Geleceğinde söz sahibi olduğumuz yeni NATO projesi Yeni Türkiye’nin de jeo-politik şahlanışının filigranı olacaktır…
Bercan TUTAR – 20 Şubat 2024
Dışişleri Bakanlığı ve Milli Savunma Bakanlığı’nın Türkiye’nin NATO’ya üyeliğinin 72. yıl dönümü mesajlarında en dikkat çekici ifade buydu. Hatırlanacağı üzere Türkiye’nin NATO üyeliğine ilişkin protokol 17 Ekim 1951 tarihinde imzalandı. Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’ne (North Atlantic Treaty Organization/NATO) Türkiye Cumhuriyeti’nin katılmasına dair kanun 18 Şubat 1952 tarihinde kabul edildi ve ülkemiz Yunanistan’la birlikte anılan tarihte NATO’ya üye oldu.
Dışişleri Bakanlığı’nın X hesabından yapılan paylaşımda, şunlar kaydedildi: “Dünyanın içinden geçmekte olduğu emsalsiz sınamalarla dolu bu olağanüstü dönemde, İttifak için eşsiz ve vazgeçilmez konumunu muhafaza eden ülkemizin NATO’ya üyeliğinin 72. yıl dönümünü kutluyoruz. Müttefikliğin temeli olan dayanışma ruhuyla uluslararası barış ve istikrarı desteklemeye, NATO’nun geleceğinde söz sahibi olmaya devam edeceğiz.”
Milli Savunma Bakanlığı da (MSB), NATO’ya katılmamızın yıl dönümü nedeniyle “Ülkemiz, NATO’nun güçlü ve güvenilir bir üyesi olarak bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da NATO’ya önemli katkılarda bulunmayı sürdürecektir” açıklaması yaptı.
MSB’nin sosyal medya hesabından yapılan paylaşımda, “Ülkemizin NATO’ya katılışının 72’nci yıl dönümünü kutluyoruz. Ülkemiz ittifaka dâhil olduğu günden bu yana üstlendiği her türlü görevi başarıyla yerine getirmiş ve getirmeye devam etmektedir” ifadesine yer verildi.
Türkiye’nin NATO’nun ikinci büyük ordusu olarak ittifakın merkezinde yer aldığı vurgulanan paylaşımda, şunlar kaydedildi: “Türkiye, NATO Kara Komutanlığına ve NATO kuvvet yapısındaki yüksek hazırlık seviyeli kara kuvveti karargâhından biri olan NATO Hızlı Konuşlandırılabilir Kolordu Karargâhı’na da (3’üncü Kolordu Komutanlığı) ev sahipliği yapmaktadır. Ülkemiz, NATO’nun güçlü ve güvenilir bir üyesi olarak bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da NATO’ya önemli katkılarda bulunmayı sürdürecektir.”
Türkiye son olarak, Finlandiya ve İsveç’in üyelik süreçlerinde görüldüğü üzere NATO’nun açık kapı politikasına verdiği destekle ittifaktaki önemini perçinlemişti.
ABD, 11 Eylül 2001 saldırılarıyla aslında Ortadoğu’yu yeniden dizayndan çok Afganistan üzerinden Avrasya ve Hint-Pasifik sahasını denetim altına almayı hedefliyordu. Bunun yolu da NATO’nun Atlantik parantezinden çıkarılıp ABD’nin çıkarlarına hizmet eden küresel bir aparat haline getirilmesinden geçiyordu.
Nitekim Adnan Akfırat’ın Aydınlık’ta yayımlanan 13 Mayıs 2023 tarihli “Doğuya attığı her adım NATO’yu mezarına yaklaştırıyor!” başlıklı yazısında işaret ettiği gibi “New York’taki 11 Eylül tertibi, NATO tarihinde ilk kez Kuzey Atlantik Antlaşması’nın 5. maddesinin uygulanmasına neden oldu. Maddeye göre bir üyeye yapılan saldırı tüm üyelere yapılmış sayılmaktaydı. 4 Ekim 2001’de NATO, saldırıların 5. madde hükümlerine uygun olduğuna karar verdi ve 20 yıl süren ve yenilgiyle biten Afganistan saldırısını başlattı…”
Afganistan işgaliyle birlikte küresel NATO projesi ilk kez Asya- Pasifik bölgesinde arzı endam etmeye başladı. Avustralya, Yeni Zelanda ve Singapur Afganistan’a asker gönderirken Japonya ve Güney Kore de lojistik destek verdi.
