Adem KILIÇ – 02 Eylül 2024
Ülkelerin dış politikası, öncelikle küresel düzen, ardından bölgesel düzen ve son olarak da kaçınılmaz olarak komşuluk yapmak zorunda olduğu ülkelerin etkisi ile şekillenir.
Bu gerçeklik ışığında baktığımızda; dünyadaki neredeyse hiçbir ülkenin Türkiye kadar bu etkenlere maruz kalmadığını söyleyebiliriz.
İlk olarak Türkiye’nin benzersiz jeopolitik konumu, sürekli olarak dış politikasının küresel gerilimlerden etkilenmesine neden olmaktadır.
Bu nedenle tarih boyunca Türkiye dış politikası; ABD, Rusya, Çin ve İran gibi güçlerin aralarında yaşanan herhangi bir gerilim nedeniyle sürekli olarak “taraf” seçmeye zorlanmıştır.
Bu süreçler şüphesiz bölgesel çekişmeler ve güvenlik sorunları ile de tetiklenmiştir.
Zira Türkiye; neredeyse tamamı ülkemiz toprakları üzerinde emelleri olan komşularla yaşamak zorundadır.
Yunanistan’ın Helenizm hayalleri, Rusya’nın sıcak denizlere inme hayali, İran’ın Pers ve Şii Hilali hayali, İsrail’in sözde Arz-ı Mev’ud hayali ve hatta Ermenistan’ın Ağrı Dağı’nı içerisine alacağı bir ülke kurma hayali, Türkiye’nin dış politikasını her zaman etkisi altında tutmuştur.
Onyıllardır devam eden ve Türkiye’nin dış politikada “istikrarsız” olarak yaftalanmasına neden olan bu süreç; özellikle 2016’daki hain darbe girişimi sonrası Türkiye’yi, “kendi çıkarlarını önceleyen” ve tam bağımsız olarak tanımlanabilecek bir stratejiye itmiştir.
Bu bağlamda Türkiye, dış politikasında proaktif stratejiler yerine reaktif ve taktiksel hamleler ile şekillendirmeye başlamıştır.
2016 sonrası Türkiye’nin başlıca dış politika hamleleri
Türkiye bu stratejisi bağlamında; Suriye’de, Doğu Akdeniz’de ve Akdeniz ile bağlantılı olarak Libya’da, “önce kendi çıkarlarım” yaklaşımını hayata geçirdi ve bölgedeki tüm aktörlere rağmen hem sahada hem de masada elini masaya vurdu.
Öncelikle; ABD, Mısır, BAE, Suudi Arabistan, Fransa ve hatta İsrail tarafından desteklenen Libya’daki darbeci genaral Hafter güçlerine karşı harekete geçen Türkiye, BM’nin resmi olarak tanıdığı Ulusal Mutabakat hükümetini destekleyerek Libya’da etkin oldu ve ülke ile bir münhasır ekonomik bölge anlaşması imzaladı.
Türkiye; hem içeriden hem de dışarıdan, “ne işiniz var Libya’da” propagandalarına meydan okuyarak, Doğu Akdeniz’deki haklarının gasp edilmesine müsaade etmedi ve Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de devre dışı bırakan EASTMED projesinin uygulanabilirliğini ortadan kaldırdı.
Türkiye diğer yandan ise, sınırında kurulmak istenen bir terör devletine karşı harekete geçti.
Avrupa Birliği ve ABD tarafından da terör örgütü olarak kabul edilen ve buna rağmen ABD ve Fransa gibi ülkeler tarafından silahlandırılan PKK’nın, Suriye iç savaşını fırsata çevirerek bir terör devleti kurma girişimine karşı harekete geçen Türkiye, 2016 Darbe girişiminin hemen ardından önce Fırat Kalkanı, ardından ise Barış Pınarı ve Zeytin Dalı harekatları ile bu terör devleti planını bozdu.
Zira böyle bir terör devleti, şüphesiz hem İsrail’in sözde Arzı-Mevud hayali, hem de ABD’nin bölgede “bir ileri karakol” hedefi için oldukça kullanışlı olacaktı.
Türkiye daha sonra patlak veren Rusya-Ukrayna savaşında da, “önce kendi çıkarlarım” yaklaşımı ile hareket etti ve tüm baskılara rağmen ne ABD ne de Rusya tarafında yer almayarak süreci en az zarar ile atlatan ülkelerin başında geldi.
Sahadan masaya uzanan başarı
Türkiye son dönemde ise sahadaki kazanımlarını daha da yüksek noktalara taşımak hedefi ile bölgesel aktörlerle normalleşmenin önünü açmaya başladı.
Zira Türkiye; gerek Libya’da gerek Doğu Akdeniz’de gerekse de Suriye’de askeri olarak istediklerini büyük ölçüde aldı, karşısındaki ittifakların planları bozdu ve artık masada daha güçlü olacağını biliyor.
Gelinen noktada Türkiye, bölge devletleri arasındaki ittifakların “birbirine karşı değil, tehditlere karşı” kurulması gerektiği yaklaşımı ile yeni bir stratejiyi hayata geçiriyor.
Libya’da ve Doğu Akdeniz’de karşı karşıya geldiği ve planlarını askeri hamleleri ile bozduğu BAE, Suudi Arabistan ve Mısır’ı masaya çekerek, ilişkilerini büyük ölçüde normalleştiren Türkiye, son olarak da Irak ve Suriye ile benzer bir süreç yürütmek için adımlar atıyor.
İsrail’in Gazze soykırımının bölgeyi kaosa sürüklediği bir dönemde bile Türkiye, hem duruşundan vazgeçmeyen bir yaklaşım ile Filistinli mazlumların sesi olmaya devam ediyor, hem de Irak”ın ve Suriye’nin kuzeyinde, ABD ve İsrail için kullanışlı olacak bir terör devletinin kurulmasına izin vermemek için gerekli adımları atıyor.
Türkiye bir yandan Irak ile Faw limanından başlayıp Avrupa’ya kadar uzanacak olan Kalkınma Yolu hamlesini hayata geçirirken diğer yandan da Irak ile güvenlik anlaşması imzalayarak ve Suriye ile normalleşme adımları atarak bölgedeki terör yapılanmalarına nefes aldırmıyor.
İzlediği bu benzersiz dış politika yaklaşımı, dışa bağımlılığı neredeyse bitiren savunma sanayi hamleleri ve Rusya-Ukrayna sorunundan, Azerbaycan-Ermenistan sorununa, Kırgızistan-Tacikistan sınır sorunundan Etiyopya-Somali sorununa ve Gazze meselesine kadar küresel meselelerin çözümünde aranan ülke haline gelen Türkiye; tüm hamleleri etki uyandıran vazgeçilmez bir güç olarak dünya jeopolitiğindeki yerini alıyor.