Ceyhun BOZKURT – 27 Ocak 2024

 

Tarihe not düşeyim: ABD ve İngiltere’nin pilot koltuğunda olduğu, sadece ve sadece ABD-İngiltere çıkarlarına uygun hareket eden, Türkiye’nin terörle mücadele dahil her mücadelesinde karşısında yer alan NATO’ya karşıyım.

Türkiye’nin, tam bağımsız olarak, Türk dünyası, bölge ülkeleri başta olmak üzere kendi milli çıkarlarına uygun ittifaklarda, ancak (Türk dünyası hariç) NATO’daki gibi bağlayıcı olmayacak şekilde yer almasını savunuyorum.

Bu nedenle NATO’nun genişleme politikaları kapsamında atılan adımlar, genellikle Amerikan çıkarlarına uygun, bizim gibi ülkelerin aleyhine adımlar olmuştur. İsveç ve Finlandiya’nın üyelikleri de Anglo-Sakson dünyanın jeopolitik çıkarları kapsamında gündeme gelmiştir. “Türkiye’nin bu konuda çıkarı nedir” diye sorarsanız buna olumlu yanıt vermek gerçekten çok zor.

Çünkü geçmişten bu yana NATO’nun, yani ABD’nin güçlenmesi Türkiye’ye ekonomik, siyasi baskı, darbe, terör vs. gibi olumsuzluklar getirmiştir. Günümüzde de farklı bir durum yok. Ülkemizi hedef alan terörün, kuşatmanın arkasında aynı gücü görüyoruz. NATO üyesi Türkiye’ye yaptırımlar uygulayarak ve uygulatarak düşman hukuku uygulayan da ABD. Washington’un kontrolü altındaki Kanada, Norveç, İsveç gibi ülkeler  savunma sanayii alanında çeşitli yaptırımlar uyguladı, uyguluyor.

İsveç kararında gerçekten bir çıkarımız olup olmadığını zaman gösterecek. Çünkü devletlerin bazen gri alanları vardır ve bu gri alanlar, vatandaştaki, yani bizlerdeki gibi siyah ya da beyaz olmuyor.

Çok sayıda örnek verebiliriz ama aklıma Kurtuluş Savaşımız sonrasında Yunanistan ile gelişen ilişkilerimiz geliyor diyebiliriz. Türk milletinde Yunanistan’a karşı bakış açısı olumsuzken yeni kurulan Cumhuriyetimiz, Yunanistan ile ulusal çıkarları gereği ciddi bir iletişim kurmuştu.

Yine Türk milletinde Çin ve Rusya’ya bakış açısında kuşkular ve olumsuzluklar olduğunu bildiğimiz dönemlerde bile hem Sovyet döneminde hem de günümüzde Rusya ile temelde derin ekonomik ve siyasi ilişkiler kurduk. Yine Çin ile günümüzde ticaret merkezli güçlü bir ilişkimiz var.

Yani devlet yönetimi bazı konularda olaylara vatandaşın yaklaştığı gibi yaklaşmıyor. Yaklaşsaydı günümüzde terör örgütlerine verdiği destek dolayısıyla ABD ve İdlib saldırısı nedeniyle Rusya ile savaşa girmiştik.

Haklı olarak Yunanistan’ın Makedonya’yı isminin önüne Kuzey ön ekini alıncaya kadar kabul etmemesi hatırlatılıyor. Evet Yunanistan Makedonya’yı yıllarca bekletti. Yine NATO’nun eski Doğu Bloku ülkelerine doğru genişlemesi politikası sırasında Rum Kesimi’nin AB’ye alınmasını pazarlık konusu yaptı ve istediğini aldı.

“Biz neden 20 ayda pes ettik?” sorusu da haklı olarak sorulacak.

Bazı ülkelerin yaptırım kararının kaldırılması, ABD’den F-16 Blok70 alınması ve belki de perde arkasında yapılan başka pazarlık konularından ne sonuç çıktığını tam olarak bilmiyoruz.

