faruk taşcı

Prof. Dr. Faruk TAŞÇI – 11 Eylül 2024

 

Gazze’de masumlar açıkça ve şeytanî bir şekilde siyonist işgalciler tarafından soykırıma maruz kalıyor, Doğu Türkistan’da mazlumlar Çin’in esareti altında ya ölüyor ya da asimile ediliyor. Suriye’de yaşananlar başta olmak üzere dünyanın değişik yerlerinde dozajı farklı şekillerde çeşitli zulümler yaşandı, yaşanıyor. Bunların birçok sonucu var elbette; ama tüm sonuçları da dikkate alarak önemli bir soru(n)/kavram beliriyor: Adalet duygusu.

Adalet Ne Ola ki Duygusu Olsun?

Adaletle ilgili birçok tanım bulmak mümkün olmakla birlikte, en yaygın kullanım “her şeyin yerli yerinde olması” şeklinde görülüyor. Dolayısıyla bir şeylerin ters gitmesine mâni olma veya ters giden şeyleri normal seyrine döndürme, adaletin ilgili alanı oluyor.

Yerli yerinde olmak, bazen “ihtiyaç” üzerinden gündeme gelebiliyor; ihtiyacını karşılayamayan veya ihtiyacı karşılanmamış kişi için, mesela yoksul bir kişi için, işler ters gidiyordur ve ona sosyal yardım ya da zekât vermek veya istihdam sağlamak, tersliği düzeltme anlamında adaletin gereği.

Yerli yerinde olmak, bazen “çalışma” üzerinden ele alınabiliyor; yapılan iş, adaletin ölçüsü kabul ediliyor. Çalışana çalışmasının karşılığını zaman geçirmeden vermek, çalışanla çalışmayan arasında farkı gözetmek veya az çalışan ile çok çalışan arasında aynı muamele yapmamak, adaletin konusu.

Yerli yerinde olmak, bazen de “katkı/değer” üzerinden şekil alabiliyor; maddi veya manevi katkıya göre adaletin yansımaları olabiliyor. Örneğin, eşit işe eşit ücret mantığı dikkate alınmakla birlikte, ömrünü bir işe adamış olan usta (işin pîri) ile o işin henüz çırağı olan (taze) kişiye farklı ücret tarifesi uygulamak, adaletin meselesi.

Ve yerli yerinde olmak, aynı zamanda “hak etme” ile de ilgili; kim neyi hak ediyorsa onu ona vermek, adaletin merkezinde. İnsanlara “mutlaka” hak ettikleri verilmeli, “sadece” hak ettikleri verilmeli ve “açıkça” hak ettikleri verilmeli ki adalet söz konusu olabilsin. Mesela görgülü ile görgüsüz farklı hak edişlere sahip olmalı, fedakârlık yapanla fedakarlıktan kaç(ın)an farklı hak edişlere maruz kalmalı, cesur ile korkak farklı hak edişlere muhatap olmalı, vatanı için öldüren ile masum insanı katleden farklı hak edişlerle karşı karşıya gelmeli.

İlginizi çekebilir!  Kırmızı Kitap

Adalet Duygusu’nun Varlığı veya Yokluğu Sistemle mi İnsanla mı İlgili?

Aksi halde, yani “adalet duygusu” ile ilgili şüphe söz konusu olmaya başlar. Öte yandan adalet ister ihtiyaç, ister çalışma, ister değer (katkı) ve isterse hak etme üzere geliştirilirsin, lazım gelen bir denge unsuru bulunuyor: Merhamet duygusu. Adalet-merhamet dengesi şart.

Su, hayattır; belli bir müddet içilmezse ölüm sebebi olabiliyor; ama ameliyattan henüz çıkmış birine, çok istedi diye “merhamet duygusu ile” su vermek, ona aslında merhamet etmemek oluyor. Zira bu durumda ölüm vaki olur. Dolayısıyla adalet, merhametin aşırı noktaya kaçmasını veya aşırı merhamet sonucu oluşabilecek olumsuz sonuca engel olmak oluyor.

Bu, aynı zamanda adaleti sağlama noktasında merhametin “derecesinin ne olması gerektiğini” de ifade etmeyi gerekli kılıyor. Zira adaletin tecellisinde merhametin derecesi, sonucu etkiliyor; merhamet çoksa adalet “bel lastiği gibi gevşek” olmuş oluyor, merhamet azsa adalet, “kaskatı bir taş” misali bir hâl alıyor. Bu sebeple, adaleti dengeleme noktasında merhamet “orta karar”da olmalı.

Mesela (son günlerde gündemde olan örnekteki gibi) kasten, planlayarak adam öldüren birine karşı merhametin “çok olması”, o kişiyi belli bir müddet sonra şu veya bu şekilde dışarı bırakmayı (serbest kalmayı) doğurabiliyor. Böyle bir durumda merhametin orta kararda olması demek, bu kişiye işlediği suçun aynısı ile mukabele etmek demek, yani kısas. Zira caniye, işlediği suçun aynısı ile karşılık vermek; birincisi, maktule ve yakınlarına “merhamet” etme anlamına geliyor, ikincisi, yeni maktullerin oluşmasına set çekmek ve böylece potansiyel maktul(ler)e “merhamet” etmeyi içeriyor.

En önemlisi, adalet-merhamet dengesinin anlaşılmasında, adaletin “kim tarafından” icra edileceği de önem arz ediyor. Zira merhamette “orta karar”da olmayan (dengesiz) birinin adaleti, adaletsizlik olmaktan başka bir anlam ifade etmiyor. O halde, adaletin tecellisi için adaleti uygulayan insan (zihniyet), sistem kadar hatta yer yer sistemden de önemli. Doktor ile delinin elindeki bıçak aynı olmuyor; şeklen aynı olsa da “tecellisi” farklı oluyor. Doktorun elinde o bıçak, ameliyatta hastayı hayata döndürebilirken, delinin elinde aynı bıçak ölüme yol açabiliyor.

İlginizi çekebilir!  Sokak Köpeği Sorununun 5 N 1 K’sı

Sonuç itibariyle, adaletin merhamet kanadı olmadan tecelli etmesi, şeklen mümkün, ama bu şekilde tecelli eden adaletin, yeni bir adalete ihtiyaç duymayacağını söylemek mümkün değil. O halde olması gereken, adaletin merhamet dengesi ile tecelli etmesinin sağlanması. Bu da kısaca adaletin tecellisinde insanın kendi iç dünyasının, iç hallerinin, iç dinamiklerinin önemine işaret ediyor yani sistemden veya adalet saraylarından çok hâkim önemli!

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.