Bercan TUTAR – 28 Aralık 2024
2015 yılında, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin diktatör Beşşar Esad’ın talebi üzerine Suriye’ye asker gönderdiğinde aklındaki öncelikli hedef 2014’teki Kırım’ın ilhakından dolayı Batı’nın ülkesine uyguladığı izolasyonu bertaraf etmekti. Böylece uluslararası baskılardan bir nebze olsa da kurtulacaktı.
Suriye’ye dönüş ayrıca Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Ortadoğu’da Rusya’yı nüfuzlu bir konuma geri döndürecekti. Haliyle Rusya’nın müttefiklerini destekleyebilen ve dost hükümetleri devirme çabalarını durdurabilen küresel bir güç imajını perçinleyecekti.
Putin’in Suriye’ye müdahale kararı almasının bir nedeni de Ortadoğu’daki Hristiyanların koruyucusu rolünü üstlenmekti. Bunu yaptı da. Çünkü Rus lidere göre çökmekte olan Batılı güçler artık Hristiyanlığın ve değerlerinin koruyucusu değildi. Bu yolla Putin, başarılı şekilde Rusya’yı Avrupa’nın Hristiyan değerlerinin son kalesi olarak sunma imkânını elde etti.
Şimdi bu üç faktörden de Rusya istediğini elde etti. Müttefikine sahip çıktı. Esad’a sığınma hakkı verdi. Ancak Esad rejimine daha fazla sahip çıkmadı. Çünkü Esad Rusya sayesinde kazandığı iç savaştan sonra istenilen performansı sergileyemedi. Elde ettiği barış fırsatını koruyamadı. Özetle savaşı kazandı ama barışı kazanamadı. Savaşta kaybetmedi ama barışta kaybetti.
Bazıları Rusya’nın Suriye’deki devrimden sonra imaj ve prestij kaybına uğradığı kanaatinde. Doğrudur. Ancak Rusya’nın maruz kaldığı stratejik kayıp İran’ınkiyle karşılaştırılamaz. Belki İran ile aynı karede düşünüldüğü için Rusya’nın Suriye’de ağır kayıplara uğradığı sanılıyor.
Oysa büyük tablo hiç de öyle göstermiyor. Aslında Türkiye ile hareket eden ve tıpkı Karabağ’daki savaşta olduğu gibi Türkiye ile kurduğu stratejik ilişkilerin geleceğini daha da sağlamlaştıran Rusya, bir dönem tarihin yanlış tarafında yer alsa da günün sonunda kazanan tarafta yer almayı başarıyor.
Kafkasya’da Ermenilerin mahalle baskısına aldırmadı. Suriye’de Esad rejimiyle İran’ın taleplerine boyun eğmedi. Türkiye ile kurduğu stratejik ilişkileri daha da derinleştirmeye yoğunlaştı. Haliyle de Ukrayna savaşındaki hedeflerine, büyük güçler arasındaki jeopolitik mücadeleye ve yeni dünya düzenine yönelik beklentilere uygun rasyonel hamleler yapmayı tercih ediyor.
Yani Rusya, İran gibi ideolojik davranmıyor. Önceliğini fanatik düşüncelere ve marjinal yaklaşımlardan ziyade bölgesel ve küresel jeo-politik dengelere veriyor. Örgütlerden, ailelerden ve hanedanlarla değil ülkelerle ve devletlerle kesintisiz diplomasiyi ve ilişkiyi önceliyor.
Bu yüzden Suriye’deki geçici hükümet Rusya ile yeni dönemde de ilişkilerinin süreceğini açıkladı. Moskova da Şam’daki yeni iktidar ile her tür diplomatik teması sürdüreceğini ve geliştireceklerini vurguladı. Dolayısıyla karşılıklı diplomatik meşruiyet hamleleri Rusya’nın yeni dönemde de Suriye’deki askeri üslerini koruyacağı görülüyor.
HTŞ’nin Hristiyanlara yönelik sıcak mesajları da Kremlin’in Şam’daki yeni muktedirlere pozitif bakışını daha da perçinlemiş görünüyor.
Sözün özü Suriye’deki Baas rejiminin yol açtığı stratejik yükten kurtulan Rusya bütün dikkatini bundan Ukrayna cephesine ve Türkiye ile ilişkilerini daha da derinleştirmeye verecek. Türkiye ile yakaladığı stratejik ahengi nükleer işbirliği, Karadeniz’în güvenliği ve enerji dosyaları başta olmak üzere diğer birçok alana yayma imkânına da kavuşacak Rusya. Hasılı kelam Esad yükünden kurtulup hafifleyen Rusya, Türkiye ile ilişkilere daha çok ağırlık verecek. Eski Suriye dosyasının bazı noktalarda yol açtığı pürüzler aşıldığından iki ülke ilişkileri bundan sonra daha çok normalleşecek ve daha da rayına oturacak.