Bercan TUTAR – 05 Aralık 2023
Soykırımcı İsrail ile suç ortağı ABD için geri sayım başladı. Gazze’yi 60 gündür insanlık tarihinin görüp görebileceği en barbar katliamların tema parkı haline getirseler de yaklaşan sondan kurtulamayacaklarını onlar da biliyor ve görüyor. Sadece küresel kamuoyunun tepkisi, insanlığın ayağa kalkan vicdanı değil çağımızın küresel jeo-politik dinamikleri de bu iki sömürgeci ve barbar aktör için artık zamanın dolduğunu gösteriyor. Raf ömürleri doldu.
Siyonist-Evanjelik Amerikalı idealistlerin devreye soktuğu bütün planları birer birer çöktü. Irak, Afganistan, Ukrayna, Suriye, Libya, Karabağ ve Doğu Akdeniz’de nasıl hezimete uğradılarsa Gazze’de de aynı akıbeti yaşayacaklar. Bundan kurtuluş yok. Zira bunu ilk ağızdan dile getirenler bizzat ABD’nin resmi kurumlarına danışmanlık yapan realist isimler. Örneğin ABD’nin yirminci yüzyılının sanıldığı gibi zaferlerle değil yenilgilerle dolu olduğunu vurgulayan Soğuk Savaş döneminin entelektüel kahramanlarından Jeanne Kirkpatrick daha 1990’ların ortalarında ABD’yi Soğuk Savaş zaferinin tadını çıkarmaya ve bir kez daha “normal bir zamanda normal bir ülke” olmaya çağırmıştı.
“ABD Anayasası ve hükümetinden bağımsız olarak bulunabilecek mistik bir Amerikan misyonu veya amacı olmadığını” yazan Kirkpatrick, pek çok dış politika elitinin “küreselci tutumunu” şiddetle kınayan bir realistti. Dünyayı demokratikleştirmenin ABD’nin gücü dahilinde olmadığının altını defalarca çizen Kirkpatrick, “Dış politikadaki Haçlı seferlerine son vermeliyiz. Soyut idealler adına yurtdışına yapılan gereksiz askeri müdahaleler artık son bulmalı. Demokrasi ihracı durdurulmalı. Dünyayı Amerika’nın ideolojisine, değerlerine ve zihnimizdeki imaja göre yeniden yaratma çabalarından vazgeçmeliyiz” diyordu.
Ancak Henry Kissinger’ın “Diplomasi” (1994) kitabında da vurguladığı üzere ABD sadece 18 ve 19. yüzyılda realist politikalar izledi. Ondan sonraki 20. Yüzyılın başından bu yana Amerikan dış politikası her açıdan hayalperestlerin denetimine geçti.
Özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra Amerikan dış politikası, Amerikan ulusal çıkarlarının sofistike bir yansımasından ziyade dışarıdan ve içeriden müdahalelerle şekillenen Siyonist-Evanjelik ve ardından da Siyonazist bir çizgiye kaydı.
Şu an izlenen stratejiler Eski Dünya diplomasisinden oldukça uzak. Sömürgeci Batılı Aydınlanmanın evrensel diye dünyaya pazarlanan “demokrasi, insan hakları, barış, istikrar, kalkınma, özgürlük ve milletlerin kendi kaderlerinde hükmetmesi” şeklindeki değerleri gerçek amaçları için kullanılmadı. ABD ve Avrupa’nın emperyalist hedefleri için bu değerler birer soykırım ve katliam aracına dönüştürüldü.
Daha önceleri “ulusal çıkar evrensel bir hukuk sistemine bağlı kalmaktan ibarettir” diyen ABD ve müttefikleri günümüzde en büyük haydut devlete, hak ve hukuk tanımayan biber soykırımcı ve ırkçı barbara dönüşmüş durumda. Joe Biden gibi liderler ABD’yi ve dünyayı “Siyonizm” adına bitmek bilmeyen sömürgeci Haçlı seferlerine sürüklüyor.
Şu an ABD’nin liderliğini yaptığı Batılı Siyonazist dünya terör devleti İsrail ile birlikte mit ve safsatalara dayalı ütopik ideallerle Filistin’de sistematik katliamlar yapıyor. “Süt ve su” yerine “kan ve demir” politikasını seçiyorlar. Dünyayı olduğu gibi algılayan devlet adamı niteliklerinden uzak olan Batılı siyasiler, bugün İsrail’in soykırımlarına destek veren birer psikopat ruhlu seri katilden farksızdır. Sömürgeci Siyonist ideallerine göre mükemmel bir dünya yaratmaya çalışan saplantılı, travmatik birer sadist gibi davranıyorlar.
Amerikan dış politikası, demokrasi ve insan hakları adına haçlı seferlerine, Amerika’nın “günahları” üzerinden yıkıcı bir şekilde kendini kırbaçlama nöbetlerine, hayatları ve kaynakları boşa harcayan gerçekleştirilemez hedeflere ve dış politikayı neyin oluşturduğuna dair geniş tartışmalara yol açan “askeri ve ahlaki” bir hezimete doğru ilerliyor.
Bunun nedeni de Robert Nisbet’in ‘The Present Age’de işaret ettiği gibi Eisenhower’ın “askeri-endüstriyel kompleks” ve ulusal güvenlik devleti olarak adlandırdığı şeyin büyümesidir. Yani savaşlardan kâr elde eden kurumlar, kuruluşlar ve işletmelere dönüşmesidir ABD’nin.
