39 kez görüntülendi.
cenk beyaz kapak

Doç. Dr. Cenk BEYAZ – 21 Ocak 2025

 

13 Ocak 2025 tarihinde Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın himayelerinde, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın öncülüğünde 2025 yılı Aile Yılı olarak ilan edildi. Bu bağlamda son yıllarda Türkiye nüfusunda endişe uyandıran durumların daha da belirgin hale gelmesi, aile yapısının giderek değişmesi, aileye yönelik zararlı durumların bertaraf edilebilmesi ve ailenin güçlü hale getirilebilmesi için toplumsal farkındalık oluşturmak hedeflenmektedir.

Bu program kapsamında en temelde nüfusun diri tutulabilmesi için nüfusun yenilenme düzeyi olan 2,1 toplam doğurganlık hızının üzerine çıkılması temel amaçlardandır. 2023 yılı sonu itibariyle toplam doğurganlık hızı 1,51 düzeyine gerilemiştir. 2001 yılında 2,38 olan toplam doğurganlık hızı zaman zaman küçük artışlarla günümüze kadar mütemadiyen düşüş eğiliminde bir seyir izlemiştir.

Bu program kapsamında bir diğer unsur ise ailenin korunması ve güçlendirilmesi olmaktadır. Her geçen yıl hane sayısı artmasına rağmen hane büyüklüğü azalmaktadır. 2008 yılında ortalama hanehalkı büyüklüğü 4 iken, günümüze kadar sürekli azalarak 2023 yılında 3,14’e gerilemiştir. Bu hususta yalnız yaşamanın artması da önemli bir etmendir. 2014 yılında 2,9 milyon insanın yalnız yaşadığı, bu miktarın 2023 yılı itibariyle 5,2 milyona eriştiği bilinmektedir. Böylelikle tek kişilik hanehalkı sayısı son 10 yılda yüzde 77,2 oranında artmıştır. Aileye ilişkin olarak geleneksel aile yapısından çekirdek aileye geçişin yıllar önce yaygınlaştığı, tek ebeveyn, dağılmış, parçalanmış gibi ifadelerle izah edilmeye çalışılan aile yapılarının ortaya çıktığı bir durumdan söz edilebilir.

Aile Yılı Ne Vaat Ediyor?

Mevcut durum karşısında Türkiye, öncelikli olarak doğurganlığın arttırılması ve ailenin korunması ve güçlendirilmesi amacıyla ekonomik ve somut politikalarla süreci etkili hale getirmek istemektedir. Aile Yılı Programı kapsamında Nüfus Politikaları Kurulu ve Aile Enstitüsü ihdas edildi. Bu yapılar nüfus ve aile konuları başta olmak üzere politika ve hizmet geliştirmenin arka planını oluşturacak bilgiyi meydana getirmede etkili olacaktır.

İlginizi çekebilir!  Yılmaz'dan "Aile Yılı" Açıklaması

2025 yılına yayılacak şekilde destek mekanizmalarının süreceğini ifade eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, öncelikli olarak depremden etkilenen illerin istifadesine sunulan Aile ve Gençlik Fonu’nun 81 il için başvuruya açık hale getirildiğini ilan etmiştir. Bu fon sayesinde yeni evlenecek gençler 48 ay vade ile 2 yıl boyunca geri ödemeden 150 bin lira faizsiz destekten istifade edebileceklerdir. Belirli şartları sağlayanların Evlenecek Gençlerin Desteklenmesi Projesi kapsamında ailegenclikfonu.aile.gov.tr uzantılı internet sitesi üzerinden müracaat etmeleriyle bu imkandan yararlanmaları mümkün olacak. 18-29 yaş arasındaki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının istifade edebilecekleri bu fona şu ana kadar 15 bin 30 genç müracaat etti.

