Abdullah YILMAZ – 27 Kasım 2024
Evimize yakın İlkyuva Metro istasyonunu kullandığım sakin bir yaz günü, istasyon çıkışında su satan çocukların sesi o sakinliği bozuyordu. Harçlıklarını çıkarmak isteyen afacanlar, satışlarını artırmak için bazı hamleler de yapıyorlardı. “Buz gibi su ağabeylerim, ablalarım” ifadeleri de en çok kullandıkları slogandı.
Tam yürüyen merdivenin başını sağlı sollu tutmuş çocuklardan bir tanesi, getirdiği su paketlerini erken satmak için harareti biraz daha artırmıştı. Bunu yaparken de ülkemizde çokça tercih edilen rakipleri karalama yöntemini seçiyordu! Hem de öyle bir karalama ki, rakibin buna karşı geliştireceği bir argüman bırakmayan cinsten!
Evet su satan küçük kardeşimiz, “ondan alma benden al” demenin yöntemini kurnazca daha da ileri noktaya taşımış, rekabet ortamını alt üst ederek “Ağabey ben Türküm o Suriyeli” diye kendisine avantaj sağlamaya çalışıyordu. Ben oradan ihtiyacım olmadığı için su almadan geçip gittim ama bu olayı günlerce unutamadım. Durup o Suriyeli küçük kardeşimizden birkaç tane su almadığım ve diğer küçük kardeşimize biraz nasihat etmediğim için kendime çok kızdım!
Öyle bir halimiz var maalesef! Bir meseleye şahit olduğumuzda aksiyon alacağımız yerde çoğu zaman boş ver deyip görmezden geliyoruz. Kötülüğü gördüğümüzde düzeltme imkânımız olsa da dünya telaşından dolayı ihmal edebiliyoruz. Belki de korkuyoruz! Gerçi kimsenin öyle bir derdi de kalmış değil, o da ayrı bir konu!
Rabbimiz (CC) bizleri en güzel fıtrat ile yaratmış, bunu bize Rasulullah (SAV) haber veriyor. Yukarıdaki kötü örnek, daha hayatın baharında olan küçük kardeşimizin aklına bile gelmez. Bu kötülüğü o kardeşimize öğreten bir ortam var maalesef! Kötülüğe kilitlenmiş, küçücük bir Suriyeli çocuğu bile itip kakmayı milliyetçilik veya marifet sayan bir kafanın olduğu gerçeğiyle karşı karşıyayız.
Batılılara Tüm Rezil Hallerine Rağmen Hoşgörülü İken, Suriyelilere Neden Öcü Gibi Bakıyoruz?
Meseleyi çok farklı açılardan değerlendirebiliriz. Bendeniz farklı bir taraftan ele almak istiyorum. Bu yazdıklarımı kabul edenler olduğu gibi itiraz edenler de olacaktır. Bu konuda gelecek itirazlar başım üstüne, tartışmaya hazırım, hatta geri adım da atabilirim.
Efendim, ülkelerindeki savaştan kaçıp canını bize emanet eden Suriyeli kardeşlerimizin hicretlerinin üzerinden on yıldan fazla zaman geçti. Her milletin içinde olduğu gibi uyum sorunu yaşayanlar olmuştur, cımbız kullanarak epeyce örnek bulabiliriz. Bu sırada, nasıl olsa Suriyeliler tutuyor diye beş paralık evini on paraya kiralayan mı ararsınız, çalıştırdığı işçisine sırf Suriyeli olduğu için asgari ücretin dörtte biri para verip onu da burnundan getiren mi ararsınız, Suriyeli diye aşağılayan mı ararsınız birçok kötü örnek var, hepsini saymayalım! İyi örneklerin sayısı çok daha fazladır, onları da bilahare değerlendiririz inşallah.