Bunu Siyonist İsrail’in Gazze soykırımına verdiği destekte de görüyoruz. Fakat Netanyahu ve suç ortağı Biden’ın da sonu Teksas Valisi George W. Bush gibi olacak.
Başkan olduktan sonra 11 Eylül 2001 saldırıları bahanesiyle demokrasiyi tüm Ortadoğu’ya ve ötesine yaymak için bir Haçlı seferi başlatan Bush, Afganistan ve Irak’ı Amerika’nın imajına göre yeniden yaratmaya çalıştı. Bu, Amerikan askeri personelinin hayatlarını iki devasa yenilgiyle boşa harcayan ve Amerika’nın dikkatini Komünist Çin’in büyüyen gücünden uzaklaştıran nafile ve felaket bir politikaydı. Bush ayrıca NATO’yu genişletti ve 2008’de NATO’yu Ukrayna ve Gürcistan’ı kabul etmeye açıkça çağırdı. Barack Obama, yalnızca bir Wilsoncunun inanabileceği bir fikir olan “Arap Baharı”nı benimsediğinde Bush’un hatalarını daha da artırdı ve kendi hatalarından birkaçını ekledi. Donald Trump bile en azından Wilsoncu dünya görüşünü reddetmesine ve ülkeyi “Önce Amerika” dış politikasına yönlendirmeye çalışmasına rağmen NATO’nun genişlemesine devam etti. Ve dış politika kurumunun büyük bir direnişiyle karşılaştı.
Ne var ki Rusya’nın Ukrayna operasyonu ve İsrail’in soykırıma dayalı Gazze saldırısı, Wilsoncuları hükümet içinde ve dışında yeniden canlandırdı. Askeri-endüstriyel kompleks yüksek vitese geçti. Biden ve diğer Evanjelik-Siyonistler ile medya korosu ABD’yi adım adım yeni savaşlara sürüklüyor. Randolph Bourne, Birinci Dünya Savaşı sırasında “Savaş, devletin sağlığıdır” demişti . Aynı zamanda savunma sanayinin de sağlığıdır ve basılı, elektronik ve televizyon medyasında popüler manşetlere ve en çok konuşulan haberlere konu olur. Afganistan ve Irak savaşlarını destekleyen aynı kanaat önderlerinden bazıları, ABD’nin Rusya-Ukrayna savaşına daha derin müdahil olmasını teşvik etme konusunda ön planda ve merkezde yer alıyor. ABD tarihinde ilk kez, Ukraynalıların özgürlüğü ve bağımsızlığı dış politika kurumu tarafından Amerikan ulusal çıkarları açısından hayati olmasa da önemli sayıldı.
Benzer bir tutum İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarında da sergileniyor. Biden açık açık Gazze’de kırmızıçizgileri olmadığını belirterek barbar İsrail’e her tür katliamı yapması için açık çek verdi.
Angelo Codevilla’nın son kitabı “America’s Rise and Fall Among Nations”da (2022) çok zekice açıkladığı gibi Washington, Hamilton ve Quincy Adams gibi devlet adamları “Önce Amerika” diyerek bir dış politika izlediler. Diğer uluslarla duygusal bağlardan kaçındılar ve ülkeyi savaşa sürükleyebilecek yabancı karışıklıklardan kaçınmaya çalıştılar. Amerika’nın ilk “yönetici sınıfı”, demokrasi ve insan hakları için küresel Haçlı seferleri yerine Amerika’nın gerçek ulusal çıkarlarını destekledi. Woodrow Wilson’ın başkanlığıyla birlikte, Amerika’nın yeni egemen sınıfı olan savaş lobisinin denetimindeki “Siyonistler, Neo-conlar ve liberal şahinler” ise dış politikayı Amerika’nın “öncelikli ilgisinin bir bütün olarak insanlıkla ve Amerika’yla yalnızca rastlantısal ve türevsel olarak kalması gerektiği” fikrine dayandırdılar. Böylece sadece Amerikan vatandaşlarının değil ‘sözde dünya vatandaşları’nın çıkarlarını da gözeten silah makinesi ABD’yi savaş bağımlısı bir devlete dönüştürdüler. Ancak artık savaş makinesi eskisi gibi kazanamıyor. Onun silahlarından daha iyisini Rusya, Çin ve Türkiye yapıyor. Artık insan hakları ve demokrasiyi sözde bile olsa savunamayan ABD, geldiğimiz aşamada Siyonist İsrail’in soykırımlarının suç ortağı olacak kadar alçalmış halde.
Bu stratejik pespayelik ve lümpenlik ABD başta olmak üzere Avrupa’nın çöküşünü her geçen gün daha da hızlandırıyor. Gazze bu anlamda bir milat oldu. ABD ve Avrupa’nın Siyonazi maskesini ortaya çıkardı. Siyonist İsrail’in nasıl insanlık düşmanı bir rejim olduğunu dünyaya kanıtladı. Bu aşamadan sonra ABD ve taşeronu İsrail’in bu sömürgeci stratejileri sürdürerek var olması çok zor. Raf ömürleri doldu artık. ABD pılını pırtını toplayıp evine dönecek. İsrail de işlediği suçların cezasını çekip hesap verecek.