Türkiye’yi Gazze’deki Siyonazi soykırımıyla kuşatma projesi…

Bercan TUTAR – 14 Kasım 2023

 

Soğuk Savaş’tan sonra kendini “Yeni Roma” diye dünyaya dayatan ABD dahil bütün küresel güçler için “en büyük kader” her zaman “coğrafi determinizm” olmuştur.

Bu dilemmayı aşamayan ve Avrasya coğrafyasında olan biten değişimi hafife alan Amerikan yönetimi, şimdi son 500 yıldaki diğer büyük aktörlerin maruz kaldığı akıbeti yaşamanın paniği içinde.

Çünkü “geleceği inşa eden tarih” diyebileceğimiz farklı coğrafi kültürlerin çelik iradesi, Washington’un “Imperium Americana” rüyasını kâbusa çevirdi.

Haliyle Yeni Roma olma sevdası da yarım kaldı. Fakat “çıkmayan candan umut kesilmediği” için bazı yönetici elit ve aydınlar hâlâ pes etmiş değil.

“Akıllı güç/smart power” kavramsallaştırmasıyla tanınan Harvard Üniversitesi’nden siyaset bilimci Joseph S. Nye, Tarihin Sonu’nu ilan eden Fukuyama’nın bile Beyaz Saray için “reform layihaları” yazdığı bir dönemde, ABD’yi tahtından indirecek bir gücün ortalıkta hâlâ bulunmadığı kanısında.

“Is The American Century Over/Amerikan Yüzyılı Bitti mi?” adlı kitabında bu üstenci bakışını koruyan Nye, Beyaz Saray’a uzun yıllar akıl vermenin de özgüveniyle “ABD yakın gelecekte askeri, ekonomik ve yumuşak gücüyle küresel hegemonya piramidinin zirvesinde kalmayı sürdürecek” iddiasında bulunuyor.

Oysa bu frapan öngörü, bazı akılları çelse de zaruret ilminin verileri bu iddiayı kökten çürütüyor. Neredeyse II. Dünya Savaşı’ndan bu yana gerçek bir zafer kazanamayan ABD var karşımızda. “The Atlantic” dergisinde bu realite kaçamak bir şekilde de olsa mercek altına alınmış. Yazılarda, yeni küresel hakikati kabul etmekte zorlanan Amerikalı analizcilerin üç önemli (siyasi/askeri ve ekonomik) itirafa kapı aralaması dikkat çekici görünüyor.

İlki, Amerikan yönetiminin İslam dünyasına karşı 2001’de devreye soktuğu “terörle savaş” stratejisinin iflas ettiği ve bu yaklaşımın Türkiye ve Ortadoğu özelinde “siyasi bir hezimete” dönüştüğünün dile getirilmesi.

İkincisi, Rusya karşısında jeo-politik çöküş yaşayan ABD’nin aldığı askeri yenilginin vurgulanması.

Üçüncüsü de Washington’un ekonomideki tahtını Pekin’e kaptırdığının ilan edilmesi.

Bu anlamda Türkiye, Rusya ve Çin’e karşı siyasi, askeri ve ekonomik stratejileri birer birer çöken ABD’nin küresel darboğazı giderek derinleşiyor.

Sovyet Rusya’nın dağılmasıyla güç zehirlenmesi yaşayan ABD, Soğuk Savaş’tan (1947-1991) bu yana izlediği tepeden inme stratejik kurguyu tek küresel hakikat zannetmeye başladı. Ve kafasındaki “her sanrıyı” gerçeğe dönüştürmeye çalıştı.

Joseph Nye’nin küresel liderlik için yeterli gördüğü “fazla müttefik, gemi, silah, füze, para, patent ve film sahibi olmak” şeklindeki “stratejik bakışla malul” bu anlayışın küresel istikrar yerine nasıl bir kaosa yol açtığını gördük.

Taliban’ı sadece 7 bin kişilik bir “terörist grubu” olarak algılayan ve onun arkasındaki 40 milyonluk Peştun halkını; bu halkın sosyolojini, tarih, coğrafi kültür ve kendine dair tasavvurunu istatistiki bir veriye indirgeyip yok sayan ABD’nin nasıl Vietnam’dan daha beter bir yenilgi yaşadığı ortada.