Aile Yılı çerçevesinde ilan edilen somut yeniliklerin bir diğeri ise doğum yardımları oldu. İlan edilen yeni yardımların öncesinde ilk çocuk için 300; ikinci için 400 ve üçüncü için 600 lira ödeme yapılıyordu. Yeni destekler kapsamında ilk çocuk için tek seferlik 5 bin lira, ikinci çocuk için her ay olmak üzere 1500 lira, üçüncü ve sonraki çocuklar için ise her ay 5 bin lira çocuk yardımı yapılacaktır. Bu yardımlar için herhangi bir şart talep edilmeyecek ve eskiden olduğu gibi ilgili tutarlar annelerin hesaplarına aktarılacaktır.

Aile Yılının Hedefleri Uzun Süreli Etkiler Meydana Getirir Mi?

Türkiye’nin, doğurganlığın arttırılmasında ekonomik ve somut hamlelerini geciktirdiğini söylemek ne yazık ki yanlış olmayacaktır. Doğurganlığın arttırılmasında, nüfusun yenilenme düzeyinin üstünde tutulabilmesinde etkili yöntemlerden olan ekonomik destekler kısa vadede kıpırdanmalara imkan tanımakta, can suyu olabilmekte ancak uzun vadede tek başına nüfusun sürdürülebilir olmasını sağlayamamaktadır. Batı’da bütçeleri hayli güçlü olan ülkelerin bu hususta geniş ölçekli maddi destekler vermelerine rağmen uzun vadede sadece ekonomik faktörlerle nüfuslarını arttıramadıklarını ve göç ile de nüfuslarını sürdürülebilir kılmaya çalıştıklarını görüyoruz. Ancak göç hareketliliğinin uyum ve entegrasyon gibi unsurları açısından siyasi, toplumsal, ekonomik ve benzeri birçok yönü süreci daha maliyetli ve külfetli bir hale dönüştürebilmektedir.

İlginizi çekebilir!  Lübnan’da Yaşananlar Sonrası Devlet Güvenliği İçin “Komplo Teorisyenleri”ni Dinlemek

Diğer yandan tüm dünyada görülen nüfusun artmaması, azalması, azalarak artması trendi karşısında doğurganlığın artmamasındaki sosyal-psikolojik etkenlere de detaylıca kafa yorulması gerekmektedir. Eğitim süresinin ileri yaşlara uzaması, evlenme ve ilk anne olma yaşlarının ilerlemesi, kentleşme, daha konfor ve refah içeren hayatlara sahip olunması gibi faktörler doğurganlığa olumsuz etkide bulunmaktadır. 30’lu yaşlara varıp da ilk evlenenlerin hemen çocuk sahibi olmak istememeleri, bir yönüyle sosyal kısırlığı (social infertility) ön plana çıkarırken diğer yandan fiziksel olarak doğurganlığın mümkün olamadığı kısırlık ve benzeri durumların varlığı yaş ilerledikçe daha da artmaktadır.

Tek ya da hiç çocuk örüntüsünün giderek yaygınlaştığı çekirdek aile düzeninde evli çiftlerin çocuk sahibi olma yolunda arzuladıkları ideal çocuk sayısı ile gerçekte olan mevcut çocuk sayısı arasındaki fark her geçen gün açılmaktadır. Bunun en temel sebebi ise bir nev-i fayda-miktar yaklaşımı ile hareket eden çiftlerin daha kaliteli hayat şartları çerçevesinde çocuk sayısına sahip olmak istemeleri ile doğrudan ilişkili olmaktadır. Bu durum da optimal nüfus yaklaşımı bağlamında olağan karşılanabilir.

Bu bağlamda Aile Yılı Programının başarılı olabilmesi toplumun doğurganlık eğilimlerinin güncel ve gerçek durumunun bilinebilmesi, bireylerin ve sivil toplum örgütlerinin nüfus ve aile konusunda yapılanlara ve yapılacaklara sahip çıkmaları ile mümkün olabilecektir. Elbette nüfus ve demografi başlıklarında çalışmalar yapanlara çok iş düşmekle beraber Nüfus Politikaları Kurulu ve Aile Enstitüsü gibi yapılar işlevsel bir biçimde çalışmalar yürütebilmeli, politika ve hizmet üretme süreçlerinde aktif roller alabilmelidir.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.