38 kez görüntülendi.
Bizi Biz Yapan Hikayeler – Rabia Yavuz

Rabia YAVUZ – 05 Aralık 2024

 

Hayatın küçük anlarında bile bir anlam ararız. Basit bir şey yapacak bile olsak bu eylemi gerçekleştirmek için bir neden, bir amaç ararız. Zira her eylem, ancak ona bir anlam yüklediğimizde tam anlamıyla değer kazanır.

İnsan, yaşadığı ömrü anlamlı kılmak isteyen bir varlıktır. Ne yaşarsak yaşayalım, bir şekilde yaşadığımızı anlamlandırmak, onu daha derin bir bağlamda görmek isteriz. Carl Gustav Jung, “Yaşamımın anlamı, yaşamın bana yönelttiği sorudadır; ya da tam tersi, ben kendim dünyaya yöneltilen bir soruyum ve yanıtımı ona söylemezsem, onun verdiği yanıta bağlı kalmak zorunda kalırım” derken, insanın yaşamın anlamını bulma çabasına dikkat çekiyor. Bulduğumuz yanıtlar, aslında anlamlı bir yaşamdan ne anladığımızı da göstermektedir.

Lev Tolstoy da anlam arayışı içinde olanlardan biriydi. “Beni bekleyen kaçınılmaz ölümle tahrip olmayacak herhangi bir anlam var mı hayatımda?” diye sorarken, ölüm ile anlam arasındaki sıkı ilişkiye de işaret eder. Tolstoy, bu soruyu sormakla hayatın anlamını arama çabasını ve bu anlamı bulamamanın yarattığı derin boşluğu dile getiriyordu. Eğer bir insan hayatının anlamını bulamazsa, karşısına büyük bir anlamsızlık ve yabancılaşma çıkar.

Viktor Frankl ise varoluşsal terapinin öncüsü olarak, anlam eksikliğinin insanın ruhsal sağlığını tehdit eden en büyük stres kaynağı olduğuna inanıyordu. Frankl’a göre, insanın hayatının anlamını bulamaması, “varoluşsal nevroz” adı verilen bir kriz durumuna yol açar. Bu, kişinin yaşamını anlamlandırmada yaşadığı zorlukların bir yansımasıdır. Eğer içsel bir anlam duygusu yoksa, kişi ruhsal dengesini kaybeder ve hayatın anlamını aramak bir tür varoluşsal boşluk hissine dönüşür. Bugün yaşadığımız çağda da, bu tür bir eksiklikle karşılaşıyoruz. İnsanlar, sadece içsel bir kavrayış eksikliğiyle değil, aynı zamanda hayatlarının anlamındaki boşlukla da mücadele ediyorlar.

İlginizi çekebilir!  World of Türkiye kadrosuna Uzman Klinik Psikolog Rabia Yavuz katıldı

Eğer şimdiye kadar yaşamın anlamına dair yanıtlar devşiremediysek ya da bulduğumuzu düşündüğümüz anlamlar sarsılıp yıkıldıysa kendimize bazı sorular yöneltebiliriz. Hatta hayatımızda mevcut olan anlamalara dair yeni keşiflere de kapı aralayabilir yeni sorular.

Örneğin, hayatınızı belirli şekillerde değiştirebilseydiniz, neleri değiştirmek isterdiniz? Yaşamınızda eksikliğini en çok çektiğiniz şey nedir? Bu şey sizinle konuşabilseydi, size ne söylerdi? Eğer bu şeyin amacı hayatınızı değiştirmek olsaydı, hangi değişiklikleri yapmış olurdunuz?

Bu sorular, sihirli bir çözüm sunmaz bizlere, ama kendimizle daha huzurlu bir ilişki kurmamıza yardımcı olabilir. Bizi sakinleştirir, kırılganlıklarımızı azaltır ve hayattaki yönümüzü daha net bir şekilde belirlememizi sağlar.

Hayatın anlamını ararken yalnızca kendimize değil, başkalarına da değer katma arayışında olmamız, daha güçlü bir tatmin duygusu üretir. Hepimizin sahip olduğu benzersiz yetenekler, kaynaklar ve fırsatlar var.

O nedenle hem kendimizi geliştirebileceğimiz hem de başkalarına fayda sağlayabileceğimiz bir yol muhakkak vardır. Neticede hepimiz Emily Dickinson gibi beyhude geçmemiş bir ömür yaşamak istemez miyiz?

 

eğer bir kalbi korursam kırılmaktan

ve el verdiğimde diğer kederi kovarsam

beyhude demle geçti demem ömre

ya da keskin acıyı serinlettiğimde

ya da bitkin nar bülbülüne

nefes verirsem yuvaya dönüşünde

beyhude demle geçti demem ömre

Emily Dickinson

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.