23 kez görüntülendi.

Zamana oynamak!

Bercan TUTAR – 05 Mart 2024

 

ABD’nin bütün küresel stratejileri birer trajediye dönüşmeye başladı. Orta Asya’da Rusya, Pasifik’te Çin ve Ortadoğu’da Türkiye’ye karşı devreye soktuğu her senaryosu çöken Washington, tarihinin en büyük jeo-politik bozgununu yaşıyor. İlk yenilgisini İslam dünyasına karşı başlattığı saldırılarda alan ABD, teselliyi Pasifik ve Avrasya’da aradı. Burada da dikiş tutturamayınca küresel hedeflerini küçülttü.

Sistemdeki ‘pivot/oyun kurucu’ pozisyonunu terk ederek ‘rebalance/yeni denge arayışı’ politikasına yöneldi. Denge arayışı siyaseti de kar etmeyince ‘imbalance/dengesizlik’ bataklığına savruldu. Şimdi de benden sonrası tufan diyerek Ukrayna krizi ve Gazze’deki soykırım saldırılarında da görüldüğü üzere ‘jeo-politik kundakçılığa, kaos ve yıkıma soyundu.

ABD’nin yeni hinliği, hedef ülkeleri karıştırıp iç savaş çıkarttıktan sonra sahneden çekilmek. Ukrayna’dan çekilmeye başlayan ABD şimdi de soykırım yapması için her tür siyasi ve askeri desteği ve silahı sağladığı İsrail’in Gazze’deki katliamlarına karşı havadan yardım başlatarak insanlık ve savaş suçunu perdelemeye soyunuyor.

Bu kirli siyaseti ilk denediği bölge ise Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki Yeni Türkiye’nin; Arap Baharı, İhvan ittifakı ve Kürt açılımı ile hegemonlaşmaya başladığı İslam coğrafyası oldu. Türkiye’nin yükselişiyle 2003-2011 arasındaki bütün Ortadoğu stratejisi alt üst olan Washington, bu tarihten sonra İran öncülüğündeki Şii kartını devreye soktu.

İlk olarak Irak ve Suriye’de aynı anda başlatılan iç savaş projeleri ile Türk-Kürt ittifakı hedef alındı. Ardından Türkiye-İhvan ittifakına savaş açıldı. Anadolu’daki sessiz devrime karşı ilk kapsamlı küresel hamle olan Gezi kalkışmasından bir ay sonra Mısır’da 3 Temmuz 2013’te ABD destekli darbe gerçekleştirildi.

İşte bu nedenle yerel/küresel paralelciler, bölgeyi yangın yerine çeviren ABD ile onun kurşun askerleri Maliki, Esed, Süleymani, Sisi ve Hafter gibileri değil bu yangını söndürmeye çalışan Erdoğan’ı hedef seçti. Düşünebiliyor musunuz? Kundakçılar yerine ateşi söndürmeye koşan itfaiyeciyi suçladılar. Akıllara ziyan bir durum.

Çıkarı için her yeri ateşe veren ABD, Mısır’dan sonra Yemen ve Libya’da da Müslüman halkların özgür, adil ve müreffeh yaşama arzusunu darbeledi. Ama ne yapsa boş. Boston Üniversitesi’nde dersler veren Amerikalı tarihçi Andrew Bacevich’in kaydettiği gibi, “ABD üstün gelse de kaybedecek. El Kaide’yi yenmek nasıl avantaj sağlamadıysa DEAŞ’ı mağlup etmek de ABD’ye bir şey kazandırmayacak…” Kazandırmadı da.

Küresel düzeyde kundakçılığa başlayan ABD’nin bugün Türkiye dâhil bütün müttefikleriyle güven ilişkileri sıfırlandı. Rakipleri ise giderek güçleniyor. ABD, ekonomide Çin’e karşı havlu atmak üzere. Küresel ekonominin yüzde 60’ı artık Çin ve Avrasya hinterlandında üretiliyor. Askeri olarak Ukrayna’da Rusya’ya karşı yeni bir hezimete uğradı. İslam dünyasını çevrelemek ve sıkıştırmak için devreye soktuğu Gazze’deki soykırım planı ters tepti.

Beyaz Saray’ın İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Avustralya ve Güney Kore gibi dostları Pekin’in IMF ve Dünya Bankası’na alternatif olarak kurduğu Asya Kalkınma Bankası’na katılmak için kuyrukta. Küresel ekonominin ağırlık merkezi olmaya başlayan Çin’in Aralık 2013’te Standart&Poors, Moody’s ve Fitch’ten oluşan ‘finansal şer ekseni’ne karşı kendi kredi kuruluşu Dagong’u kurması ise ABD’nin bölgedeki kanamasını daha da artırdı. Bu adım, Türkiye gibi ülkelerle uluslararası şirketlerin ‘finansal sağlığını’ keyfi kriterlerle zedeleyen lobilerin egemenliklerine ağır darbe indirdi.

