ABD’nin Denizaşırı Ajanları ve Bekçi Köpekleri

Bercan TUTAR – 14 Haziran 2024

 

Küresel hegemonya için her tür Makyavelist yöntemi ve aygıtı kullanan Amerikan yönetiminin en başarılı olduğu yumuşak güç alanlarından biri de sivil toplum kurumları. İngilizce de NGO olarak bilinen ve resmi olmayan organizasyonlar diye tarif edilen sivil toplum kurumlarının küresel çapta etkiye ve ağa sahip olanlarının büyük çoğunluğu zaten ABD merkezli.

Bununla yetinmeyen ABD dünyanın dört bir yanındaki sivil kurum ve vakıfları da devşirme stratejisi izliyor. Russia Today’de “ABD dünya çapında ‘sivil toplumu’ yozlaştırmak için STK’ları nasıl kullanıyor?” başlıklı bir analiz kaleme alan Glenn Diesen, Washington’un izlediği yöntemlerle özellikle akademik kisvesi altında sahte ‘insan hakları’ gruplarını bir dış politika olarak silahı haline getirdiğini vurguluyor. Güneydoğu Norveç Üniversitesi Profesörü ve Rusya Küresel İlişkiler dergisinin editörü olan Diesen, bu bağlamda Gürcistan’da hükümetin çıkardığı ‘dış nüfuzun şeffaflığı’ yasasını protesto eden gruplara dikkat çekiyor. ABD’nin nüfuz sahası içindeki STK ve vakıfların öncelikli hedefi Amerikan taraftarı bir kamuoyu yaratılması. Bunun yapılabilmesi için de Batı’da ve ötesinde, “insan haklarıyla ilgili sivil toplum kuruluşları” (STK’lar) adı altında faaliyet gösteren baskı grupları, savaş propagandasının yayılmasında, akademisyenlerin sindirilmesinde, medyada kamuoyunun manipüle edilmesinde ve sivil toplumun yozlaştırılmasında kilit aktörler olarak faaliyet yürütüyor. Bu ekipler, bir bakıma hangi seslerin yükseltilmesi ve hangilerinin de sansürlenip iptal edilmesi gerektiğini belirleyen bekçi görevi görüyor.

ABD yönetimi sivil toplum adı altındaki ajanları ve bekçi köpekleri yoluyla istediği yasaları çıkarmayan ve istediği politik refleksleri göstermeyen hükümet ve devletlerin gücünü dengeleyebiliyor. ABD finanse ettiği STK’ları rahatça ele geçirebiliyor. Böylece sesi yüksek çıkan bir azınlığın sessiz çoğunluğa üstün gelmesini sağlayabiliyor.

Dünyanın farklı ülkelerinde olduğu gibi ülkemizin gündemindeki birçok sorunda da harekete geçen bu grupları görmek mümkün. 1980’lerde, Reagan doktrini sorunu daha da kötüleştirdi. Çünkü bu “insan hakları STK’ları” hükümet tarafından finanse ediliyordu ve sivil toplumun hükümet politikalarından önemli ölçüde sapmamasını sağlamak için personelleri istihbarat teşkilatlarıyla bağlantısı olan kişilerden oluşuyordu. Bugün ise STK’lar Gazze’deki soykırım, iklim oligarşisi veya Ukrayna’daki büyük güç rekabeti hakkındaki bırakın protestoları düzenlemeyi akademik tartışmalardaki aleyhte seslere bile tahammül edemeyip kısıyor, sansürleyip linç ediyor.

Bu nedenle iyi belgelenmiş ve kanıtlanmış gerçekler medyada yer almıyor ve bu gerçekleri ele alan kişiler “tartışmalı ve yetersiz”, “komplocu” veya “antisemitik” olmakla ya da “Hamas propagandası” ve terörizm savunuculuğu” yapmakla veyahut da “Rusya ve Çin yanlısı” olarak Batı karşıtlığı yapmakla yaftalanıp mahkûm ediliyor. Yani ABD’nin çıkarlarıyla çelişen doğruları, ahlaki ve insani olan bir şeyi savunanlar devreye giren etki ajanları ve bekçi köpekleriyle dolu sivil toplum aygıtları ve medya organları tarafından mobbingle, sansürle ve linçle cezalandırılıyor.

