AK Parti neden kaybetti? Yeniden kazanabilir mi?

BERCAN TUTAR

ABD’nin liderliğini çektiği Batı dünyası bir yüzyıl önce sosyalizmin yükselişinden bu yana en dramatik siyasi ve sosyo-ekonomik sarsılmasını yaşıyor. Geçmiş yüzyıl, Sanayi Devrimi’nin yarattığı işçi sınıfının yükselişine şahitlik etti. Günümüzde ise yüksek teknoloji, bilgi endüstrileri, finans ve medyanın hâkim olduğu bir ekonomiye geçiş söz konusu. Bu yeni ekonomik düzen, tıpkı bir asır önce ortaya çıkana benzer şekilde, son derece yıkıcı bir siyasi dinamik ve tarihsel sınıfsal bağlılıklarda bir değişime yol açıyor. Teknoloji platformları, finans devleri ve mega perakende şirketleri yeni bir ekonomik oligarşi oluşturdu. 2023 yılında dünyanın en değerli sekiz şirketinden altısı teknoloji firması. Listenin başındaki Apple, geçen yıl 3 trilyon dolarlık ciro açıkladı. Apple’ın piyasa değeri Hindistan ve İngiltere’nin GSYİH’sının hemen altında, İtalya, Rusya veya Kanada’nınkinden ise daha büyük.

Yeni ekonominin oligarşik düzeni orta ve üst orta sınıfları tamamen emri altına almış durumda. ABD Başkanı Joe Biden yönetiminde, istihdam artışının çoğu artık hükümette ve büyük ölçüde devlet tarafından finanse edilen sağlık hizmetlerinde yoğunlaşıyor . Biden ayrıca hükümet taşeronlarına yarım yüzyıldaki en büyük maaş artışlarını sağladı.

Resmin diğer yanında işçi sınıfı ve esnaf, zanaatkârlar, küçük mülk sahipleri ve vasıflı tüccarlar da dahil olmak üzere özel sektörün orta sınıfı ovar. Büyük firmalar büyük sermaye yatırımlarını çekmeye ve büyüyen devletle başa çıkmaya devam ederken, küçük firmalar tekel gücü ve sıkı düzenlemeler nedeniyle ekonomik anlamda büyük bir refah kaybına uğruyor.

Genel olarak, ABD orta sınıfı 1970’lerden bu yana nüfusun yüzde 61’inden yüzde 50’sine düştü . Batı’da ev sahibi olma, iyi işler ve güvenli emeklilik umutları azaldı. Bu ekonomik tablo sadece Batı için içinde Türkiye gibi ülkelerin yer aldığı dünyanın diğer ülkeleri için de geçerli.

Bu durum ister istemez geleneksel çalışan ve orta sınıfların giderek sisteme yabancılaşmasına yol açıyor. Örneğin yakın zamanda yapılan bir ankette Amerikalıların yalnızca yüzde 34’ünün sözde Biden’ın ekonomik politikaları için kullanılan ‘Bidenomi’ stratejisini onayladığını ortaya çıkardı. Başka bir ankette de neredeyse halkın yüzde 70’i ekonominin şu anda 2020’ye göre daha kötü olduğunu düşündüğü ortaya çıktı. İngiltere’de de sıradan işçiler durgun ücretlerden, üretkenliğin azalmasından ve ulusal ekonomide işçi sınıfının refah kaybının artmasından dolayı acı çekiyor. Bütün bunların sonucunda büyük bir siyasi değişim yaşanıyor.

Günümüzün en zengin insanları ve devletleri idare eden siyasi sınıfları artık serbest piyasanın hayranı değiller. Bunun yerine, onlar ve onların CEO’ları devleti idare eden siyasi sınıfların anlayışına derinden bağlıdırlar. Bir zamanlar Amerika’nın Demokratları, Kanada’nın Liberalleri, Avustralya İşçi Partisi ve İngiltere İşçi Partisi gibi işçi sınıfının ve sabit ücretle çalışan kesimlerin çıkarlarıyla özdeşleşen partilerin tümü, destek için giderek daha fazla iyi eğitimli profesyonellere ve siyasi sınıflara güveniyor.

