‘Düşman kavi, talih zebun!’

Bercan TUTAR – 15 Mart 2024

 

Bugün, Uluslararası İslamofobi ile Mücadele Günü… BM tarafından 2022’de belirlenen ve her yıl 15 Mart’ta dünya çapında anılan bu gün, 2019’da Yeni Zelanda’da Brenton Tarrant isimli teröristin Nur Camisi’ne düzenlediği ve 51 kişiyi katlettiği saldırıdan sonra kabul edildi. BM’nin böyle bir kararı kabul etmesi Batı’daki sistemli İslam düşmanlığını görmemizi perdelememeli.

Çünkü İslamofobi’yi yani İslam düşmanlığını küresel bir strateji haline getiren Batı dünyası geldiğimiz aşamada ırkçılık ve soykırımın her tür bataklığına arsızca ev sahipliği yapmayı sürdürüyor. Bu bağlamda Avrupa ve ABD’deki İslam düşmanlığı bireysel bir reaksiyon değil Batı’dan İslam dünyasına doğru yönelmiş ve yüzyıllardır da devam eden sistemli bir kolonyalist stratejidir. Brenton Tarrant gibi Hristiyan teröristleri bu siyasi atmosferin özenle yetiştirdiği psikopatlar olarak görmek lazım. Batılı liderlerin kolektif şekilde Gazze’deki soykırım saldırılarına verdiği destek de zaten İslam ve Müslüman nefretinin Hristiyan dünyasında ne kadar kökleştiğinin en somut kanıtıdır. Gazze’deki saldırılardan sonra batılı halkların gözünde her ne kadar Müslümanların imajı biraz değişse de bir bütün olarak Batılı siyaset ve yönetici sınıfı, sistemli İslam düşmanlığından vazgeçmiş değil.

Bu bağlamda İslamofobi sadece uzak ve bireysel bir endişe değil, aynı zamanda hem dünyadaki bireyler ve topluluklar hem de Gazze’de de gördüğümüz üzere Müslüman halklar ve devletler için de ciddi bir küresel güvenlik tehdididir.

Bu tehdidi ancak Batılı ırkçı ve sömürgeci sistemi gerileterek ve yok ederek bertaraf edebiliriz. Bu da ancak Batı dışı dünyanın çoğulculuk, çeşitlilik ve hoşgörü temelinde yeni bir dünya inşa etmesiyle mümkündür.

Dünya sadece Ukrayna ve Gazze’deki krizlerle değil; aynı zamanda ekolojik bozulma, artan eşitsizlik, kültürel erozyon, fiziksel ve zihinsel sağlığın bozulması, anlam yokluğu ve inanç değerlerinin zayıflamasıyla da karşı karşıya.

Teknoloji bizi etkili bir şekilde tek bir dünya haline getirecek şekilde birbirine bağladı. Peki, farklı zihniyetleri, kurumları, kültür ve devletleri nasıl adil bir ilişkiye ve iletişime sevk edebiliriz?

Dünya, Batı liderliğine meydan okunuyor. Batı değerlerine de. Batı’nın liberal piyasa medeniyetinin nasıl çocuk soykırımcısı bir Siyonazi savaş makinesi olduğunu görüyoruz Gazze’de. Batı emperyalizminin vahşi tezgâhından geçenler için liberal değerlerin hepsi mavallardır, içi boş masallar ve safsatalardır.

Batı’nın yüz yıllarca uyguladığı kölelik dehşetine, yerli halkların soykırımına ve emperyalizmin aşağılamalarına ek olarak İkinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında da ABD’nin sivil nüfusa yönelik acımasız bombardımanları, Japonya’ya atom bombası atmasını, Almanya’daki Holokost’u Vietnam, Kamboçya ve Filistin’deki kitlesel katliam ve soykırımlarını gördü dünya.

Avrupa ve Amerikan askeri teknolojisi dünya liderliği için gereken hem manevi, ahlaki ve kültürel sermayeden hem de insani değerlerden yoksundur.

Şimdi dünya Batılı olmayan bir liderlik ve farklı medeniyet değerlerine dayalı bir dünya düzeni arayışında. Zira Batı’nın kapitalist sisteminin lokomotiflerinden olan ulus devletlerarasındaki üstünlük rekabeti artık yavaş yavaş sona eriyor. Karşılaştığımız krizler kapitalizme ve seküler ulus devletlere dayalı Batılı küresel modernitenin artık en üst sınırlarına dayandığına ve tıkandığına işaret ediyor. Ekolojik çöküş, nükleer savaş tehdidi, artan ekonomik sefalet, yabancı düşmanlığı ile ahlaki ve manevi pusulanın yokluğu sadece tüm modern ulusları değil geleneksel toplumları da derinden etkiliyor.

Liberal Batı tarafından teşvik edilen küreselleşme; kalıcı barışı, adaleti, istikrarı, huzuru ve eşit olarak dağıtılan maddi bolluğu sağlayamıyor. Bu nedenle bu vaatlerin, diğer Batılı evrensel masalların ve meta anlatıların foyası çoktan ortaya çıktı. Haliyle kaynakların sınırlı olduğu ve insanların çevresel sınırlara uyum sağlamak zorunda olduğu bir dünyada bu sözler tutulamazdı, tutulamadı da zaten.