NATO’nun Haziran 2023’teki son zirvesinin sonuç bildirisinde Rusya ve Çin açıkça hedef alındı. Finlandiya ve İsveç’in NATO üyelikleri ABD’nin Balkanlar, Karadeniz ve Doğu Avrupa yanında yeni nüfuz sahası olarak belirlediği Baltık ve Kuzey Buz Denizi üzerinden küresel NATO projesini daha da genişletmesi anlamına geliyor.
Bundan sonraki aşama yeni kaotik projelerle NATO’nun Kafkasya, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya demir atmasıdır. Ama küresel NATO projesinde ABD şu an önceliği Hint-Pasifik’e vermiş durumda. Rusya’dan sonraki hedefin Çin olduğunu zaten saklamıyorlar.
Afganistan işgali ile başlayan projenin ikinci adımı 2007’de Japonya, Hindistan, Avustralya ve ABD arasında imzalanan ‘Dörtlü Güvenlik Diyaloğu/QUAD’ ile atıldı. ABD geçen yıl da Ortadoğu ve Orta Asya QUAD stratejileriyle küresel NATO projesinin askeri altyapısını inşa etmeye devam etti. Yeni QUAD’lara ek olarak 15 Eylül 2021’de Avustralya, İngiltere ve ABD arasında imzalanan güvenlik anlaşması AUKUS da bu çerçevede ‘Pasifik NATO’sunun yeni aşaması olarak görülüyor.
Zaten BD Başkanı Joe Biden hem 13 Mayıs 2023’te Washington’da dışişleri bakanlığında Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği’yle düzenlenen ABD-ASEAN zirvesinde hem de 24 Mayıs’ta Avustralya, Japonya ve Hindistan’ın katılımıyla yapılan Tokyo’daki QUAD zirvesinde hedeflerinin ‘Açık ve özgür bir Hint-Pasifik bölgesi’ olduğunu bir kez daha vurguladı.
Biden’ın stratejik ortağı İngiltere’nin Dışişleri Bakanı Liz Truss da 27 Nisan 2023’te “NATO, küresel bir bakış açısına sahip olmalıdır. Pasifik’in korunması için Japonya ve Avustralya ile birlikte Hint- Pasifik’teki tehditleri önlememiz gerekiyor. Tayvan gibi demokrasilerin kendilerini savunabilmelerini sağlamalıyız” demişti.
NATO’nun 2030’a kadar Asya-Pasifik’teki yayılmasını tamamlaması planlanıyor. Bu çerçevede öncelikli amaç ASEAN üyesi olan Filipinler, Myanmar, Tayland, Endonezya, Singapur, Brunei, Vietnam, Laos ve Kamboçya’nın QUAD üyesi Avustralya, Hindistan ve Japonya ile birlikte NATO’ya katılmasıdır.
Ne var ki ABD’nin Kuzey Kutbu ve Baltık Denizi ile Asya- Pasifik’e kadar uzanan küresel NATO projesini gerçekleştirmesi kilit ülke Türkiye’ye bağlı. İsveç ve Finlandiya üyeliklerinde de görüldüğü üzere Türkiye’nin onayı olmadan ABD’nin bu senaryoyu hayata geçirmesi çok zor. Dolayısıyla Türkiye’nin olduğu veya olmadığı bir NATO projesi her açıdan hem ABD’nin hem de ABD’nin boğmaya çalıştığı yenidünyanın geleceğini belirlemede etkili olacaktır. Litvanya’daki son NATO Zirvesi, aynı zamanda 31 üyesiyle 1 milyar insanın güvenliğini sağlayan dünyadaki en büyük askeri ittifakın üç ayrı paradoksunu da gözler önüne serdi. Unutmayalım ki ekonomik açıdan da NATO üyelerinin toplam cirosu 32.4 trilyon dolara ulaşıyor. Başka bir deyişle NATO üyesi ülkelerin dünya ekonomisindeki payı yüzde 45’i buluyor. Bu devasa üstünlüklerine rağmen zirvede de görüldüğü üzere NATO, iç ve dış dinamiklerden kaynaklanan paradokslarını hâlâ aşabilmiş değil.