Örneğin Diesen, “ABD hükümeti ve CIA’nın kontrol ettiği Ulusal Demokrasi Vakfı (NED) tarafından finanse edilen Norveç Helsinki Komitesi, düzenli olarak benim hakkımda popüler yazılar yayınlıyor ve beni Rusya propagandacısı olarak etiketliyorlar” diyor. Diesen, Norveç Helsinki Komitesi’nin üniversite yönetimine işine son verilmesi için her tür baskıyı yaptığını da belirtiyor. Düşünsenize Rusya uzmanı bir profesörün Rusya ile ilgilenmesini istemiyorlar. Hatta Rus medyasına demeç vermesi bile istenmiyor. Profesör Diesen’in Amerikan propaganda aygıtına eklemlenip Moskova karşıtı hatta mevzilenmesini istiyorlar. Bunu yapmadığı için hakkında yedi sayfalık karamalarla dolu ‘akademik’ makaleler bile yayınlanmış. Bir makalede Diesen’in savaş propagandası yaparak uluslararası hukuku ihlal ettiği için cezalandırılması isteniyor.

Diesen’i Rusya propagandacısı olarak etiketleyen ABD destekli Norveç STK’sı “NAFO” gibi anonim çevrimiçi trol ordularıyla da saldırıyor. Sosyal medya, e-postalar, SMS ve telefon çağrıları yoluyla yapılan tehditlerin ardından polis, Norveçli profesör Deisen’e ev adresini ve telefon numarasını kamu erişiminden kaldırmasını tavsiye etti. Öyle ki Norveç Helsinki Komitesi’nden biri sosyal medya takipçileri için Diesen’in evinin fotoğraflarının ve adresinin yer aldığı bir satış ilanı bile yayınlamış. Bunun gibi milyonlarca örnek var. Diesen ABD’de olsa çok daha şiddetli bir terbiyeden geçirilecekti. Kendi ülkesinde bile fikirlerini rahatça ifade edemiyor. Her baskıya, tehdide ve yaftaya maruz kalıyor. İşte insan hakları, özgürlük ve demokrasiye gelince mangalda kül bırakmayan Batı dünyasının gerçek yüzü bu! İşin ucu kendine dokununca her tür despotizme başvurmakta bir beis görmezler.

Batı tam da budur. Nitekim ABD ve Avrupa, Ukrayna savaşı başladıktan sonra Rus medyasına demeç veren bütün Batılı akademisyen ve gazetecileri ‘yabancı ajanlar’ listesine dâhil etti. Hepsini kara listeye aldı. Rus kökenli sanatçı ve sporcuların Batı’daki konser ve müsabakalarını bile iptal etti. Gazze’deki barbar İsrail soykırımını eleştiren herkes ABD ve Avrupa’da zaten linçe uğruyor. İş, sanat, akademik ve spor kariyerlerini bitirmek için her tür Makyavelist kirli yöntem ve beşinci kol faaliyeti mubah görülüyor.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Amerikan istihbarat teşkilatları Avrupa’daki sivil toplumu yönlendirmede derin bir rol üstlendi. Öyle görünüyor ki bu stratejiyi II. Soğuk Savaş’ın başladığı günümüzde yeniden aktive ettiler.

Unutmayalım ki Reagan Doktrini, insan haklarını destekleme kisvesi altında diğer devletlerin sivil toplumuna açıkça müdahale edecek STK’ların kurulmasını gerektiriyordu. Ukrayna’nın 2004’teki “Turuncu Devrimi” sırasında yolsuzlukla mücadele protestosu NATO yanlısı ve Rusya karşıtı bir yapıya dönüştürüldü. Tıpkı bizdeki Gezi gösterilerinde birkaç ağacın sökülmesine yönelik protestoların hükümeti düşürmeyi ve devletin iç-dış stratejilerini değiştirmeyi hedef alan siyasi bir kriz projesine dönüştürülmesi gibi.

Reagan, 1983’te Ulusal Demokrasi Vakfı’nı (NED) kurduğunda açılış konuşmasını kendisi yapmıştı. Washington Post, NED’i “açık operasyonların şeker babası” olarak nitelemişti. NED’in kurucu ortaklarından Allen Weinstein de “Bugün yaptığımız şeylerin çoğu 25 yıl önce CIA tarafından gizlice yapılıyordu” itirafında bulunmuştu.

