütü özür dileyerek ilk bulgularını geri çekti.

Düzmece senaryonun kahramanı sözde Kuveyt’teki hastanenin görevlisi Nayirah ise kimdi biliyor musunuz?

Kuveyt’in Washinton Büyükelçisi Saud Al-Nasser Al-Sabah’ın kızıydı. Dünya TV’lerinde milyonlarca kişiyi bebek ölümleri hikayesiyle ağlatan genç kız harp sırasında Amerika’daydı. Iraklıların işkence yaptığı sözde Kuveytlilerin de ‘sahte’ oldukları ortaya çıktı. Kuveyt Emirliği’nin Irak’a askeri harekatı teşvik için H and K şirketine 11.5 milyon dolar ödediği açıklandı.

Bu yüzden her gördüğünüze inanmayın. Sonra başınızı taşlara vurabilirsiniz.