istihbarat ceyhun bozkurt

Ceyhun BOZKURT – 27 Haziran 2024

 

Dünyadaki en önemli dini merkezler çok yakınımızda (Kudüs gibi her üç din için kutsal şehir, İskenderiye, Antakya) dünyadaki en önemli petrol ve doğal gaz kaynakları olan Ortadoğu ve Hazar havzaları hemen dibimizde. Etnik ve dini çöplük olarak adlandırılan bölgeler hemen yanı başımızda bulunmaktadır. Etnik ve dini/mezhebi çatlaklar küresel güçlerin, Siyonistlerin ve Batı’nın bölgeyi kaos ve çatışma ortamına sürükleyerek müdahaleye zemin hazırlaması için yeterlidir.

Çevresinde bu kadar olumsuz şartlarla karşı karşıya kalan ülkemize müttefikleri yardımcı olmak yerine ne yapıyor hepimiz çok iyi biliyoruz. Dünyada ve bölgemizde ortaya çıkan olumsuzlukları ve bu olumsuzlukların ülkemize yansımasını yanlış dış politika tercihlerimizden kaynaklı diye değerlendirerek kendimize fatura etme gayreti tamamen hatalıdır. Aksine bölgedeki bu hassasiyetleri kaşıyarak meydana çıkan olumsuzlukları ülkemize de yansıtan bu odakların faaliyetlerini görmeyerek kendimizi suçlamak suçlamayı yapanlara da ülkemize de bir şey kazandırmaz.

Konjonktürel gelişmelere göre dış politikada hatalar yapılabilir veya yanlış pozisyonlar alınabilir. Ama genel çerçeveye baktığımızda Türkiye bir çizgi izlemektedir. Bu çizgi aslında emekli Orgeneral Tuncer Kılınç’ın dönemin Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteriyken 2002 yılında “Türkiye, ABD’yi göz ardı etmeden Rusya ve İran’ı da içine alan bir bölgesel arayışa girmeli” düşüncesini açıklamasından çok daha önce bu arayışlara başlamıştır. Nedir bu çizgi? Batılı kurum ve kuruluşlarının içinde kalmak, hukuku, demokrasiyi, özgürlükleri geliştirmek. Komşularıyla iyi ilişkiler içinde başta ekonomik, ticari ve kültürel ilişkilerini geliştirmek ve müreffeh bir ülke olmak istiyor. Uluslararası adaletsizliği ve terör ihracını önlemek istiyor. Çok partili, çok sesli, insanlar arasında ayrım yapmadan eşitlikçi, hukukun üstünlüğünü kabul eden, özgürlükçü, demokratik cumhuriyet olmak istiyor. Ülkesinde ve çevresinde çatışma değil iyi komşuluk ilişkileri çerçevesinde ticari, ekonomik ve kültürel faaliyetlerini geliştirmek istiyor. Çatışma istemiyor, rejim ihracı istemiyor, terör istemiyor, terör üsleri istemiyor.

Bütün bu gelişmeler çerçevesinde ülkemizi değerlendirirsek; Türkiye Batı ile ekonomik, siyasi ve askeri entegrasyon çabalarında Avrupa Gümrük Birliği çerçevesinde, AB’ye aday ülke olarak ısrarla yoluna devam etmiş batılı bütün siyasi, askeri, ekonomik, sosyal, kültürel, sportif bütün kurum ve kuruluşların içinde yer almış, batılı askeri pakt (NATO) içinde bulunmaya devam etmiştir.

Bununla birlikte Türkiye, Fransız devlet adamı Charles de Gaulle benzeri kendi menfaatini korumaya yönelik bir dış politik çıkışta bulunmaktadır. Bu dış politik çıkış ülke güvenliği ve de ekonomik bağımsızlık yönlüdür. Batı ise kendisine biat eden ve alınan kararları hiçbir şekilde irdeleyip sorgulamayan Türkiye’nin bu yeni tavrını kendi menfaatine uygun bulmamakta tekrar eski ayarlarına dönmesi için balans ayarı yapmaya çalışmaktadır. Örneğin 28 Mayıs 2023’ten sonra Mehmet Şimşek’in bizlere çizdiği ekonomik yol haritası rotayı yeniden Batı’ya çevirmiş görünmektedir. Fakat Türkiye artık eskiden bulunduğu yerde değildir ve istese de artık o pozisyona dönmesi de mümkün gözükmemektedir. Bu nedenle Batı ile yaşanan kaos yeni bir denge noktası bulunup karşılıklı kabuller oluncaya kadar devam edecektir bu nettir.