Benzer hatalar Irak, Suriye, Libya’da da yapıldı/yapılıyor. Bu stratejik körlükle malul hataların son örneği Siyonazi’lerin 7 Ekim’den bu yana Gazze’de yaptığı barbar soykırımdır. İsrail terör devletinin Gazze’ye yönelik devreye soktuğu soykırım stratejisiyle Ortadoğu ve dünyaya gözdağı vermeye çalışan Amerikan yönetiminin bu son hamlesi de daha şimdiden hezimetle sonuçlandı.

Ukrayna’da Rusya’ya karşı askeri varlık gösteremeyen ve Çin’e karşı giriştiği ekonomik savaşta da beklediği üstünlüğü elde edemeyen ABD, gözünü Siyonist İsrail’in devlet terörü politikalarıyla yeniden Ortadoğu’ya dikti.

Gazze’deki soykırım politikasıyla devreye sokulan yeni Ortadoğu dizaynında kuşkusuz en büyük hedef bölgede ‘by pass’ edilemeyen bir aktör konumundaki Türkiye’dir. Yeni Türkiye’ye yönelik planlamaların yine eski “stratejik sendrom” ile devreye sokulduğunu görüyoruz.

Rusya ve Çin’e karşı kaybeden ABD, şimdi üçüncü yenilgisini Ortadoğu’da Türkiye karşısında alacak.

ABD’nin Doğu Akdeniz ve Orta Doğu’ya İsrail terörü yoluyla yeniden dönüş projesi diğer projeleri gibi hüsran ile sonuçlanacak.

Yeni Türkiye’yi Mısır, Suriye veya Ukrayna’ya dönüştürme projeleri Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dirayeti sayesinde akamete uğrayan Siyonazi Amerikan yönetiminin son olarak Gazze soykırımı üzerinden devreye sokacağı bütün projeler de sonuçsuz kalacak.

Bugün Türkiye ve İslam dünyasında olup bitenlerin özünde, yine ABD’nin Doğu Akdeniz, Ortadoğu, Kuzey Afrika, Kafkasya ve özellikle de Avrasya stratejisine dair hedefler bulunduğunu unutmayalım.

SSCB’nin yıkılmasından sonra Avrasya’ya hâkim olma stratejisini ileri bir aşamaya taşıyan ABD’nin en büyük hatası, “terörle savaş” bahanesiyle İslam dünyasını hedef seçmesi ve “büyük uzlaşıyı” bozması oldu. Nitekim 1942 yılında Franklin Roosevelt’in (1882-1945) “Bundan sonra gerçek kararlar ABD, İngiltere, Rusya ve Çin’den oluşan dörtlü tarafından alınmalıdır” açıklamasıyla hayata geçen “büyük uzlaşı”yı ilk bozan aktör, 2001’den sonra Irak ve Afganistan’a giren Washington’un kendisi oldu.

Ortadoğu ve Avrasya’da umduğunu bulamayan ABD, yaşadığı şoklardan kurtulmak için hedef seçtiği Türkiye, Rusya ve Çin’e karşı eş zamanlı senaryolarını “temize çekti” hemen.

30 Mayıs 2013’te Gezi ve 3 Temmuz 2013’te Mısır’da darbeye destek verilerek Türkiye’ye yönelik “kirli planlar” devreye sokulurken Kasım 2013’te de Ukrayna krizinin düğmesine basıldı.

Ukrayna projesiyle Washington, Rus jeo-politikçi Alexander Dugin’in “The Forth Political Theory/Dördüncü Politik Teori”de liberalizm, komünizm ve faşizme karşı “yeni blok” diye nitelediği “Berlin, Tokyo, Moskova ve Tahran”dan oluşan “Avrasyacı ekseni” parçaladı.

Türkiye ve Çin’in yer almadığı bu eksenden ilk kopanlar Almanya ve Japonya oldu.

Ancak Putin, Pekin ve Ankara ile imzaladığı stratejik enerji anlaşmalarıyla Çin ve Türkiye’yi, Almanya ve Japonya’nın yerine “Avrasya ekseni”ne dâhil etmeyi başardı.

*

Amerikalı ünlü stratejist Brzezinski, “Büyük Satranç Tahtası”‘nda (1997) “Ukrayna, ABD’nin Avrasya’ya nüfuzu için kullandığı satranç piyonlarından biridir. Ukrayna olmazsa Rusya bir Avrupa imparatorluğuna dönüşür” tespitinde bulunur.

ABD’nin çıkarları, bugün Ukrayna’yı IMF’ye muhtaç, başarısız, bölünmüş ve iç savaşa sürüklenmiş bir ülkeye dönüştürdü.