Buna karşılık, bir zamanlar üst sınıflarla ilişkilendirilen Amerikalı Cumhuriyetçiler, Kanadalı Muhafazakarlar ve Britanyalı Muhafazakarlar gibi birçok parti ve hareket ise giderek işçilere, sabit gelirli çalışanlara ve orta sınıf seçmenlere bağımlı hale geliyor. Bu seçmenler Donald Trump’ın, İtalya’da Giorgia Meloni’nin, Fransa’da Marine Le Pen’in, Hollanda’da Geert Wilders’in ve İsveç, Finlandiya, İspanya ve Danimarka’daki çeşitli sağ partilerin yükselişinin arkasındaki güç oldu.

Bu kesimler Türkiye’de de 2002 yılında Ak Parti’yi iktidara getirerek Sessiz Devrim’e imza attı. Aynı kesimler kronikleşen olumsuz ekonomik şartlar ve uğradıkları refah kaybı nedeniyle son mahalli seçimlerde de gördüğümüz üzere AK Parti yerine bu kez CHP’yi birinci parti yaptı.

Batı’daki ve Türkiye’deki bu değişimi iyi okumak lazım. Sorunlar çözülmezse oligarşik ekonomik düzene ve siyasi sınıflara yönelik rahatsızlar ideolojik geri itmelere, statükoyu sarsan değişimlerin kaldıracına dönüşebilir. Yani sistemin çöküşüne yol açabilir.

Zira Pew Research’e göre Amerikalıların neredeyse üçte ikisi siyasi statükodan hoşlanmıyor ve sadece yüzde dördü sistemin iyi çalıştığını düşünüyor. Amerikalı genç yetişkinlerin neredeyse üçte ikisi kapitalizme olumsuz bakıyor. Bu, herhangi bir yaş grubundaki en yüksek oranı gösteriyor. Bu oran ayrıca 65 yaş ve üzeri olanlardan yüzde 33 daha yüksektir. Benzer tutumlar Avrupa’da ve 31 Mart 2024 yerel seçim sonuçlarının gösterdiği gibi Türkiye’de de yaygındır.

Batı’da genç seçmenler Thatcherizm ya da Reaganizm’e dönüş özlemi yerine genişletilmiş hükümete daha yatkın görünüyor. Aslına bakılırsa, Arjantin hariç olmak üzere, yükselişte olan sağcı partiler genel olarak refah devletini, en azından mevcut vatandaşları için sınırlamak istemiyor. Son Hollanda seçimlerinde Wilders, göçün sınırlandırılmasının ülkenin cömert refah devletini desteklemeye yardımcı olacağını öne sürdü. Benzer düşünceler Giorgia Meloni ve Marine Le Pen gibi Avrupa sağında yükselen isimler tarafından da dile getirildi. Trump’ın ABD vatandaşlarına yönelik yardımları kaldırma veya devletin kapsamını daraltma gibi bir planı ise yok.

Bu tablo bize yaşam pahalılığı gibi temel meselelere eğilen partilerin ve siyasi sınıfların ülkelerin geleceğinde belirleyici olacağını gösteriyor. Ancak içinde CHP’nin de yer aldığı Sosyal demokrat veya sol olduğunu söyleyen partiler büyük ölçüde kimlik politikaları, cinsiyet akışkanlığı ve iklim kıyametçiliği gibi yıkıcı fikirlere sahip oligarklar tarafından finanse edildiğinden, refah kaybına maruz kalan çalışan orta kesimlerin ve işçilerin beklentilerini uzun vadede karşılamaları zor görünüyor.

Değişimi, adalet ve kalkınmayı temel prensibi olarak seçen AK Parti benzeri partilerin vaatlerini gerçekleştirmesi ve çalışan kesimlerin talebini karşılamaya devam etmesi gerekiyor. Küreselden ulusal ve yerel siyasete uzanan bütün veriler ve seçimler buna işaret ediyor. Ancak AK Parti benzeri muhafazakâr ve demokrat partiler eğer gelir bölüşümünü ve refahta adaleti iyi sağlayamazsa, istenen ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmeyi başaramaz ve seçmenlerini görmezden gelmeye devam ederlerse, o zaman kendi ellerindeki iktidarı altın tepside popülist siyasetçilere sunarlar. Nitekim son seçimlerde de gördüğümüz buydu. Bu oldu.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

