istihbarat ceyhun bozkurt

Ceyhun BOZKURT – 26 Haziran 2024

 

Batı’nın ülkemize yönelik tutumuna baktığımızda; dağılmadan önce Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku’nun, Atlantik ötesi ve Avrupa olarak tanımladığımız Batı Bloku’nun birinci hedefi olduğunu biliyoruz. Pasifik’teki hedef ise Çin, Kuzey Kore ve Vietnam’dı. İşte dönemde Türkiye, Batı’nın ve Amerika’nın müttefiki olarak dünya sahnesinde yerini aldı. Bu süreç biraz sancılı ve o tarihler açısından uzun, tarihsel boyutta baktığımızda kısa da olsa, Türkiye 1952 yılında Yunanistan ile birlikte NATO’ya girerek, bu süreçte Batı dünyasının safında/cephesinde yer aldı.

ABD liderliğindeki Atlantik kuvvetlerinin, askeri paktlarının yanı sıra ekonomik ve diğer uluslararası kuruluşlarında da yer alan Türkiye, buna rağmen dost ve müttefikleri tarafından bazen açık, bazen örtülü bir şekilde sürekli engellendi. Türkiye’nin Batılı müttefikleri, demokrasi ve çoğulculuk adına iktidar karşıtı muhalif kişi ve örgütleri destekleyerek sözde demokratikleşmeye destek olduğunu savunurken, esas gayesi Türkiye’yi sıkıntıya sokarak her konuda ayrılıkçılığa kadar varan çatlaklar oluşmasına gayret etmiştir. Ayrıca NGO’lar, vakıflar vs. gibi aracılarla fonladığı yayın organları üzerinden kutuplaşmayı derinleştirme amacı taşımıştır. Mesele muhalefeti desteklemek değildir. Çünkü FETÖ komploları döneminde de muhalefetin karşısında yer almıştır. Deniz Baykal liderliğindeki CHP’ye yapılan operasyon sürecini Türkiye’nin deneyimli diplomatlarından Onur Öymen, “Baskılara Direnirken” adlı kitabında anlatmıştır. Baykal’a komplonun arkasında da Batılı istihbarat servislerinin kontrol ettiği Fetullahçı terör ve casusluk örgütü (FETÖ) çıkmıştır. Amaç Türkiye’de yönetimi kontrol edebilmektir. Kontrolden çıkan iktidarlar, hedef haline gelmekte, deyim yerindeyse muhalefete yatırım başlamaktadır.

Ayrıca muhalif her türlü oluşuma “demokrasinin gereği” gibi söylemlerle destek veren sözde Batılı dost ve müttefiklerimiz bir yandan da gizli olarak Türkiye aleyhinde faaliyet yürüten demokrasi ve insanlık düşmanı illegal oluşumlara, örgütlere ve bunların silahlı veya siyasi ayaklarına yatırım, destek sağlamıştır. Bu illegal oluşumların düşüncesi, kökeni, ideolojisi, mezhebi vs. önemli değildir. Önemli olan Türkiye’de kaotik ortam oluşturma, besleyip besleyememe kapasiteleridir. Örneğin Anadolu Federe İslam Devleti, DAEŞ, FETÖ gibi dini, PKK gibi etnik, DHKP/C gibi ideolojik, mezhebi ayrımı da önceleyen illegal terör örgütlerinin tümüne, farklı orijinde olmalarına bakmaksızın destek sağlamışlardır.

Cephe örgütleri olarak tabir edilen silahlı örgütlerde yer alan, adam öldüren, bombalayan, saldırı, sabotaj dahil amacına ulaşmak için her türlü hunharlığı mübah gören militanlara, bu örgütlere eleman kazandırmak için legal platformda propaganda, ideolojik eğitim, toplumsal eyleme yönelme gibi legal alanda faaliyet yürüten partileri ve kurumları da desteksiz bırakmamıştır. Bunun en çarpıcı örneği HDP/DEM’dir. KCK terör örgütlenmesinin kurumsal ayağında siyasi alanın unsuru olan bu sözde parti, her türlü insanlık dışı terör faaliyeti sonrası teröristlerin yanında saf tutmasına rağmen, ABD ve Avrupa devletleri, bu partinin önüne adeta kalkan olmaya çalışmıştır. Aynı Batı, ETA’nın eylemini kınamadığı için Batasuna’nın kapatılmasına ise ses çıkarmamıştır.

Yasadışı yeraltı örgütlerine destek olan ve demokrasiyi ve hukuku işlemez hale getirmek için her hususu suistimal eden bu radikal partilere verdikleri desteği “Demokrasinin İfade Özgürlüğü ” kılıfını giydirerek bu partilerde yer alan drijanlara da kol kanat germişler, hukuku alet etmişlerdir.

Siyasi partileri hırpaladılar

1946 yılından itibaren çok partili parlamenter demokrasiyi bütün kurum ve kuruluşları ile uygulamaya ve geliştirmeye çalışan Türkiye’deki iktidarları başta hangi parti olduğuna bakmaksızın sürekli hırpalamışlar, devletin kendisini ve demokratik rejimi korumaya yönelik aldığı önlemleri şiddetli bir şekilde eleştirmişler, bu çerçevede bazı yaptırımların yanı sıra uluslararası veya bölgesel kuruluşlarda üyeliğini askıya almışlar ve Türkiye’nin sürekli bir kaos ortamında kalmasını, istikrarsız bir siyasi hayat ve istikrarsız bir ekonomik hayat sürmesini arzulamışlardır.