Tıpkı Ukrayna gibi “Avrasya’nın kilidi” olarak nitelenen Türkiye de, dışardan organize edilen jeo-politik senaryolarla karşı karşıya. ABD 2011’den sonra Suriye ve Irak’taki iç savaşları derinleştirerek Anadolu’daki “Sessiz Devrim”den ilham alan Arap Baharı’na darbe indirdi. 2013’te Mısır’daki cuntayı destekleyerek Yemen ve Libya’da çatışmaları körükledi.

Böylece küresel çıkarlarına hizmet etmeyen Yeni Türkiye’nin bölge ülkeleriyle bütünleşmesini engelleyip İsrail’in önünü daha da açmaya başladı. Ancak Gezi ve paralel darbe ile sümen altından çıkarılan kirli projeler tutmadı.

Ardından Türkiye, Rusya ve Çin’e karşı “bir taşla üç kuş” vurmayı hedefleyen “İran ve İsrail açılımları” raftan indirildi.

Barack Obama yönetiminin İran açılımı ile Moskova ve Pekin’i Güney ve Orta Asya’da frenlemeyi amaçlayan ABD’nin şimdi de devreye soktuğu İsrail açılımı ile en büyük hedefi Doğu Akdeniz, Kafkasya, Kuzey Afrika ve Orta Doğuda’ki Türk yükselişini baltalamak olduğunu unutmamak lazım.

Bugün Pentagon’un Türkiye-Suriye sınırında devreye soktuğu “Kürt koridoru” ve Almanya üzerinden Erbil’e uyguladığı “askeri markaj” bu siyasetin en açık stratejileridir.

İran açılımı kısa sürede devre dışı kaldı. Rusya, Çin ve Türkiye liderleri İran’ın ABD tarafından Truva Atı’na dönüştürülmesi projesine son verdi. İran bugün Şanghay Örgütü’ne alınarak güvence altına alındı. Moskova ve Pekin, Tahran ile 20-25 yıllık stratejik anlaşmalar yaptı.

Fakat Karabağ, Kafkasya ve Zengezur koridoru gibi hassas jeo-politik dosyalar ile Irak ve Suriye krizleri üzerinden İran ve Türkiye’yi karşı karşıya getirme projeleri hala gündemde olmasına rağmen, Türkiye ve İran emperyal oyunlara karşı birbirlerinin çıkarlarını baltalamayacak hassas bir denge siyaseti izliyor. Özellikle İran yönetimi, 2015 Yemen krizi ve Suriye’deki iç savaş deneyiminden sonra Türkiye’yi doğrudan karşısına almanın getireceği yüksek jeo-politik maliyetlerle bir daha karşılaşmak istemeyen bir duyarlılıkla hareket ediyor.

Bu yüzden İran’dan sonra Türkiye için birer “küresel kapan” olarak tasarlanan Ukrayna krizinde de Türkiye emperyalist dengeleri ve ezberleri bozan bir strateji izledi. Geldiğimiz aşamada Ukrayna krizinde ABD ve müttefikleri ağır bir hezimetle karşılaşırken Türkiye bu tezgahtan daha da güçlenerek çıktı.

Dolayısıyla Türkiye’nin bölgesel ve küresel yükselişini durdurmaya ve ülkemizi kuşatarak Avrasya stratejisini tamamen bitirmeye yönelik ABD’nin yeni İsrail açılımının da bu saatten sonra başarıya ulaşması zor görünüyor.

Çünkü, Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki Türkiye’nin en büyük siyasi projesi olan ve ülkemize yönelik üç küresel kapanın da en etkili panzehiri konumundaki ezberleri bozan küresel yeni stratejilerimizi kimse baltalayamıyor.

Türkiye son Gazze saldırısında Ukrayna’daki krizden daha etkili bir stratejiyle hareket ediyor. Rusya ve Çin başta olmak üzere bölge ülkeleriyle koordineli ve küresel Siyonazi ittifakının paradigmasını sarsan bir reaksiyonla adım atıyor.

Küresel tabloyu ve hazırlanan tezgahı görmekte zorlanan bazıları Türkiye’nin ve Sayın Erdoğan’ın Gazze’deki son soykırıma dair derinlikli stratejisini tam olarak kavrayabilmiş değil.