Bu konuda Suriye toplumuna önderlik eden bazı kıymetli dostlarımıza ifade ettiğim bir hususu da buraya not olarak bırakayım. Aradan bu kadar süre geçmiş olmasına rağmen, Suriyeli kardeşlerimiz maalesef Türk toplumuna entegre olamadı. İş hayatında, okullarda, konutlarda, camide cemiyette aynı ortamları paylaşıyoruz ama; Türkçe öğrenme, dostluk ve komşuluk kurma konusunda eksiklik olduğunu düşünüyorum. Bunu konuştuğum kişiler de kabul ediyor. Burada suçlu tek taraflı değil elbette. Öte yandan gettolaşma Türk toplumunu rahatsız ediyor, bu konuda da bir otokontrol olması gerekiyor. Bu olumsuzlukların oluşmasında bizim de payımız var bu arada.
Bu konuda esaslı bir empati yapmamız da gerekiyor. Hem bizim başımıza da böyle bir hadise gelebilir açısından, hem de elli yıl evvel ülkemizden Avrupa’ya göç edenlerin yaşadıkları üzerinden bunu yapmamızda fayda var. Hele rızık kaygısıyla feveran eden insanlarımızı anlamakta güçlük çekiyorum. Gelenin rızkı ve bereketiyle geldiğini ne çabuk unuttuk! Aramıza koyulmuş uyduruk sınırları gerçek sınırlar olarak kabul etmek, cihana hükmetmiş olan milletimizin vizyonumuza uyar mı? Bir garibin duasının veya bedduasının tarihin seyrini değiştirebileceğini bilmiyor muyuz? Rızkın Allah’tan olduğunu bizlere bildiren Ayet-i Kerime sadece iş yerlerimizin duvarlarını mı süsleyecek? Neden çocuklarımıza da kötülük öğretiyoruz? Gönlü geniş Anadolu insanının ferasetine neden halel getiriyoruz?
Kabul ediyorum, Müslüman toplumlarla aramızda bir takım kültürel farklılıklarımız oluşmuş. Farklılığın oluşması çok üzücü. Ancak bunu istemeyerek de olsa kabul edip oluşan tutumları normal karşılıyoruz artık. Ama bunun soruna dönüşmeden de aşılması ve bu konuda Suriyeli kardeşlerimizin de sorumluluk alması gerekiyor. Üzülerek belirtmeliyim ki, çok daha olumsuz halleri olan ve hiçbir ortak paydamızın olmadığı gayr-i Müslim toplumların insanlarına gösterdiğimiz hoşgörüyü; camilerimizi şenlendiren, aramızda akrabalık bağları bulunan ve Kur’an diliyle konuşan din kardeşlerimizden esirgiyoruz?
Burada önemli bir iddiamı da dile getirmek istiyorum. Maalesef bu konudaki yaygın bakış açısının nedeninin Müslümanı sevmeme virüsünden kaynaklandığını düşünüyorum. Hani birbirimizi sevecektik ve birbirimizi sevmeden hakiki iman sahibi olamayacaktık! Ne çabuk unuttuk? Bütün rezilliği ile ülkemizde elini kolunu sallayan batılılara gösterdiğimiz en güzel hoşgörü ve misafirperver hallerimizi asıl Müslüman kardeşlerimize göstermeliyiz.
Son söz, Suriyeliler bizim din kardeşimizdir. Oradan birçok alim ve abid insan ülkemize zenginlik katmıştır. Ayrıca birçok usta tecrübesi ve dürüstlüğüyle katma değer oluşturmaktadır. Suriyeliler çalışkan ve kalitesi yüksek kadirşinas insanlardır. Güvenle Komşuluk arkadaşlık dostluk yapabiliriz. Çocuklarımızı bu konuda tembihlemek güzel olacaktır. Bu vesileyle onlar Türkçe, biz de Arapça öğrenebiliriz/öğrenmeliyiz. İnşallah Suriye’deki şartlar değişir ve onlar için de bizim için de farklı kapılar açılır. Önyargılarımızı bir kenara bırakıp Rıza-ı İlahi’ye talip olalım. “Suriyeliden alma, benden al” yerine, benden değil ondan al, yani kardeşini kendi nefsine tercih etme bilincini çocuklarımıza aşılayalım. Meselelere Ümmet bilinciyle ve Müslümanca bir bakış açısıyla bakalım, vesselam…