Çin’den sonra Ukrayna üzerinden Rusya ile kapışan ABD, hegemonyasının köşe taşı olan Avrupa’nın merkez, doğu ve güney diye üçe bölünmesine yol açtı.

Hiç şüphe yok ki ABD en tarihi yenilgiyi Afganistan’da aldı. Af-Pak planı ile Hazar ve Orta Asya enerji kaynaklarını Afganistan-Pakistan hattıyla Basra Körfezi üzerinden dünya pazarlarına nakletme projesi çöktü. Böylece küresel egemenlik için hayati öneme sahip Avrasya’ya hâkim olma stratejisi akamete uğradı.

ABD’ye karşı en keskin hat ise Ortadoğu’da filizleniyor. Washington’un Tahran ile 1980’lerden beri yürüttüğü ‘gizli aşk’ ortaya çıkınca ihanete uğrayan Suudi Arabistan ve İsrail, küplere bindi. Türkiye ve Pakistan’ın kapısını aşındıran Körfez ülkeleri, İran’a karşı patronaj arayışına hız verdi. ABD’yi neredeyse ‘düşman’ ilan eden Tel Aviv ise artık Washington’a karşı Washington’dan mücadele ediyor.

İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, 4 Mart 2015’te Beyaz Saray’a rağmen ABD’yi ziyaret ederek Kongre’de konuştu. Ardından ABD’li 47 Senatör, Tahran’a 12 Mart 2015’te İsrail adına tehdit mektubu yazdı. “Obama gidici. Varacağınız nükleer anlaşmanın bizce bir hükmü yoktur” dediler.

ABD’yi karıştıran bu ikinci skandaldan sonra Obama, 17 Mart 2015’teki İsrail seçimlerinde Netanyahu’ya savaş açtı. Yahudi lobisine bağlı Amerikan medyası mücadelenin sonucunu çarpıcı başlıklarla aktardı. “Netanyahu kazanmadı, Obama kaybetti!” Obama yanlısı medya ise, “Netanyahu kazandı ama barış kaybetti!” karşılığını verdi.

Barack Obama gitti. Yerinde yeller esiyor. Netanyahu ise kaldı. Hâlâ da ABD’yi parmağında oynatmaya devam ediyor.

O zaman Obama’nın yardımcısı olan Joe Biden 2020’de başkanlık koltuğuna oturunca İsrail karşıtı ve İran yanlısı siyasetin yeniden devreye gireceği bekleniyordu. Ama tersi oldu. Çin, İran ile Suudi Arabistan’ı barıştırdı. Yahudi lobisi ve ABD derin devleti Gazze’deki soykırımla İran’ı sıkıştırma ve Rusya ile Çin ekseninden uzaklaştırma projesini devreye soktu. Fakat Gazze’deki ateş onları yakmaya ve saltanatlarını sarsmaya başladı. Ukrayna savaşında Rusya’ya her tür desteği veren İran, Gazze’deki krize doğrudan müdahil olmak yerine Husiler ve Hizbullah üzerinden vekil güçleriyle karşılık vermeyi seçti. Bunda Rusya, Türkiye ve Çin’in Tahran’a yaptığı “Siyonazi’lerin tuzağına düşmemesi” gerektiği yönündeki uyarıların etkili olduğu kanısı hâkim.

Gazze’deki soykırım projesinin bölgesel savaşa dönüşme senaryosu bir bakıma Türkiye, Rusya, Çin ve İran’ın birlikte izlediği kararlılık stratejisiyle engellendi.

Geldiğimiz aşamada Ukrayna ve Gazze’de batağa saplanan ABD ve diğer Batılı müttefikleri küresel yapıyı dizayn eden bir efendiden şimdi o sistemin sıradan oyuncularına dönüşüyor.

Nereden bakılırsa bakılsın bütün grand-stratejileri iflas eden bir ABD var karşımızda. Harvard’da ders veren tarihçi Niall Ferguson, bu kundakçı dış politikayı ‘çok beceriksizce’ diye aşağılıyor. Gazze ve Ukrayna’daki fiyaskolardan sonra ABD hegemonyasının erozyonu daha da hızlanacak.

