istihbarat ceyhun bozkurt
26 kez görüntülendi.

Ceyhun BOZKURT – 20 Aralık 2023

 

Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıç ve bitişi için resmi olarak söylenen tarihler 1914-1918 yıllarıdır. Ancak sürecin öncesine gittiğimizde başlangıç olarak Almanların siyasi birliğini tamamlaması, yani Bismark döneminde küçücük bir yapıdan güçlü bir devlete dönüşmesi ve İtalyanların da tarih sahnesine çıkarak paylaşım istemeleri söylenebilir.

Ondan sonra özellikle Avrupa coğrafyasında gerilimler, iç ve dış çatışmalar artmaya başladı. Bu tarihlerden sonra sadece Osmanlı İmparatorluğu 1877-78 yıllarında Ruslarla, 1911’de İtalyanlarla, 1912-13 yıllarında iki Balkan savaşıyla Balkan devletleriyle savaşmıştır. Bunun yanında Osmanlı tebası olarak bilinen azınlıkların isyanları bastırmaya çalışmış ve bu isyanların kanlı sonuçlarıyla yüzleşmiştir. Aynı tarihlerde imparatorluğun Arap coğrafyasında da önemli gelişmeler yaşanmakta, Almanlar, İngilizler ve bir nebze de Fransızlar arasında nüfuz mücadelesi sürmektedir.

İngilizler için sömürgesi Hindistan ile 1900’lü yılların başında İran petrollerinin güzergahlarının güvenlik kontrolü için Osmanlı’nın doğu ve bugünkü Irak olan güneydoğu toprakları önemliydi. Bu nedenle Birinci Dünya Savaşı’nda Basra’dan başlayarak Bağdat’a kadar olan alanı işgal etmişlerdi. Musul İngilizler için ilk aşamada çok önemli bir yer tutmuyordu. Bu nedenle de bölgeyi Ruslarla tampon olması açısından Fransızlara vermişlerdi. Rusya’da Bolşevik ihtilali olmadan önce varılan gizli anlaşmada (Sykes-Picot-Sazanof anlaşması) Musul bölgesi Fransızlara bırakılmıştı. Ancak Rusya Bolşevik ihtilali sonrası savaştan çekilip devre dışı kalınca, 1917 yılının Nisan ayında İngiliz kabinesi yeni bir değerlendirme yaptı. Alınan kararlar şu şekildeydi: 1- Mezopotamya ve Filistin, İngiltere’nin doğrudan denetimi altına konmalıdır. 2- İngiliz-Fransız etkinlik alanları arasında çizilen sınır, kuzeye kaydırılarak İngiliz etkinlik alanı genişletilmelidir. İkinci madde doğrudan Musul ile ilgiliydi. (İhsan Ş. Kaymaz, “Musul Sorunu-Emperyalizm ve Kürtler”, Kaynak Yayınları, Birinci Basım, Ocak 2014, s. 57)

Bu konuda Fransızları ikna etme sürecini uzun uzun anlatmaya gerek yok. Günün sonunda İngilizler, “İtilaf Devletleri, güvenliklerini tehdit edici bir durum olduğunda herhangi bir strateji noktasını işgal hakkına sahip olacaklardır” şeklindeki Mondros Mütarekesi’nin 7. maddesini gerekçe göstererek 15 Kasım 1918 tarihinde Musul’u işgal etti. Daha doğrusu o tarihte son Türk askeri artık Musul’dan ayrılmıştı. Türk tarihi açısından büyük bir acıydı. Sadece Musul değil, Kerkük, Süleymaniye, Telafer, Sincar gibi bölgeler de İngilizlerin eline geçmişti.

İlginizi çekebilir!  101. Yılda Terörle Mücadele Senaryoları - Ferhat Ünlü

Altıncı Ordu, Diyarbakır vilayetine çekilmiş, karargahını da Nusaybin’e kurmuştu. İngilizlerin kuzeye, yani Diyarbakır’a yürüyüp yürümemesi tehlikesine karşı Altıncı Ordu Komutanı Ali İhsan Paşa, artık İngilizlere karşı geri çekilmeyeceklerini bildiren bir telgrafı İngiliz işgal güçlerinin komutanı General Fanshaw’a göndermişti. Ancak artık Musul elden çıkmıştı.

İngilizlerle o tarihten itibaren Musul mücadelesi de başlamış oldu.

***

Türk milleti, Sevr’e karşı ayağa kalkan Mustafa Kemal liderliğindeki bir avuç vatanseveri izlemiş, o vatanseverler Kuvayi Milliye’yi oluşturmuş ve Kurtuluş Savaşı’nda vatanın Anadolu coğrafyasını düşman işgalinden kurtarmışlardı. Ancak o vatanseverlerin aklında kalan ve Misak-ı Milli’de yer alan bölgeler vardı. Bunlardan biri de Musul’du.

Türkiye ile İngiltere arasında yıllara yayılan bir mücadele başladı. Bir taraftan uluslararası ve ulusal düzeyde müzakere sürerken öbür yandan iki taraf da sahada hamle yapmaya çalışıyordu.