İlk paradoks, NATO’daki genişleme ile birlikte ittifak içindeki bölünmenin de giderek derinleşmesidir. Nitekim ABD ve Almanya, Ukrayna’nın hemen üye yapılmasına karşı çıkarken başta Baltık ülkeleri olmak üzere doğu kanadı Kiev’in bir an önce üye yapılmasını savundu.
NATO ile ilgili ikinci paradoks, ittifakın üye ülkelerin çıkarlarından ziyade ABD’nin Avrupa, Baltık ve Pasifik’teki çıkarlarına göre yapılanmasıdır. Ukrayna krizinden sonra Almanya’nın destek verdiği bağımsız Avrupa ordusu süreci başka bir bahara kalırken Fransa’nın her platformda seslendirdiği Avrupa’nın stratejik özerkliğini güçlendirme hamlesi de ağır bir darbe yedi. NATO, Soğuk Savaş’taki gibi yeniden ABD’nin bir imperium (emperyalist hâkimiyet) aracına dönüştü.
Üçüncü ve en hayati paradoks ise NATO’nun ABD öncülüğünde devreye soktuğu yeni güç modelinin Rusya ve Çin gibi aktörlerin dışarıdan Türkiye ve Almanya gibi aktörlerin ise içeriden yaptığı basınçla istenilen randımanı verememesidir.
Ancak bütün bu dilemmalara rağmen NATO’nun Rusya ve Çin’i hedef alan II. Soğuk Savaş yapılanması, üç aktörün maksimum fayda sağlamasına yol açıyor. En büyük faydayı elde eden kuşkusuz ABD. Yeni NATO konseptiyle ABD hem müttefiklerini konsolide edip sahaya sürdü hem de Avrupa’nın askeri, siyasi ve ekonomik özerklik sürecini baltaladı.
Avrupa Birliği’nin (AB) üye sayısı 28’de kalırken ABD’nin patronu olduğu NATO’nun üyeleri İsveç ve Finlandiya’nın katılımıyla 31’e çıktı.
Yani ABD’nin ittifakı olan NATO’ya üye olan Avrupalı ülke sayısı Avrupa’nın kendi ittifakı olan AB’den fazla. Bu da Ukrayna krizi ile başlayan uzun soluklu yeni Soğuk Savaş’ta AB’nin NATO’ya giderek daha çok bağımlı kalacağını gösteriyor.
NATO’daki yapılanmadan en fazla çıkar sağlayan ikinci ülke Rusya. Çünkü Rusya, NATO’nun temel taşı olan ‘caydırıcılık ve savunma’ gibi stratejik kavramlarını boşa çıkarıyor.
Haliyle ABD, Ukrayna’yı ittifaka almayarak hem Rusya’dan çekindiğini hem de savaşı uzatarak avantajını daha da artırmaya çalıştığını gösterdi. Topçu mermisi ve mühimmatı biten ABD, sırf kriz derinleşsin diye bazı müttefiklerin itirazına rağmen savaş suçu kapsamına giren misket bombalarını Ukrayna’ya gönderme kararı aldı.
Oysa savaşın uzaması Rusya’ya, Ukrayna krizini de Gürcistan ve Moldova’dakiler gibi dondurarak nüfuzunu hem alan hem zaman bakımından yayma imkânı verecektir. Zira çözülmemiş sorunlar, Moskova’ya bu ülkelerin yönü üzerinde güçlü bir etki ve Avrupa-Atlantik toplumuna entegrasyonları konusunda fiili bir veto kazandırıyor.
NATO’nun ‘yeni güç modeli’nden en fazla avantaj sağlayan üçüncü aktör ise Türkiye.
Nitekim büyük güçler arasındaki mücadelede kendi eksenine ve çıkarlarına göre hareket eden Türkiye, her iki tarafla da ilişkilerini devam ettirerek stratejik kazançlarını her geçen gün artırıyor.
Son NATO zirvesinde bunu bir kez daha gördük. Bu yeni stratejik özerklik sayesinde Türkiye hem bölgesinde hem küresel sahnede ağırlık merkezine dönüşerek yeni dengelerin oluşmasını sağlıyor.
Dolayısıyla yeni Soğuk Savaş ve küresel güçler arasındaki mücadelenin yeni formu olarak karşımıza çıkan NATO’nun yeni güç modelini ve projelerini bir anlamda Yeni Türkiye’nin jeo-politik şahlanışının filigranı şeklinde görmek gerekir.