bercan tutar banner

BERCAN TUTAR

ABD’nin liderliğini çektiği Batı dünyası bir yüzyıl önce sosyalizmin yükselişinden bu yana en dramatik siyasi ve sosyo-ekonomik sarsılmasını yaşıyor. Geçmiş yüzyıl, Sanayi Devrimi’nin yarattığı işçi sınıfının yükselişine şahitlik etti. Günümüzde ise yüksek teknoloji, bilgi endüstrileri, finans ve medyanın hâkim olduğu bir ekonomiye geçiş söz konusu. Bu yeni ekonomik düzen, tıpkı bir asır önce ortaya çıkana benzer şekilde, son derece yıkıcı bir siyasi dinamik ve tarihsel sınıfsal bağlılıklarda bir değişime yol açıyor. Teknoloji platformları, finans devleri ve mega perakende şirketleri yeni bir ekonomik oligarşi oluşturdu. 2023 yılında dünyanın en değerli sekiz şirketinden altısı teknoloji firması. Listenin başındaki Apple, geçen yıl 3 trilyon dolarlık ciro açıkladı. Apple’ın piyasa değeri Hindistan ve İngiltere’nin GSYİH’sının hemen altında, İtalya, Rusya veya Kanada’nınkinden ise daha büyük.

Yeni ekonominin oligarşik düzeni orta ve üst orta sınıfları tamamen emri altına almış durumda. ABD Başkanı Joe Biden yönetiminde, istihdam artışının çoğu artık hükümette ve büyük ölçüde devlet tarafından finanse edilen sağlık hizmetlerinde yoğunlaşıyor . Biden ayrıca hükümet taşeronlarına yarım yüzyıldaki en büyük maaş artışlarını sağladı.

Resmin diğer yanında işçi sınıfı ve esnaf, zanaatkârlar, küçük mülk sahipleri ve vasıflı tüccarlar da dahil olmak üzere özel sektörün orta sınıfı ovar. Büyük firmalar büyük sermaye yatırımlarını çekmeye ve büyüyen devletle başa çıkmaya devam ederken, küçük firmalar tekel gücü ve sıkı düzenlemeler nedeniyle ekonomik anlamda büyük bir refah kaybına uğruyor.

Genel olarak, ABD orta sınıfı 1970’lerden bu yana nüfusun yüzde 61’inden yüzde 50’sine düştü . Batı’da ev sahibi olma, iyi işler ve güvenli emeklilik umutları azaldı. Bu ekonomik tablo sadece Batı için içinde Türkiye gibi ülkelerin yer aldığı dünyanın diğer ülkeleri için de geçerli.

Bu durum ister istemez geleneksel çalışan ve orta sınıfların giderek sisteme yabancılaşmasına yol açıyor. Örneğin yakın zamanda yapılan bir ankette Amerikalıların yalnızca yüzde 34’ünün sözde Biden’ın ekonomik politikaları için kullanılan ‘Bidenomi’ stratejisini onayladığını ortaya çıkardı. Başka bir ankette de neredeyse halkın yüzde 70’i ekonominin şu anda 2020’ye göre daha kötü olduğunu düşündüğü ortaya çıktı. İngiltere’de de sıradan işçiler durgun ücretlerden, üretkenliğin azalmasından ve ulusal ekonomide işçi sınıfının refah kaybının artmasından dolayı acı çekiyor. Bütün bunların sonucunda büyük bir siyasi değişim yaşanıyor.

Günümüzün en zengin insanları ve devletleri idare eden siyasi sınıfları artık serbest piyasanın hayranı değiller. Bunun yerine, onlar ve onların CEO’ları devleti idare eden siyasi sınıfların anlayışına derinden bağlıdırlar. Bir zamanlar Amerika’nın Demokratları, Kanada’nın Liberalleri, Avustralya İşçi Partisi ve İngiltere İşçi Partisi gibi işçi sınıfının ve sabit ücretle çalışan kesimlerin çıkarlarıyla özdeşleşen partilerin tümü, destek için giderek daha fazla iyi eğitimli profesyonellere ve siyasi sınıflara güveniyor.