Bu nedenle yeni bir arayış var insanlarda. Hem Batı’da hem de Doğu’da. Fakat Batı dışı dünya ancak Batı’nın dayattığı ulus devlet ve neo-liberal ekonomik kurallara alternatif bir yönetim modeli bulunabilirse insanlık için bir reçeteye dönüşebilir. Yoksa batılı emperyalist siyasetin klonlanmış hali olmaktan kurtulunamaz.

Unutmayalım ki Batılı aklın dayattığı modernite nedeniyle İslam’ın siyasallaştırılmış versiyonları bir bakıma Osmanlı evrenselliği ve kozmolojisine dayalı milletler sistemiyle temsil edilen kültürel çeşitliliği, sufizmi ve farklı gelenekleri bir kenara iterek ötekileştirdi, değersizleştirdi.

Ulus-devlet aynı zamanda Müslüman fakihlerin, hukukçuların, âlim ve bilim adamlarının etkisini de sıfırladı. Batılı ulus devlet zihniyeti adeta tek egemen dine, kültüre, geleneğe, tarihe ve ahlaka dönüştü. Eğer yeni bir dünya kurulacaksa ilk olarak Batı’nın Batı dışı toplumlara empoze ettiği Protestan Hristiyanlıktan ilhamla inşa edilmiş kapitalist değerlerle, Katolik Hristiyanlığın siyasi temellerine ve aksiyomlarına dayalı ulus devlet anlayışını ve bu anlayışın simgelediği bütün tuzak değerleri, zihniyeti ve paradigmayı aşmak gerekir.

Dolayısıyla Batılı dünyayı ve değerlerini ekarte etmek öyle sanıldığı gibi kolay değil. Hele hele Batı’ya alternatif olabilecek yeni bir dünya kurmak çok daha meşakkat, bilgi, derinlik ve dirayet gerektiriyor. Hiçbir şey göründüğü gibi değil.

Şairin dediği gibi, “Dost bi-vefâ, felek bi-rahm, devran bi-sükûn/Dert çok, hemdert yok, düşman kavi, talih zebûn!” Bugünün diliyle tekrarlarsak “Dost vefasız, felek acımasız, dünya huzursuz/ dert çok, dert ortağı yok, düşman güçlü, talih zayıf…”

bercan tutar bariz

Bercan TUTAR – 15 Mart 2024

 

Bugün, Uluslararası İslamofobi ile Mücadele Günü… BM tarafından 2022’de belirlenen ve her yıl 15 Mart’ta dünya çapında anılan bu gün, 2019’da Yeni Zelanda’da Brenton Tarrant isimli teröristin Nur Camisi’ne düzenlediği ve 51 kişiyi katlettiği saldırıdan sonra kabul edildi. BM’nin böyle bir kararı kabul etmesi Batı’daki sistemli İslam düşmanlığını görmemizi perdelememeli.

Çünkü İslamofobi’yi yani İslam düşmanlığını küresel bir strateji haline getiren Batı dünyası geldiğimiz aşamada ırkçılık ve soykırımın her tür bataklığına arsızca ev sahipliği yapmayı sürdürüyor. Bu bağlamda Avrupa ve ABD’deki İslam düşmanlığı bireysel bir reaksiyon değil Batı’dan İslam dünyasına doğru yönelmiş ve yüzyıllardır da devam eden sistemli bir kolonyalist stratejidir. Brenton Tarrant gibi Hristiyan teröristleri bu siyasi atmosferin özenle yetiştirdiği psikopatlar olarak görmek lazım. Batılı liderlerin kolektif şekilde Gazze’deki soykırım saldırılarına verdiği destek de zaten İslam ve Müslüman nefretinin Hristiyan dünyasında ne kadar kökleştiğinin en somut kanıtıdır. Gazze’deki saldırılardan sonra batılı halkların gözünde her ne kadar Müslümanların imajı biraz değişse de bir bütün olarak Batılı siyaset ve yönetici sınıfı, sistemli İslam düşmanlığından vazgeçmiş değil.

Bu bağlamda İslamofobi sadece uzak ve bireysel bir endişe değil, aynı zamanda hem dünyadaki bireyler ve topluluklar hem de Gazze’de de gördüğümüz üzere Müslüman halklar ve devletler için de ciddi bir küresel güvenlik tehdididir.

Bu tehdidi ancak Batılı ırkçı ve sömürgeci sistemi gerileterek ve yok ederek bertaraf edebiliriz. Bu da ancak Batı dışı dünyanın çoğulculuk, çeşitlilik ve hoşgörü temelinde yeni bir dünya inşa etmesiyle mümkündür.