CIA ihbarcısı Philip Agee ise NED’in yabancı ulusları yıkmak ve demokrasiyi biçimlendirmek için bir “propaganda ve teşvik programı” olarak kurulduğunu açıklamıştı. Norveç Helsinki Komitesi’ni finanse eden NED’in ülkemizi hedef alan 15 Temmuz 2016’daki işgal ve darbe girişiminde de etkin bir rol aldığını unutmamak lazım.

Görüldüğü üzere ABD adına hareket eden STK’lar Batı destekli gürültücü bir azınlığın sessiz çoğunluğu marjinalleştirmesine olanak tanıyor ve ardından bunu “demokrasi, özgürlük ve insan hakları ” olarak satıyor. Bu nedenle protestolar seçilmiş hükümetlerin devrilmesini meşrulaştırma aracı olarak kullanılıyor.

Öyle ki amaçlarını ve yöntemlerini inkar etmiyorlar. Kirli emellerine ulaştıktan sonra bunu itiraf etmekten de çekinmiyorlar. Örneğin The Guardian, 2004’teki Ukrayna Turuncu Devrimi’nden “diğer insanların seçimlerini kazanmak” amacıyla “bir Amerikan yaratımı, Batılı markalaşma ve kitlesel pazarlamanın sofistike ve zekice tasarlanmış bir uygulaması” olarak söz etmişti.

Guardian’ın bir başka makalesi de Turuncu Devrim’i “postmodern bir darbe” ve “Sovyet sonrası koşullara uyarlanmış, soğuk savaş günlerinin CIA destekli bir üçüncü dünya ayaklanması” olarak nitelemişti. Benzer şekilde Amerikan medyası da 12 Eylül 1980 darbesini yapan Kenan Evren ve arkadaşları için Amerikalı yetkililer tarafından sarf edilen ‘bizim çocuklar iyi iş çıkardı” şeklindeki taltifleri yayımlamakta bir beis görmemişti. Son zamanlarda Gürcistan’a karşı da benzer operasyonlar başlatıldı. STK’lar 2003 yılında Gürcistan’da Gül Devrimi’ni sahneledi ve bu devrim, Tiflis’in Güney Osetya’ya saldırmasının ardından 2008’de Rusya ile savaşla sonuçlandı. ABD’ye güvenen Gürcistan yardım gelmeyince Osetya ve Abhazya’yı kaybetti.

Geçtiğimiz günlerde de Gürcistan Başbakanı, ülkesini Rusya’ya karşı ikinci bir cephe olarak kullanmak amacıyla ABD’nin hükümeti devirmeye çalıştığını ve bunun için de STK’ları kullandığını söyledi. Neden ise Gürcistan’ın demokratik olarak seçilmiş parlamentosunun, STK’ların yabancı finansmanının şeffaflığını öngören yasayı Nisan ayında kabul etmesi. Batı yanlısı Cumhurbaşkanı imzalamadığı için bu ay yeniden meclise sunulan yasayı bu kez Meclis Başkanı onaylayarak yürürlüğe koydu.

ABD ve Avrupa, STK’ların finansmanı konusundaki şeffaflığın demokratik olmadığına karar vererek yasayı “Rus yasası” olarak eleştiriyor. Batı medyasında Gürcistan Başbakanı’nın bir Rus kuklası olduğuna dair karalama yayınları yapılıyor. ABD ve Avrupa, STK’lardaki mali güçlerinin ortaya serilmesine karşı çıkıyor. Çünkü para ve siyasi nüfuz karşılığında Batılı devletlerin ajanlığını ve bekçi köpekliğini yapan STK’ların deşifre olmasını istemiyorlar. Etekleri tutuşmuş halde. ‘Ajan Yasası’nı çıkaran Gürcistan’ı her tür yaptırımlarla tehdit ediyorlar.

Ancak dünya değişiyor. Gürcistan bile Batı’nın güdümünde olmanın kendisine neler kaybettirdiğini gördü. Eğer zamanında gerekli manevraları yapmasaydı sonu Ukrayna gibi işgal edilmek ve parçalanmak olacaktı.