Peki, bütün bu kaotik planlara neden başvuruyor ABD? Kazanmayacağı savaşlara neden girişiyor? Cevabı General Daniel P. Bolger veriyor. Irak ve Afganistan’daki tecrübelerini “Niye kaybettik?” kitabında aktaran General Bolger “Tek bir şey kazandık! O da zaman” diyor. Ancak Bolger ve diğerlerinin unuttuğu bir şey var. Zaman aynı zamanda herkesin olduğu gibi ABD’nin de en sinsi düşmanıdır.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

bercan tutar banner

Bercan TUTAR – 05 Mart 2024

 

ABD’nin bütün küresel stratejileri birer trajediye dönüşmeye başladı. Orta Asya’da Rusya, Pasifik’te Çin ve Ortadoğu’da Türkiye’ye karşı devreye soktuğu her senaryosu çöken Washington, tarihinin en büyük jeo-politik bozgununu yaşıyor. İlk yenilgisini İslam dünyasına karşı başlattığı saldırılarda alan ABD, teselliyi Pasifik ve Avrasya’da aradı. Burada da dikiş tutturamayınca küresel hedeflerini küçülttü.

Sistemdeki ‘pivot/oyun kurucu’ pozisyonunu terk ederek ‘rebalance/yeni denge arayışı’ politikasına yöneldi. Denge arayışı siyaseti de kar etmeyince ‘imbalance/dengesizlik’ bataklığına savruldu. Şimdi de benden sonrası tufan diyerek Ukrayna krizi ve Gazze’deki soykırım saldırılarında da görüldüğü üzere ‘jeo-politik kundakçılığa, kaos ve yıkıma soyundu.

ABD’nin yeni hinliği, hedef ülkeleri karıştırıp iç savaş çıkarttıktan sonra sahneden çekilmek. Ukrayna’dan çekilmeye başlayan ABD şimdi de soykırım yapması için her tür siyasi ve askeri desteği ve silahı sağladığı İsrail’in Gazze’deki katliamlarına karşı havadan yardım başlatarak insanlık ve savaş suçunu perdelemeye soyunuyor.

Bu kirli siyaseti ilk denediği bölge ise Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki Yeni Türkiye’nin; Arap Baharı, İhvan ittifakı ve Kürt açılımı ile hegemonlaşmaya başladığı İslam coğrafyası oldu. Türkiye’nin yükselişiyle 2003-2011 arasındaki bütün Ortadoğu stratejisi alt üst olan Washington, bu tarihten sonra İran öncülüğündeki Şii kartını devreye soktu.

İlk olarak Irak ve Suriye’de aynı anda başlatılan iç savaş projeleri ile Türk-Kürt ittifakı hedef alındı. Ardından Türkiye-İhvan ittifakına savaş açıldı. Anadolu’daki sessiz devrime karşı ilk kapsamlı küresel hamle olan Gezi kalkışmasından bir ay sonra Mısır’da 3 Temmuz 2013’te ABD destekli darbe gerçekleştirildi.

İşte bu nedenle yerel/küresel paralelciler, bölgeyi yangın yerine çeviren ABD ile onun kurşun askerleri Maliki, Esed, Süleymani, Sisi ve Hafter gibileri değil bu yangını söndürmeye çalışan Erdoğan’ı hedef seçti. Düşünebiliyor musunuz? Kundakçılar yerine ateşi söndürmeye koşan itfaiyeciyi suçladılar. Akıllara ziyan bir durum.

Çıkarı için her yeri ateşe veren ABD, Mısır’dan sonra Yemen ve Libya’da da Müslüman halkların özgür, adil ve müreffeh yaşama arzusunu darbeledi. Ama ne yapsa boş. Boston Üniversitesi’nde dersler veren Amerikalı tarihçi Andrew Bacevich’in kaydettiği gibi, “ABD üstün gelse de kaybedecek. El Kaide’yi yenmek nasıl avantaj sağlamadıysa DEAŞ’ı mağlup etmek de ABD’ye bir şey kazandırmayacak…” Kazandırmadı da.

Küresel düzeyde kundakçılığa başlayan ABD’nin bugün Türkiye dâhil bütün müttefikleriyle güven ilişkileri sıfırlandı. Rakipleri ise giderek güçleniyor. ABD, ekonomide Çin’e karşı havlu atmak üzere. Küresel ekonominin yüzde 60’ı artık Çin ve Avrasya hinterlandında üretiliyor. Askeri olarak Ukrayna’da Rusya’ya karşı yeni bir hezimete uğradı. İslam dünyasını çevrelemek ve sıkıştırmak için devreye soktuğu Gazze’deki soykırım planı ters tepti.

Beyaz Saray’ın İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Avustralya ve Güney Kore gibi dostları Pekin’in IMF ve Dünya Bankası’na alternatif olarak kurduğu Asya Kalkınma Bankası’na katılmak için kuyrukta. Küresel ekonominin ağırlık merkezi olmaya başlayan Çin’in Aralık 2013’te Standart&Poors, Moody’s ve Fitch’ten oluşan ‘finansal şer ekseni’ne karşı kendi kredi kuruluşu Dagong’u kurması ise ABD’nin bölgedeki kanamasını daha da artırdı. Bu adım, Türkiye gibi ülkelerle uluslararası şirketlerin ‘finansal sağlığını’ keyfi kriterlerle zedeleyen lobilerin egemenliklerine ağır darbe indirdi.