Dünya sadece Ukrayna ve Gazze’deki krizlerle değil; aynı zamanda ekolojik bozulma, artan eşitsizlik, kültürel erozyon, fiziksel ve zihinsel sağlığın bozulması, anlam yokluğu ve inanç değerlerinin zayıflamasıyla da karşı karşıya.

Teknoloji bizi etkili bir şekilde tek bir dünya haline getirecek şekilde birbirine bağladı. Peki, farklı zihniyetleri, kurumları, kültür ve devletleri nasıl adil bir ilişkiye ve iletişime sevk edebiliriz?

Dünya, Batı liderliğine meydan okunuyor. Batı değerlerine de. Batı’nın liberal piyasa medeniyetinin nasıl çocuk soykırımcısı bir Siyonazi savaş makinesi olduğunu görüyoruz Gazze’de. Batı emperyalizminin vahşi tezgâhından geçenler için liberal değerlerin hepsi mavallardır, içi boş masallar ve safsatalardır.

Batı’nın yüz yıllarca uyguladığı kölelik dehşetine, yerli halkların soykırımına ve emperyalizmin aşağılamalarına ek olarak İkinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında da ABD’nin sivil nüfusa yönelik acımasız bombardımanları, Japonya’ya atom bombası atmasını, Almanya’daki Holokost’u Vietnam, Kamboçya ve Filistin’deki kitlesel katliam ve soykırımlarını gördü dünya.

Avrupa ve Amerikan askeri teknolojisi dünya liderliği için gereken hem manevi, ahlaki ve kültürel sermayeden hem de insani değerlerden yoksundur.

Şimdi dünya Batılı olmayan bir liderlik ve farklı medeniyet değerlerine dayalı bir dünya düzeni arayışında. Zira Batı’nın kapitalist sisteminin lokomotiflerinden olan ulus devletlerarasındaki üstünlük rekabeti artık yavaş yavaş sona eriyor. Karşılaştığımız krizler kapitalizme ve seküler ulus devletlere dayalı Batılı küresel modernitenin artık en üst sınırlarına dayandığına ve tıkandığına işaret ediyor. Ekolojik çöküş, nükleer savaş tehdidi, artan ekonomik sefalet, yabancı düşmanlığı ile ahlaki ve manevi pusulanın yokluğu sadece tüm modern ulusları değil geleneksel toplumları da derinden etkiliyor.

Liberal Batı tarafından teşvik edilen küreselleşme; kalıcı barışı, adaleti, istikrarı, huzuru ve eşit olarak dağıtılan maddi bolluğu sağlayamıyor. Bu nedenle bu vaatlerin, diğer Batılı evrensel masalların ve meta anlatıların foyası çoktan ortaya çıktı. Haliyle kaynakların sınırlı olduğu ve insanların çevresel sınırlara uyum sağlamak zorunda olduğu bir dünyada bu sözler tutulamazdı, tutulamadı da zaten.

Bu nedenle yeni bir arayış var insanlarda. Hem Batı’da hem de Doğu’da. Fakat Batı dışı dünya ancak Batı’nın dayattığı ulus devlet ve neo-liberal ekonomik kurallara alternatif bir yönetim modeli bulunabilirse insanlık için bir reçeteye dönüşebilir. Yoksa batılı emperyalist siyasetin klonlanmış hali olmaktan kurtulunamaz.

Unutmayalım ki Batılı aklın dayattığı modernite nedeniyle İslam’ın siyasallaştırılmış versiyonları bir bakıma Osmanlı evrenselliği ve kozmolojisine dayalı milletler sistemiyle temsil edilen kültürel çeşitliliği, sufizmi ve farklı gelenekleri bir kenara iterek ötekileştirdi, değersizleştirdi.

Ulus-devlet aynı zamanda Müslüman fakihlerin, hukukçuların, âlim ve bilim adamlarının etkisini de sıfırladı. Batılı ulus devlet zihniyeti adeta tek egemen dine, kültüre, geleneğe, tarihe ve ahlaka dönüştü. Eğer yeni bir dünya kurulacaksa ilk olarak Batı’nın Batı dışı toplumlara empoze ettiği Protestan Hristiyanlıktan ilhamla inşa edilmiş kapitalist değerlerle, Katolik Hristiyanlığın siyasi temellerine ve aksiyomlarına dayalı ulus devlet anlayışını ve bu anlayışın simgelediği bütün tuzak değerleri, zihniyeti ve paradigmayı aşmak gerekir.

Dolayısıyla Batılı dünyayı ve değerlerini ekarte etmek öyle sanıldığı gibi kolay değil. Hele hele Batı’ya alternatif olabilecek yeni bir dünya kurmak çok daha meşakkat, bilgi, derinlik ve dirayet gerektiriyor. Hiçbir şey göründüğü gibi değil.

Şairin dediği gibi, “Dost bi-vefâ, felek bi-rahm, devran bi-sükûn/Dert çok, hemdert yok, düşman kavi, talih zebûn!” Bugünün diliyle tekrarlarsak “Dost vefasız, felek acımasız, dünya huzursuz/ dert çok, dert ortağı yok, düşman güçlü, talih zayıf…”