Bu da bize ABD ve Avrupa’nın hem eski askeri güçlerini hem de eski yumuşak güçlerini kaybettiğini gösteriyor. Dünya yeni bir geleceğe doğru ilerliyor. Batı’nın kirli oyunları, kumpasları, ajanları ve bekçi köpekleri bu gidişatı durduramıyor artık. Çünkü eskisi kadar başarılı olamıyorlar. Çaptan düşüyorlar.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

Bercan TUTAR – 14 Haziran 2024

 

Küresel hegemonya için her tür Makyavelist yöntemi ve aygıtı kullanan Amerikan yönetiminin en başarılı olduğu yumuşak güç alanlarından biri de sivil toplum kurumları. İngilizce de NGO olarak bilinen ve resmi olmayan organizasyonlar diye tarif edilen sivil toplum kurumlarının küresel çapta etkiye ve ağa sahip olanlarının büyük çoğunluğu zaten ABD merkezli.

Bununla yetinmeyen ABD dünyanın dört bir yanındaki sivil kurum ve vakıfları da devşirme stratejisi izliyor. Russia Today’de “ABD dünya çapında ‘sivil toplumu’ yozlaştırmak için STK’ları nasıl kullanıyor?” başlıklı bir analiz kaleme alan Glenn Diesen, Washington’un izlediği yöntemlerle özellikle akademik kisvesi altında sahte ‘insan hakları’ gruplarını bir dış politika olarak silahı haline getirdiğini vurguluyor. Güneydoğu Norveç Üniversitesi Profesörü ve Rusya Küresel İlişkiler dergisinin editörü olan Diesen, bu bağlamda Gürcistan’da hükümetin çıkardığı ‘dış nüfuzun şeffaflığı’ yasasını protesto eden gruplara dikkat çekiyor. ABD’nin nüfuz sahası içindeki STK ve vakıfların öncelikli hedefi Amerikan taraftarı bir kamuoyu yaratılması. Bunun yapılabilmesi için de Batı’da ve ötesinde, “insan haklarıyla ilgili sivil toplum kuruluşları” (STK’lar) adı altında faaliyet gösteren baskı grupları, savaş propagandasının yayılmasında, akademisyenlerin sindirilmesinde, medyada kamuoyunun manipüle edilmesinde ve sivil toplumun yozlaştırılmasında kilit aktörler olarak faaliyet yürütüyor. Bu ekipler, bir bakıma hangi seslerin yükseltilmesi ve hangilerinin de sansürlenip iptal edilmesi gerektiğini belirleyen bekçi görevi görüyor.

ABD yönetimi sivil toplum adı altındaki ajanları ve bekçi köpekleri yoluyla istediği yasaları çıkarmayan ve istediği politik refleksleri göstermeyen hükümet ve devletlerin gücünü dengeleyebiliyor. ABD finanse ettiği STK’ları rahatça ele geçirebiliyor. Böylece sesi yüksek çıkan bir azınlığın sessiz çoğunluğa üstün gelmesini sağlayabiliyor.

Dünyanın farklı ülkelerinde olduğu gibi ülkemizin gündemindeki birçok sorunda da harekete geçen bu grupları görmek mümkün. 1980’lerde, Reagan doktrini sorunu daha da kötüleştirdi. Çünkü bu “insan hakları STK’ları” hükümet tarafından finanse ediliyordu ve sivil toplumun hükümet politikalarından önemli ölçüde sapmamasını sağlamak için personelleri istihbarat teşkilatlarıyla bağlantısı olan kişilerden oluşuyordu. Bugün ise STK’lar Gazze’deki soykırım, iklim oligarşisi veya Ukrayna’daki büyük güç rekabeti hakkındaki bırakın protestoları düzenlemeyi akademik tartışmalardaki aleyhte seslere bile tahammül edemeyip kısıyor, sansürleyip linç ediyor.

Bu nedenle iyi belgelenmiş ve kanıtlanmış gerçekler medyada yer almıyor ve bu gerçekleri ele alan kişiler “tartışmalı ve yetersiz”, “komplocu” veya “antisemitik” olmakla ya da “Hamas propagandası” ve terörizm savunuculuğu” yapmakla veyahut da “Rusya ve Çin yanlısı” olarak Batı karşıtlığı yapmakla yaftalanıp mahkûm ediliyor. Yani ABD’nin çıkarlarıyla çelişen doğruları, ahlaki ve insani olan bir şeyi savunanlar devreye giren etki ajanları ve bekçi köpekleriyle dolu sivil toplum aygıtları ve medya organları tarafından mobbingle, sansürle ve linçle cezalandırılıyor.