Unutmayalım ki düşmanın beklediği reaksiyon yerine Türkiye düşmanın kimyasını bozan bir akınla hamle yaptı.

Bu anlamda önce Siyonazi düşmanın paradigmasını ve kavramlarını yerle bir eden bir çıkış yaptı Sayın Erdoğan. İşgalci bir güç olarak İsrail’in güvenliğinden söz etmenin abesliğine dikkat çekerek asıl İsrail’in işgali atındaki Filistinlilerin güvenliğinin sağlanmasına dünyanın dikkatini çekti.

Terör örgütü olarak lanse edilen ve soykırımın gerekçesi haline getirilen Hamas direnişine dair emperyalist tanımlamaları da yerle bir etti. Erdoğan Hamas’ın bir terör örgütü değil bir mücahitler grubu olduğunu ve vatanını savunan bir diren iş hareketi olduğunu dünyaya haykırdı.

Asıl örgüt gibi hareket ederek terör estiren gücün İsrail devleti olduğunu vurguladı. İşgalci Yahudi yerleşimcileri hırsız olarak tanımlayarak Gazze’de soykırım suçu işleyen İsrail başbakanı Benyamin Netanyahu’dan er veya geç hesap soracaklarının altını çizdi.

Bu çıkışlarıyla Sayın Erdoğan, eskiden ‘divide and rule/böl ve yönet’ siyaseti ile hareket eden emperyalist işgalci güçlerin şu an devreye soktuğu ‘define and rule/tanımla ve yönet’ stratejisini her açıdan ters yüz ediyor.

İktidarlarını dilde ve söylemde kurup ardından askeri, siyasi ve ekonomik sömürü düzenlerini devreye sokanların kirli tezgâhlarını adeta başlarına yıkıyor Sayın Erdoğan.

İsrail ve destekçisi ABD bugün söylemde iktidar kuramadıkları için askeri ve siyasi açıdan da başarıya ulaşamıyorlar/ulaşamayacaklar. Söylemde ve reaksiyonda Türkiye’nin istediği noktaya gelen dünya kamuoyu, Siyonazilerin bütün diğer askeri ve siyasi planlarını da akamete uğratıyor.

Söylem her açıdan bir pratiktir de aynı zamanda. Nitekim Erdoğan bu yeni söylem paradigmasını askeri, siyasi ve ekonomik olarak da sonuna kadar savunacaklarını 28 Ekim’de İstanbul’da düzenlenen Büyük Filistin Mitingi’nde dünyaya bir kere daha deklare etti.

ABD’nin kirli oyunlarına dikkat çeken Başkan Erdoğan, mitingde İslam dünyasının sahipsiz olmadığını sömürgeci Haçlılara yeniden hatırlatarak meydan okudu ve Haçlı zihniyetinin torunlarına deyim yerindeyse her açıdan bir Selahaddin’i Eyyubi ayarı verdi.

Hâsılı kelam bu saatten sonra kimse Türkiye’yi kendi ekseninden yani ne Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’den ne de Kafkasya, Orta Asya ve Avrasya’dan koparıp kuşatamaz.

Siyonazilerin soykırım, kan, işgal ve sömürü üzerine kurduğu eski dünya artık yıkılıyor. Gelecek yeni Türkiye’nin ve müttefiklerinin adil ve özgür dünyasının olacak.

Zira Türkiye’yi kuşatma ve frenlemeyi hedefleyen diğer bütün kirli stratejiler gibi Siyonazilerin Gazze’de devreye soktuğu soykırım projesi de akamete uğrayacak ve hezimetle sonuçlanacaktır. Küresel gidişat bunu gösteriyor.

bercan tutar

Bercan TUTAR – 14 Kasım 2023

 

Soğuk Savaş’tan sonra kendini “Yeni Roma” diye dünyaya dayatan ABD dahil bütün küresel güçler için “en büyük kader” her zaman “coğrafi determinizm” olmuştur.

Bu dilemmayı aşamayan ve Avrasya coğrafyasında olan biten değişimi hafife alan Amerikan yönetimi, şimdi son 500 yıldaki diğer büyük aktörlerin maruz kaldığı akıbeti yaşamanın paniği içinde.

Çünkü “geleceği inşa eden tarih” diyebileceğimiz farklı coğrafi kültürlerin çelik iradesi, Washington’un “Imperium Americana” rüyasını kâbusa çevirdi.