İlginizi çekebilir!  Şükrün Şükredilesi Faydaları

Diğer taraftan yaşanan bazı ekonomik sıkıntı ve sıkışıklıklara gelince bunların ağırlıklı olarak dış politika kaynaklı olduğu gözlenmektedir.(Suriye, Irak, İran, Filistin, İsrail, Kudüs, S-400, Gazze meselesi) Peki bu sıkıştırılma nereye kadar devam ettirilebilecektir. Burada çoğumuzun hafife aldığı veya tam değerlendirmediği bir husus vardır. Türkiye gerek Batı’dan ve Uzakdoğu’dan ve gerekse dünyanın diğer yatırımcı ülkelerinden ağırlıklı olarak yerli ortaklı olmak üzere çok güçlü, kalıcı üretime dönük yabancı yatırım almıştır. Yabancıların bu yatırımlarını riske atabilmeleri Türkiye’den çıkmaları mümkün değildir. Bu kendi ayağına sıkmak olur ve Türkiye’ye verebileceği zarardan daha fazlasını kendilerinin ödeyeceğini de bilmektedirler. Ayrıca yabancıların bu yatırımlarını çekerek Türkiye’den çıkmaları söz konusu olsa bile değerinin çok altında bir fiyatla çıkmak zorunda kalacaklarından ve her zaman alternatif alıcılar (Çin, Uzakdoğu, Körfez ülkeleri) bulunabileceğinden dolayı böyle bir işleme girmeye cesaret etmeleri de mümkün görülmemektedir. Diğer bir hususa gelince Türkiye’ye gelen dış kaynak sermayenin önemli bir kısmının ulaştırma ve konut yapımına gittiği söylemi de hatalıdır yanlıştır. 2002 yılında 36 milyar dolar olan Türkiye’nin ihracatı 2023 yılında 255 milyar dolara yükselmiştir. İhracatımız ağırlıklı olarak sanayi mamullerinden oluşmaktadır.

Sanayi üretimi olmayan bir ülkenin bu kadar ihracat yapması mümkün değildir. Türkiye’de her geçen ay yeni Organize Sanayi Bölgeleri (OSB) açılmaktadır. Açılan OSB’lerde yatırımcılar yer almak için sıradadır. Türkiye karşı karşıya kaldığı bu kadar yoğun iç ve dış tehdide rağmen yüksek bir gelişme hızını yakalamış, Avrupa’nın tümünden daha fazla işsize iş bulabilmiştir. Darbe girişimi şokundan dolayı stagflasyona girmemek için Kamu Garanti Fonu (KGF) gibi önlemlere başvurarak piyasaya para enjekte edilmesi doğru bir yaklaşım olmuştur. Sonrasında hafifçe frene basmak gerekirken hükümet siyasi tercihi nedeniyle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçiş için referandum (2017) ve ardından Cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği genel seçimi (2018), bir sonraki yıl da yerel seçimlere gitmesi (2019) nedeniyle yeterince sıkı para politikası uygulayamamıştır.