Örneğin Diesen, “ABD hükümeti ve CIA’nın kontrol ettiği Ulusal Demokrasi Vakfı (NED) tarafından finanse edilen Norveç Helsinki Komitesi, düzenli olarak benim hakkımda popüler yazılar yayınlıyor ve beni Rusya propagandacısı olarak etiketliyorlar” diyor. Diesen, Norveç Helsinki Komitesi’nin üniversite yönetimine işine son verilmesi için her tür baskıyı yaptığını da belirtiyor. Düşünsenize Rusya uzmanı bir profesörün Rusya ile ilgilenmesini istemiyorlar. Hatta Rus medyasına demeç vermesi bile istenmiyor. Profesör Diesen’in Amerikan propaganda aygıtına eklemlenip Moskova karşıtı hatta mevzilenmesini istiyorlar. Bunu yapmadığı için hakkında yedi sayfalık karamalarla dolu ‘akademik’ makaleler bile yayınlanmış. Bir makalede Diesen’in savaş propagandası yaparak uluslararası hukuku ihlal ettiği için cezalandırılması isteniyor.

Diesen’i Rusya propagandacısı olarak etiketleyen ABD destekli Norveç STK’sı “NAFO” gibi anonim çevrimiçi trol ordularıyla da saldırıyor. Sosyal medya, e-postalar, SMS ve telefon çağrıları yoluyla yapılan tehditlerin ardından polis, Norveçli profesör Deisen’e ev adresini ve telefon numarasını kamu erişiminden kaldırmasını tavsiye etti. Öyle ki Norveç Helsinki Komitesi’nden biri sosyal medya takipçileri için Diesen’in evinin fotoğraflarının ve adresinin yer aldığı bir satış ilanı bile yayınlamış. Bunun gibi milyonlarca örnek var. Diesen ABD’de olsa çok daha şiddetli bir terbiyeden geçirilecekti. Kendi ülkesinde bile fikirlerini rahatça ifade edemiyor. Her baskıya, tehdide ve yaftaya maruz kalıyor. İşte insan hakları, özgürlük ve demokrasiye gelince mangalda kül bırakmayan Batı dünyasının gerçek yüzü bu! İşin ucu kendine dokununca her tür despotizme başvurmakta bir beis görmezler.

Batı tam da budur. Nitekim ABD ve Avrupa, Ukrayna savaşı başladıktan sonra Rus medyasına demeç veren bütün Batılı akademisyen ve gazetecileri ‘yabancı ajanlar’ listesine dâhil etti. Hepsini kara listeye aldı. Rus kökenli sanatçı ve sporcuların Batı’daki konser ve müsabakalarını bile iptal etti. Gazze’deki barbar İsrail soykırımını eleştiren herkes ABD ve Avrupa’da zaten linçe uğruyor. İş, sanat, akademik ve spor kariyerlerini bitirmek için her tür Makyavelist kirli yöntem ve beşinci kol faaliyeti mubah görülüyor.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Amerikan istihbarat teşkilatları Avrupa’daki sivil toplumu yönlendirmede derin bir rol üstlendi. Öyle görünüyor ki bu stratejiyi II. Soğuk Savaş’ın başladığı günümüzde yeniden aktive ettiler.

Unutmayalım ki Reagan Doktrini, insan haklarını destekleme kisvesi altında diğer devletlerin sivil toplumuna açıkça müdahale edecek STK’ların kurulmasını gerektiriyordu. Ukrayna’nın 2004’teki “Turuncu Devrimi” sırasında yolsuzlukla mücadele protestosu NATO yanlısı ve Rusya karşıtı bir yapıya dönüştürüldü. Tıpkı bizdeki Gezi gösterilerinde birkaç ağacın sökülmesine yönelik protestoların hükümeti düşürmeyi ve devletin iç-dış stratejilerini değiştirmeyi hedef alan siyasi bir kriz projesine dönüştürülmesi gibi.

Reagan, 1983’te Ulusal Demokrasi Vakfı’nı (NED) kurduğunda açılış konuşmasını kendisi yapmıştı. Washington Post, NED’i “açık operasyonların şeker babası” olarak nitelemişti. NED’in kurucu ortaklarından Allen Weinstein de “Bugün yaptığımız şeylerin çoğu 25 yıl önce CIA tarafından gizlice yapılıyordu” itirafında bulunmuştu.