Örneğin İngilizler Musul ve civarındaki bölgelerdeki Kürtleri ve Arapları Türkiye’ye karşı kışkırtma çabalarını artırıp, bir sonraki bölümde detaylı anlatacağımız Şeyh Said’in de içinde bulunduğu Azadi örgütlenmesiyle Türkiye içinde olası isyanları planlıyordu.

Türkiye ise daha Kurtuluş Savaşı sürerken 1922’de Yarbay Şefik Özdemir komutasında, bir müfreze gönderdi. Kuvayi Milliye Komutanı Mustafa Kemal’in verdiği görev az askerle gerçekleştirilecekti. Çünkü henüz Batı cephemizde savaş sürüyordu ve bölgeye ciddi bir askeri kuvvet kaydırmak kolay olmayacaktı. Görev bölgedeki halkı İngilizlere karşı ayaklandırmak ve Misak-ı Milli’nin El Cezire-Musul hattını kurtarmaktı. Deyim yerindeyse bir Özel Kuvvet operasyonuydu. Ancak dönemin imkansızlıkları nedeniyle başarılamadı. (Bu konuda detaylı tek kitap çalışması için bkz. Murat Güztoklusu, “El Cezire ve Özdemir Harekatı”, Ümit Yayıncılık).

Öbür yandan da önce Lozan’da sonra da dönemin Milletler Cemiyeti’nde büyük bir mücadele yaşandı. İngilizler Musul’u kendilerine bağlayarak, yıllardır Türklere (Osmanlı’ya) karşı kışkırttıkları Arapların tepkisini çekmek istemiyorlardı. Zaten Türkiye’nin de desteğiyle İngilizlere karşı ayaklanan insanlar vardı. Yine çeşitli nedenlerle sık sık ayaklanmalarla karşı karşıydı. İngilizlerin tek amacı Musul’u kurdukları Irak’a bağlamaktı. Kendileri de petrolü alacaklardı. Yoksa sürekli dile getirdikleri Kürtlerin durumu onların umurlarında değildi. Aynen İngiltere’nin İstanbul Büyükelçiliği Müsteşarı Hohler’in 27 Ağustos 1919 tarihinde Londra’ya gönderdiği bilgi notundaki cümledeki gibi: “Kürt sorununa verdiğimiz önem Mezopotamya bakımındandır. Kürtlerin ve Ermenilerin durumları beni hiç ilgilendirmez.” (Uğur Mumcu, “Kürt-İslam Ayaklanması/1919-1925″, um:ag Vakfı Yayınları, 22. Baskı,, Nisan 1997, s. 13)

İlginizi çekebilir!  Merhaba World Of Türkiye Ailesi

İngilizlerin hem Lozan’da hem de sonraki uluslararası platformlarda ortaya koyduğu iddia şuydu: “Musul’da Kürtler ağırlıktadır ve Kürtler ile Araplar Türkiye’ye bağlanmak istemiyor.”

Türkiye ise çok net bir şekilde Musul’un Türk toprağı olduğunu söylüyor ve vatan topraklarına katacağını söylüyordu. Hatta İngilizlerin “Halk Türkiye’ye katılmak istemiyor” iddiasına karşı Musul’da plebisit yapılmasını önerdi. Bu durum İngilizlerin işine gelmedi. Çünkü Musul halkına sorulduğunda büyük bir oranda Türkiye’ye katılım lehine oy çıkacaktı.

Olay adım adım gerilime doğru ilerliyordu.

***

Bu sıralarda Kürdistan Teali Cemiyeti başta olmak üzere İngiliz destekli birçok örgütlenmesi Kurtuluş Savaşı neticesinde tarihe karışan etnik Kürtçü çevrelerde yeni bir hareketlilik başlamıştı.

Azadi isimli gizli bir örgütlenme 1923 yılında kuruluşunu tamamlamıştı. Bu örgüt öncesinde kurulan etnik örgütlerden farklı olarak sözde aydınlardan veya ileri gelenler tarafından değil, ağırlıklı olarak Osmanlı döneminden kalma Hamidiye Alayları çıkışlı Kürtçü askerlerin olduğu bir örgütlenmeydi. Bu örgütlenmenin ilk kongresi 1924 yılında yapıldı. Kongrenin davetlilerinden biri de Diyarbakır’ın kuzeydoğusunda Zazaca konuşan aşiretler arasında etkinliği ve Nakşibendi şeyhi olması nedeniyle öne çıkan Şeyh Said’di.

Kongreyle ilgili önemli bir notu, Silvan’da genç bir Teğmen olarak görev yapan ve isyan başladığı anda Şeyh Said’le akrabalığı nedeniyle askerden firar ederek isyana katılan Molla Hasan Hişyar, daha sonra Martin van Bruinessen’e aktarmıştı: “Kongrede bulunan milis (Hamidiye) kuvvetlerinin komutanları daha çekingen davranıyorlardı; ancak şeyh, Ankara hükümetinin Kürt politikasının daha tehditkâr bir hale geldiğini belirterek onları Kürdistan’ın bağımsızlığı için savaşmaya ikna etti.” (Martin van Bruinessen, “Ağa, Şeyh, Devlet”, İletişim Yayınları, Beşinci Baskı, 2008, İstanbul, s. 412)

Devam edeceğiz…

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.