Buna karşılık, bir zamanlar üst sınıflarla ilişkilendirilen Amerikalı Cumhuriyetçiler, Kanadalı Muhafazakarlar ve Britanyalı Muhafazakarlar gibi birçok parti ve hareket ise giderek işçilere, sabit gelirli çalışanlara ve orta sınıf seçmenlere bağımlı hale geliyor. Bu seçmenler Donald Trump’ın, İtalya’da Giorgia Meloni’nin, Fransa’da Marine Le Pen’in, Hollanda’da Geert Wilders’in ve İsveç, Finlandiya, İspanya ve Danimarka’daki çeşitli sağ partilerin yükselişinin arkasındaki güç oldu.

Bu kesimler Türkiye’de de 2002 yılında Ak Parti’yi iktidara getirerek Sessiz Devrim’e imza attı. Aynı kesimler kronikleşen olumsuz ekonomik şartlar ve uğradıkları refah kaybı nedeniyle son mahalli seçimlerde de gördüğümüz üzere AK Parti yerine bu kez CHP’yi birinci parti yaptı.

Batı’daki ve Türkiye’deki bu değişimi iyi okumak lazım. Sorunlar çözülmezse oligarşik ekonomik düzene ve siyasi sınıflara yönelik rahatsızlar ideolojik geri itmelere, statükoyu sarsan değişimlerin kaldıracına dönüşebilir. Yani sistemin çöküşüne yol açabilir.

Zira Pew Research’e göre Amerikalıların neredeyse üçte ikisi siyasi statükodan hoşlanmıyor ve sadece yüzde dördü sistemin iyi çalıştığını düşünüyor. Amerikalı genç yetişkinlerin neredeyse üçte ikisi kapitalizme olumsuz bakıyor. Bu, herhangi bir yaş grubundaki en yüksek oranı gösteriyor. Bu oran ayrıca 65 yaş ve üzeri olanlardan yüzde 33 daha yüksektir. Benzer tutumlar Avrupa’da ve 31 Mart 2024 yerel seçim sonuçlarının gösterdiği gibi Türkiye’de de yaygındır.

Batı’da genç seçmenler Thatcherizm ya da Reaganizm’e dönüş özlemi yerine genişletilmiş hükümete daha yatkın görünüyor. Aslına bakılırsa, Arjantin hariç olmak üzere, yükselişte olan sağcı partiler genel olarak refah devletini, en azından mevcut vatandaşları için sınırlamak istemiyor. Son Hollanda seçimlerinde Wilders, göçün sınırlandırılmasının ülkenin cömert refah devletini desteklemeye yardımcı olacağını öne sürdü. Benzer düşünceler Giorgia Meloni ve Marine Le Pen gibi Avrupa sağında yükselen isimler tarafından da dile getirildi. Trump’ın ABD vatandaşlarına yönelik yardımları kaldırma veya devletin kapsamını daraltma gibi bir planı ise yok.

Bu tablo bize yaşam pahalılığı gibi temel meselelere eğilen partilerin ve siyasi sınıfların ülkelerin geleceğinde belirleyici olacağını gösteriyor. Ancak içinde CHP’nin de yer aldığı Sosyal demokrat veya sol olduğunu söyleyen partiler büyük ölçüde kimlik politikaları, cinsiyet akışkanlığı ve iklim kıyametçiliği gibi yıkıcı fikirlere sahip oligarklar tarafından finanse edildiğinden, refah kaybına maruz kalan çalışan orta kesimlerin ve işçilerin beklentilerini uzun vadede karşılamaları zor görünüyor.

Değişimi, adalet ve kalkınmayı temel prensibi olarak seçen AK Parti benzeri partilerin vaatlerini gerçekleştirmesi ve çalışan kesimlerin talebini karşılamaya devam etmesi gerekiyor. Küreselden ulusal ve yerel siyasete uzanan bütün veriler ve seçimler buna işaret ediyor. Ancak AK Parti benzeri muhafazakâr ve demokrat partiler eğer gelir bölüşümünü ve refahta adaleti iyi sağlayamazsa, istenen ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmeyi başaramaz ve seçmenlerini görmezden gelmeye devam ederlerse, o zaman kendi ellerindeki iktidarı altın tepside popülist siyasetçilere sunarlar. Nitekim son seçimlerde de gördüğümüz buydu. Bu oldu.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.