Ayrıca Yunanistan örneğinde şu hatırlatmayı yapmakta fayda var. Yunanistan, her zaman Avrupa’nın ve ABD’nin şımarık çocuğu oldu. Ancak yaptıkları şımarıklıkla açıklamak zor. Çünkü Makedonya ve Rum Kesimi ile ilgili talepleri, aslında Batı emperyalizminin politikalarıydı. ABD, Yunanistan’ın baskısına boyun eğdi diyebilir miyiz? Mümkün değil. Sadece “Türkiye’ye karşı Yunanistan şantaj yaptı” demek işlerine geldi. Ayrıca Yunanistan güç, nüfus ve yüzölçümü gibi etkenler kapsamında ABD-İngiltere tarafından tehdit olarak görülmüyor. Ancak güç olarak Yunanistan’dan çok öte olan Türkiye’nin talepleri onlar için büyük tehdit.

Yine denilebilir ki “ABD, Türkiye’yi bir şekilde kongre vasıtasıyla oyalayacak belki bir Hintli veya bir Amerikan Musevisi veya bir başka lobinin adamı kongrede itiraz edip süreci uzatabilir.”

Olabilir. ABD’deki sistem gereği veya taktiksel olarak Washington yönetiminin eli kolu bağlanabilir ve yaklaşan ABD seçimleri vs. derken 1-1,5 yıl bile geçebilir.

Ben de şunu söyleyeyim: Eğer bu durum gerçekleşirse, bu avantaj mı dezavantaj mı? Dezavantaj gibi görünen bu durumu avantaja çevirebiliriz. Hava savunmamız için Patriot talebimizin nasıl karşılanmadığını hatırlayın. Donald Trump’ın bile bizi haklı gördüğü S-400 alımını bu sayede gerçekleştirdik.

Benzer bir durum söz konusu olursa, bize parasını verdiğimiz F-35’lerimizi vermeyen, F-16’larda da ayak sürüyen ABD’ye karşı alternatifler konusunda elimiz güçlenir.

Altını çizerek söyleyebilirim ki, bir Türk vatandaşı olarak TBMM’de alınan İsveç kararı içime sinmedi. Bunu net bir şekilde söyleyebilirim. ABD’ye ve NATO liderliğine karşı her zaman tetikte olmak gerektiğini düşünüyorum. Olası tersliği avantaja çevirebilir miyiz, bunu da zaman gösterecek. Ancak veto sürecimizde Finlandiya ve İsveç silah  ambargosunu kaldırdı. Son haberlere göre, Kanada da ambargoyu kaldıracak.

“Bunlarla uğraşacağımıza NATO’dan çıkalım, rahatlayalım” da diyebilirsiniz. Ben de NATO’dan ayrılma taraftarıyım. Ancak bu kararı alsak bile NATO’yu var eden sistemden kopmanın altyapısını yıllar sürecek bir çalışmayla oluşturabilirsiniz. NATO sistemi bilinenin aksine aslında temelde bir eko-politik sistemdir. NATO, ABD ve gerçek anlamda müttefiklerinin siyasi ve ekonomik çıkarlarını savunur. Siyasetinizi, ekonominizi, askeriyenizi ve hatta sosyal yapılanmanızı buradan bağımsızlaştırmak da bir günde olacak iş değil.

Özetle, bu süreçte net bir şekilde bir kez ortaya çıkan gerçek şu: Siyasi, ekonomik, askeri anlamda bugünkünden çok daha güçlü ve tam bağımsız olmadığınız zaman direnciniz ancak bu kadar oluyor. Bugün dünden daha güçlüyüz. Yarın bugünden çok daha fazla güçlü olursak bazı temennilerimiz gerçek olur. Onun için de formül belli: Çok daha fazla çalışmak ve birlik beraberliğimizi ne olursa olsun korumak.