Çin’den sonra Ukrayna üzerinden Rusya ile kapışan ABD, hegemonyasının köşe taşı olan Avrupa’nın merkez, doğu ve güney diye üçe bölünmesine yol açtı.

Hiç şüphe yok ki ABD en tarihi yenilgiyi Afganistan’da aldı. Af-Pak planı ile Hazar ve Orta Asya enerji kaynaklarını Afganistan-Pakistan hattıyla Basra Körfezi üzerinden dünya pazarlarına nakletme projesi çöktü. Böylece küresel egemenlik için hayati öneme sahip Avrasya’ya hâkim olma stratejisi akamete uğradı.

ABD’ye karşı en keskin hat ise Ortadoğu’da filizleniyor. Washington’un Tahran ile 1980’lerden beri yürüttüğü ‘gizli aşk’ ortaya çıkınca ihanete uğrayan Suudi Arabistan ve İsrail, küplere bindi. Türkiye ve Pakistan’ın kapısını aşındıran Körfez ülkeleri, İran’a karşı patronaj arayışına hız verdi. ABD’yi neredeyse ‘düşman’ ilan eden Tel Aviv ise artık Washington’a karşı Washington’dan mücadele ediyor.

İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, 4 Mart 2015’te Beyaz Saray’a rağmen ABD’yi ziyaret ederek Kongre’de konuştu. Ardından ABD’li 47 Senatör, Tahran’a 12 Mart 2015’te İsrail adına tehdit mektubu yazdı. “Obama gidici. Varacağınız nükleer anlaşmanın bizce bir hükmü yoktur” dediler.

ABD’yi karıştıran bu ikinci skandaldan sonra Obama, 17 Mart 2015’teki İsrail seçimlerinde Netanyahu’ya savaş açtı. Yahudi lobisine bağlı Amerikan medyası mücadelenin sonucunu çarpıcı başlıklarla aktardı. “Netanyahu kazanmadı, Obama kaybetti!” Obama yanlısı medya ise, “Netanyahu kazandı ama barış kaybetti!” karşılığını verdi.

Barack Obama gitti. Yerinde yeller esiyor. Netanyahu ise kaldı. Hâlâ da ABD’yi parmağında oynatmaya devam ediyor.

O zaman Obama’nın yardımcısı olan Joe Biden 2020’de başkanlık koltuğuna oturunca İsrail karşıtı ve İran yanlısı siyasetin yeniden devreye gireceği bekleniyordu. Ama tersi oldu. Çin, İran ile Suudi Arabistan’ı barıştırdı. Yahudi lobisi ve ABD derin devleti Gazze’deki soykırımla İran’ı sıkıştırma ve Rusya ile Çin ekseninden uzaklaştırma projesini devreye soktu. Fakat Gazze’deki ateş onları yakmaya ve saltanatlarını sarsmaya başladı. Ukrayna savaşında Rusya’ya her tür desteği veren İran, Gazze’deki krize doğrudan müdahil olmak yerine Husiler ve Hizbullah üzerinden vekil güçleriyle karşılık vermeyi seçti. Bunda Rusya, Türkiye ve Çin’in Tahran’a yaptığı “Siyonazi’lerin tuzağına düşmemesi” gerektiği yönündeki uyarıların etkili olduğu kanısı hâkim.

Gazze’deki soykırım projesinin bölgesel savaşa dönüşme senaryosu bir bakıma Türkiye, Rusya, Çin ve İran’ın birlikte izlediği kararlılık stratejisiyle engellendi.

Geldiğimiz aşamada Ukrayna ve Gazze’de batağa saplanan ABD ve diğer Batılı müttefikleri küresel yapıyı dizayn eden bir efendiden şimdi o sistemin sıradan oyuncularına dönüşüyor.

Nereden bakılırsa bakılsın bütün grand-stratejileri iflas eden bir ABD var karşımızda. Harvard’da ders veren tarihçi Niall Ferguson, bu kundakçı dış politikayı ‘çok beceriksizce’ diye aşağılıyor. Gazze ve Ukrayna’daki fiyaskolardan sonra ABD hegemonyasının erozyonu daha da hızlanacak.

Peki, bütün bu kaotik planlara neden başvuruyor ABD? Kazanmayacağı savaşlara neden girişiyor? Cevabı General Daniel P. Bolger veriyor. Irak ve Afganistan’daki tecrübelerini “Niye kaybettik?” kitabında aktaran General Bolger “Tek bir şey kazandık! O da zaman” diyor. Ancak Bolger ve diğerlerinin unuttuğu bir şey var. Zaman aynı zamanda herkesin olduğu gibi ABD’nin de en sinsi düşmanıdır.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.