Amerika ile başta Suriye politikası olmak üzere PKK, FETÖ, S-400, rahip Bronson gibi meselelerde ters düşülmesi neticesinde ABD’nin finansal saldırıda bulunması sebebiyle de yeterince parasal sıkılaştırma ve finansal müdahale yapılamamıştır. Bu arada politik çatışma ve çekişme içinde bulunduğumuz Amerika’nın manipülatif hamleleri ve yaptırım söylemleri nedeniyle hassas bir dengede giden ekonomik parametrelerimiz bir miktar bozulmuş ancak döviz rezervine fazlaca yaslanmadan dövizin belli bir seviyeye yükselmesi göze alınmış son olarak faiz hadleri de yukarı çekilerek belli bir denge tutturulmuştur. Bu arada İngiltere,  Almanya, Fransa, İtalya ve Hollanda gibi önde gelen batılı ülkeler ile Çin, Rusya, İran, Katar, Azerbaycan gibi ülkeler ile ticaret geliştirilmeye çalışılarak ekonomi moralman toparlanma yoluna girmiş ancak bu sefer de dünyada Kovid-19 salgını baş göstermiştir. Kovid  salgını etkileri 2022 yılı boyunca devam etmiş, dünyada tedarik zincirinde kırılmalar olmuş enerji fiyatları ve enflasyon bütün dünyada yükselmiş bir çok ülke durgunluğa girmiş bir çok ülke de eksi büyümeye düşmüştür. Türkiye dünyanın düştüğü bu sağlık salgınından başarıyla çıkmış ekonomik anlamda ise büyümesine devam etmiş ancak salgın nedeniyle piyasaya fazladan sürdüğü para arzını geri çekemediği için enflasyon etkileri ile baş başa kalmak durumunda kalmıştır.

İlginizi çekebilir!  Siyonistlerin kabusu olan 'kan iftirası' inancı yayılıyor

Türkiye’nin dış borcunun GSYH’ya oranı gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerden düşüktür. Türkiye’nin brüt dış borcu 2021 yılı ilk çeyreğinde yüzde 61 iken OECD ortalaması ise yüzde 110 dur. Hane halkı borçlanmasının GSYH’ya oranı Türkiye’de yüzde 16, gelişen ülkelerde yüzde 36, küresel ortalama yüzde 60’dır. Türk özel sektörü borçlarının GSYH’ya oranı yüzde 65, diğer gelişen ve yükselen ekonomilerde yüzde 94. Dolayısıyla bu parametrelere bakıldığında Türkiye gösterilmek istendiği kadar umutsuz ekonomiye sahip değildir.

Türkiye’nin brüt dış borç stoğu 30 Haziran 2023 tarihi itibariyle 475, 8 milyar ABD doları olarak gerçekleşmiş olup, stokun milli gelire oranı ise yüzde 46,5 olmuştur. Aynı tarihte, “Türkiye net dış borç stoku” ise 267,7 milyar ABD doları olarak gerçekleşmiş olup stokun milli gelire oranı yüzde 26,2 seviyesindedir.

Türkiye ölçeğinde bir ülkeye öyle aba altından sopa gösterme ile döviz kurları ile oynayıp borsada açığa satışlar ile derecelendirme kuruluşları ve tutarsız raporlar ile bir yere varma ve Türkiye’yi hizaya çekme dönemi gerilerde kalmıştır. Bu tür piyasa oyunları belli bir süre etkisini gösterse de kalıcı değildir. Dolayısıyla bu artık geçerli bir yöntem değildir. Belli bir süre Türk piyasalarının dengesini bozabilirler fakat bunun da kendilerine bir maliyeti olduğu gerçeği çerçevesinde uzun süre sürdüremeyecekleri bir durumdur. Bu nedenle bu tür operasyonları askeri harekatlara denk getirerek veya seçim dönemi gibi sıkışık zamanlarda yaparak Türkiye’yi zorlamaya çalışmaktadırlar.

Ancak Türkiye eski Türkiye değildir ve bu nedenle paniğe kapılmaya gerek yoktur.

Türk ekonomisi 2002 sonunda yapılan seçimlerde bir partinin tek başına iktidara gelmesi ve güçlü liderliği ile siyasi istikrara kavuşmuş, siyasi istikrar ekonomik istikrarı beraberinde getirmiş, Türkiye dünyada en fazla yatırım yapılan ülke durumuna gelmiştir. Bir daha ekonomik darboğaza girmeksizin sürekli büyümüştür. Tek istisnası 2009 yılındaki dünya ekonomik buhranında yüzde -4.7’lik küçülmedir. Bütün dünya 2008, 2009 ve sonraki yıllarda çok büyük oranlarda küçülürken Türkiye sadece 2009 yılında küçülme yaşamıştır.

Devam edeceğiz.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.