CIA ihbarcısı Philip Agee ise NED’in yabancı ulusları yıkmak ve demokrasiyi biçimlendirmek için bir “propaganda ve teşvik programı” olarak kurulduğunu açıklamıştı. Norveç Helsinki Komitesi’ni finanse eden NED’in ülkemizi hedef alan 15 Temmuz 2016’daki işgal ve darbe girişiminde de etkin bir rol aldığını unutmamak lazım.

Görüldüğü üzere ABD adına hareket eden STK’lar Batı destekli gürültücü bir azınlığın sessiz çoğunluğu marjinalleştirmesine olanak tanıyor ve ardından bunu “demokrasi, özgürlük ve insan hakları ” olarak satıyor. Bu nedenle protestolar seçilmiş hükümetlerin devrilmesini meşrulaştırma aracı olarak kullanılıyor.

Öyle ki amaçlarını ve yöntemlerini inkar etmiyorlar. Kirli emellerine ulaştıktan sonra bunu itiraf etmekten de çekinmiyorlar. Örneğin The Guardian, 2004’teki Ukrayna Turuncu Devrimi’nden “diğer insanların seçimlerini kazanmak” amacıyla “bir Amerikan yaratımı, Batılı markalaşma ve kitlesel pazarlamanın sofistike ve zekice tasarlanmış bir uygulaması” olarak söz etmişti.

Guardian’ın bir başka makalesi de Turuncu Devrim’i “postmodern bir darbe” ve “Sovyet sonrası koşullara uyarlanmış, soğuk savaş günlerinin CIA destekli bir üçüncü dünya ayaklanması” olarak nitelemişti. Benzer şekilde Amerikan medyası da 12 Eylül 1980 darbesini yapan Kenan Evren ve arkadaşları için Amerikalı yetkililer tarafından sarf edilen ‘bizim çocuklar iyi iş çıkardı” şeklindeki taltifleri yayımlamakta bir beis görmemişti. Son zamanlarda Gürcistan’a karşı da benzer operasyonlar başlatıldı. STK’lar 2003 yılında Gürcistan’da Gül Devrimi’ni sahneledi ve bu devrim, Tiflis’in Güney Osetya’ya saldırmasının ardından 2008’de Rusya ile savaşla sonuçlandı. ABD’ye güvenen Gürcistan yardım gelmeyince Osetya ve Abhazya’yı kaybetti.

Geçtiğimiz günlerde de Gürcistan Başbakanı, ülkesini Rusya’ya karşı ikinci bir cephe olarak kullanmak amacıyla ABD’nin hükümeti devirmeye çalıştığını ve bunun için de STK’ları kullandığını söyledi. Neden ise Gürcistan’ın demokratik olarak seçilmiş parlamentosunun, STK’ların yabancı finansmanının şeffaflığını öngören yasayı Nisan ayında kabul etmesi. Batı yanlısı Cumhurbaşkanı imzalamadığı için bu ay yeniden meclise sunulan yasayı bu kez Meclis Başkanı onaylayarak yürürlüğe koydu.

ABD ve Avrupa, STK’ların finansmanı konusundaki şeffaflığın demokratik olmadığına karar vererek yasayı “Rus yasası” olarak eleştiriyor. Batı medyasında Gürcistan Başbakanı’nın bir Rus kuklası olduğuna dair karalama yayınları yapılıyor. ABD ve Avrupa, STK’lardaki mali güçlerinin ortaya serilmesine karşı çıkıyor. Çünkü para ve siyasi nüfuz karşılığında Batılı devletlerin ajanlığını ve bekçi köpekliğini yapan STK’ların deşifre olmasını istemiyorlar. Etekleri tutuşmuş halde. ‘Ajan Yasası’nı çıkaran Gürcistan’ı her tür yaptırımlarla tehdit ediyorlar.

Ancak dünya değişiyor. Gürcistan bile Batı’nın güdümünde olmanın kendisine neler kaybettirdiğini gördü. Eğer zamanında gerekli manevraları yapmasaydı sonu Ukrayna gibi işgal edilmek ve parçalanmak olacaktı.

Bu da bize ABD ve Avrupa’nın hem eski askeri güçlerini hem de eski yumuşak güçlerini kaybettiğini gösteriyor. Dünya yeni bir geleceğe doğru ilerliyor. Batı’nın kirli oyunları, kumpasları, ajanları ve bekçi köpekleri bu gidişatı durduramıyor artık. Çünkü eskisi kadar başarılı olamıyorlar. Çaptan düşüyorlar.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.