Türkiye’nin batılı dostları önce sağ-sol, sonra Alevi-Sünni, sonra Türk-Kürt, daha sonra dini Terör ve en son FETÖ ile ülkemizde çatlaklar oluşturup iç çatışma ortamına sokmaya çalışmışlar, bu arada defalarca askeri, siyasi ve ekonomik darbeleri tezgahlamışlar ve “Atatürk ilkelerinden sapma” gerekçesi ileri sürülerek  “demokrasiye balans ayarı” adı altında Batı’ya bağlı vesayet düzeni yeniden tesis edilmiştir. Türkiye’nin gelişmesine ve büyümesine yönelik projeleri durdurulmuş ancak Türkiye bütün bu badirelerden çıkmayı yine de başarmıştır.

Batı kendi içinde, kendi düzenini tehdit eder gördüğü ve bekasına yönelik olarak değerlendirdiği bir muhalif oluşumla yüz yüze geldiğinde bu muhalif hareketlerin üstüne en sert bir şekilde gitmektedir. Anayasa ve yasalarda gereken değişiklikleri derhal çıkartarak veya yasaların kendisine verdiği yetkiyi sonuna kadar kullanarak, gerekli gördüğü halde hiç tereddüt etmeden geçici süre ile özgürlükleri de askıya alarak ya da olağan üstü hal ilan etmekte ve toplumsal düzenini bozmaya kalkan grup veya muhalif kitleleri en ağır bir şekilde bastırıp cezalandırmakta hiçbir çekince görmemektedir. Bunu bugün dahi az önce Batasuna örneğinde hatırlattığımız İspanya/Katalonya ve Bask, İngiltere ve Kuzey İrlanda ile Fransa ve Almanya’da geçmişteki uygulamalardan görmekteyiz.

Tek kutuplu dönem

Ülkemizin çevresinde son kırk yılda önemli gelişmeler yaşandı. Bunlara göz attığımızda sırasıyla Doğu Bloku çöktü, arkasından Sovyet sistemi yıkılıp ülke dağıldı, sonrasında Yugoslavya, Çekoslovakya gibi ülkelerin bölünerek yeni devletler ortaya çıktı. Böylece yeni dengeler meydana geldi ve bir süre için tek kutuplu dünya düzeni oluştu.

Yugoslavya’nın dağılması sonrası ortaya çıkan devletler ve aralarında çıkan savaşlar Balkanlar’da yıllarca devam eden çatışmalara yol açtı. Bu çatışmalardan kaçanların bir kısmı ülkemize sığındı. Kafkaslar’da Çeçenistan’da, Dağıstan’da, Güney Osetya’da, Abhazya’da, Gürcistan’da, Dağlık Karabağ nedeniyle Ermenistan, Azerbaycan arasında yıllarca süren çatışma ortamlarının bölgemize, ülkemize sığınmacı anlamında yansımaları oldu. Bunun sosyolojik, politik olduğu kadar olumsuz ekonomik yansımaları da gerçekleşti.

Kafkasya’da çıkan Çeçen savaşında zarar gören Kafkas halklarından bir kısmı yurtlarını terk ederek ülkemize sığındı.

1980 öncesi komşumuz İran’da İslam devrimi ve hemen sonrasında çıkan çatışmalardan kaçan yüzbinlerce İranlı sığınmacının bir kısmı ülkemiz üzerinden Batı’ya göç ederken bir kısmı da ülkemize yerleşmiştir.

Yıllarca süren İran-Irak savaşı sonrasında, Irak’a yönelik ABD ve oluşturduğu koalisyonun başlattığı 1. ve 2. Körfez savaşları, bu savaşlardan zarar görüp ülkelerinden kaçanların bir kısmı yine ülkemize sığındı.

Suriye iç savaşı ve bu savaştan kaçıp Türkiye’ye sığınanlar, Afganistan’dan ve diğer ülkelerden, hatta Afrika ülkeleri, Bangladeş gibi ülkelerindeki iç kargaşa, açlık ve yokluktan dolayı kaçıp gelenleri de göz önünde bulundurursak çoğunu birinci kuşak olarak adlandırabileceğimiz çevremizdeki ülkelerde yaşanan bütün bu gelişmelerin ülkemize olumsuz ekonomik ve sosyal yansımaları oldu.

Bütün bu gelişme ve parametreleri göz önünde bulundurduktan sonra kimine göre zengin bir etnik, dini ve mezhebi kültürü barındıran, kimine göre de etnik çöplük olarak tabir edilen bu güzel fakat bir o kadar da belalı olan coğrafyada, Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu ile çevrili olan ülkemize demokrasi ve hukuk anlamları ile ekonomik anlamda haksızlık etmeyelim.

Etkilendiğimiz olayların birçoğunda yönetimlerden kaynaklanan bazı sıkıntılar olsa da esas pay Batı emperyalizminin bölgemizi hedef alan saldırgan politikaları yer almaktadır.

Devam edeceğiz…