istihbarat ceyhun bozkurt

Ceyhun BOZKURT – 25 Nisan 2024

 

Türkiye Cumhuriyeti, büyük Türk milletinin tarihe geçen anti-emperyalist mücadelesiyle kuruldu. Esaret reddedildi, işgalcilere karşı “geldikleri gibi giderler” iradesini ortaya koyan liderin/komutanın arkasında sıralanan askerleri ve büyük Türk  milleti, Kurtuluş Savaşı’nı kazanarak yeni devletini oluşturdu. Emperyalist güçlerin adeta coğrafyasını paylaşmak için saldırdıkları Osmanlı İmparatorluğu da, Birinci Dünya Savaşı boyunca her cephede ve alanda büyük bir direnç gösterdi. Bu direncin ayakları yer yer cephede silahlı oldu yer yer de siyasi ve toplumsal kararlar çerçevesinde… Bu kararlar arasında önemlilerinden biri de Ermeni tehciriydi. İngiliz, Fransız, Çarlık Rusyası destekli Hınçak ve Taşnak terör çetelerinin saldırıları nedeniyle büyük savaşta cephe gerisini sağlama almak için Ermeni tebaa Osmanlı’nın bir coğrafyasından başka bir coğrafyasına nakledildi. O tarihten itibaren tehcir kararı, Türk milletine yönelik bir psikolojik harp malzemesine dönüştürüldü.

Soykırım yalanını ilk dillendirenler, Birinci Dünya Savaşı sonlarına doğru İngilizler ve Fransızlar oldu. Son 40 yıldır KCK/PKK terör örgütünün silahlandırılıp, eğitilip Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerine salınmasının benzeri olarak 1800’lerin sonlarıyla beraber Çarlık Rusyası ile birlikte Ermeni çetelerini silahlandırıp Osmanlı Müslümanlarının üzerine salan bu ülkeler, soykırım yalanının da mimarları oldular. O  tarihlerden günümüze kadar bu yalan dönem dönem ısıtılıp önümüze konmaya, Türk milletinden hesap sorulmaya çalışılıyor. Oysa;

– Rus arşiv belgeleri,

– Taşnak Partisi’nin Genel Başkanı ve eski Başbakanları Kaçaznuni’nin raporundaki itirafları,

– Amerikalı General Harbord’un raporunda böyle bir soykırımın olmadığı, Ermeni çetelerle Türkler ve Kürtler arasında çatışmaların yaşandığı, tehcirin bir soykırım olmadığı açıklıkla yazılı.

Ancak tarih bu kadar açıkken, birileri 100 yılın üzerinde bir süredir yalanlar üzerinden Türk ve Türkiye Cumhuriyeti düşmanlığına devam ediyor. Ermeni diasporası adı altındaki maşalarını öne süren, ASALA terör örgütünü besleyen Batılı başkentler soykırıma uğrattıkları milyonlarca insanı görmezden gelmektedir. İngiliz ve Fransızlara günümüzde ABD’de katılmış, hatta bu yalanın bayraktarı haline gelmiştir.

Bunları anlıyoruz da, içimizdeki (açıkça söyleyelim) vatan ve millet düşmanlarına ne demeli? 104 yıl önce önümüze konan ve Kurtuluş Savaşımızla yırtıp attığımız Sevr paçavrasını canlandırmak için “Cumhur İttifakı/AK Parti/Erdoğan/MHP/Bahçeli karşıtlığı” maskesiyle tarihe, Türk milletine, Türkiye Cumhuriyeti’ne ihanet edenlerden bahsediyorum. Kurtuluş Savaşı sonrası olsa İstiklal Mahkemelerinde idamla yargılanacak bu hainler, günümüzde demokrasi çatısı altına sığınıp emperyalistlerin yalanını dillermekte, iftirasını atmaktadır. Bunlardan bir tanesi de Türkiye İşçi Partisi çatısı altında siyaset yapan emperyalistlerin maşası/aparatı olanlardır..

Paylaştıkları sosyal medya mesajında Ermenilere katliam yapıldığı yalanını söyleyenler, katledilen yüzbinlerce Türk’ten tek kelime bahsetmemiştir. Bu yapı, “sol-sosyalist”  maskesi altında Türkiye ve Türk düşmanlığı yapmakta, emperyalistlerin taşeronluğunu üstlenmektedir.

Oysa bu partinin bundan yaklaşık 60 yıl önceki kurucu liderlerinden olan Mehmet Ali Aybar, 1966’da Russell Mahkemesi olarak bilinen mahkemede dünyaca ünlü Fransız filozof Jean Paul Sartre ile bu konuyu tartışmış, bir katliamdan söz edilemeyeceği gerçeğini Sartre’nin yüzüne haykırmıştı.

RUSSELL MAHKEMESİ

Detaylarını anlatacak olursak;

1960’lı yıllarda dünyada sadece sol hareketlerin içinde değil, tüm kesimlerde ABD’nin Vietnam’da uyguladığı katliamlara tepkiler yükselmişti. 1966 yılının Eylül ayına gelindiğinde, İngiliz filozofu ve matematikçisi Bernard Russell,  bir çağrı yaptı ve çağrıya olumlu yanıt veren kendi alanlarında dünyaca üne sahip tamamına yakını sol çevrelerden 15 bilim insanı, hukukçu, edebiyatçı, siyasetçi, sendikacı, gazeteci 13-15 Kasım 1966 tarihinde Russell’ın adıyla bilinen mahkemeyi kurdu. Mahkemenin amacı, Bernard Russell’ın ifadesiyle, “ABD’nin Vietnam’da işlediği savaş suçlarını belirlemek, insanoğlunun bu korkunç suçların tanıklığını üstlenmesini sağlamak ve insanlığı Vietnam’da adaletin safında birleştirmek”ti. Daha sonra mahkemenin üye sayısı 21’e çıkarıldı. İlk 15 isimde yer alanlardan biri de Türkiye İşçi Partisi’nden Mehmet Ali Aybar’dı.

Mahkemenin başkanlığına Bernard Russell ile birlikte Jean Paul Sartre, Yugoslav hukuk doktoru ve tarihçi Vladimir Dedijer ve Fransız matematik profesörü Laurent Schwartz seçildi. Mahkeme çalışmalarına 2 Mayıs 1967 tarihinde Stockholm’de yaptığı ilk oturumla başladı.

Özet olarak aktaracak olursak, 20 Kasım 1967 tarihinde Kopenhag’da yapılan ikinci oturumda Mahkeme Başkanı Jean Paul Sartre, “soykırım” suçu üzerine bir bildiri sundu. Sartre’nin bildirisinde, Birinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan Ermeni öldürümleri de “soykırım” örneği olarak anılıyordu. Mehmet Ali Aybar buna itiraz etti ve gerek mahkeme üyelerini gerekse de Sartre’yi bu konuda detaylı bir şekilde bilgilendirdi.

Aybar itirazında olayların Birinci Dünya Savaşı’nda Çarlık Rusyası destekli Ermeni çetelerin saldırılarıyla başladığını, sonra karşılıklı öldürme olaylarının olduğunu belgeleri ve kendi tanıklıklarıyla aktarmıştır.

Bu bilgilendirme sonunda Sartre ikna olarak mahkemeye sunduğu ve “soykırım”ın ne olduğunu açıklayan tebliğinden “Ermeni soykırımı” iddiasını çıkardı.

Sıklıkla Aybar ve o dönemin TİP liderlerini ağzına alan günümüz emperyalist taşeronu ve Türk düşmanı TİP’liler Türk milletine düşmanlıklarına muhalefet maskesi takmaya devam ediyor. Türk milleti de bunları hafızasına not ediyor.