Haliyle Yeni Roma olma sevdası da yarım kaldı. Fakat “çıkmayan candan umut kesilmediği” için bazı yönetici elit ve aydınlar hâlâ pes etmiş değil.

“Akıllı güç/smart power” kavramsallaştırmasıyla tanınan Harvard Üniversitesi’nden siyaset bilimci Joseph S. Nye, Tarihin Sonu’nu ilan eden Fukuyama’nın bile Beyaz Saray için “reform layihaları” yazdığı bir dönemde, ABD’yi tahtından indirecek bir gücün ortalıkta hâlâ bulunmadığı kanısında.

“Is The American Century Over/Amerikan Yüzyılı Bitti mi?” adlı kitabında bu üstenci bakışını koruyan Nye, Beyaz Saray’a uzun yıllar akıl vermenin de özgüveniyle “ABD yakın gelecekte askeri, ekonomik ve yumuşak gücüyle küresel hegemonya piramidinin zirvesinde kalmayı sürdürecek” iddiasında bulunuyor.

Oysa bu frapan öngörü, bazı akılları çelse de zaruret ilminin verileri bu iddiayı kökten çürütüyor. Neredeyse II. Dünya Savaşı’ndan bu yana gerçek bir zafer kazanamayan ABD var karşımızda. “The Atlantic” dergisinde bu realite kaçamak bir şekilde de olsa mercek altına alınmış. Yazılarda, yeni küresel hakikati kabul etmekte zorlanan Amerikalı analizcilerin üç önemli (siyasi/askeri ve ekonomik) itirafa kapı aralaması dikkat çekici görünüyor.

İlki, Amerikan yönetiminin İslam dünyasına karşı 2001’de devreye soktuğu “terörle savaş” stratejisinin iflas ettiği ve bu yaklaşımın Türkiye ve Ortadoğu özelinde “siyasi bir hezimete” dönüştüğünün dile getirilmesi.

İkincisi, Rusya karşısında jeo-politik çöküş yaşayan ABD’nin aldığı askeri yenilginin vurgulanması.

Üçüncüsü de Washington’un ekonomideki tahtını Pekin’e kaptırdığının ilan edilmesi.

Bu anlamda Türkiye, Rusya ve Çin’e karşı siyasi, askeri ve ekonomik stratejileri birer birer çöken ABD’nin küresel darboğazı giderek derinleşiyor.

Sovyet Rusya’nın dağılmasıyla güç zehirlenmesi yaşayan ABD, Soğuk Savaş’tan (1947-1991) bu yana izlediği tepeden inme stratejik kurguyu tek küresel hakikat zannetmeye başladı. Ve kafasındaki “her sanrıyı” gerçeğe dönüştürmeye çalıştı.

Joseph Nye’nin küresel liderlik için yeterli gördüğü “fazla müttefik, gemi, silah, füze, para, patent ve film sahibi olmak” şeklindeki “stratejik bakışla malul” bu anlayışın küresel istikrar yerine nasıl bir kaosa yol açtığını gördük.

Taliban’ı sadece 7 bin kişilik bir “terörist grubu” olarak algılayan ve onun arkasındaki 40 milyonluk Peştun halkını; bu halkın sosyolojini, tarih, coğrafi kültür ve kendine dair tasavvurunu istatistiki bir veriye indirgeyip yok sayan ABD’nin nasıl Vietnam’dan daha beter bir yenilgi yaşadığı ortada.

Benzer hatalar Irak, Suriye, Libya’da da yapıldı/yapılıyor. Bu stratejik körlükle malul hataların son örneği Siyonazi’lerin 7 Ekim’den bu yana Gazze’de yaptığı barbar soykırımdır. İsrail terör devletinin Gazze’ye yönelik devreye soktuğu soykırım stratejisiyle Ortadoğu ve dünyaya gözdağı vermeye çalışan Amerikan yönetiminin bu son hamlesi de daha şimdiden hezimetle sonuçlandı.

Ukrayna’da Rusya’ya karşı askeri varlık gösteremeyen ve Çin’e karşı giriştiği ekonomik savaşta da beklediği üstünlüğü elde edemeyen ABD, gözünü Siyonist İsrail’in devlet terörü politikalarıyla yeniden Ortadoğu’ya dikti.

Gazze’deki soykırım politikasıyla devreye sokulan yeni Ortadoğu dizaynında kuşkusuz en büyük hedef bölgede ‘by pass’ edilemeyen bir aktör konumundaki Türkiye’dir. Yeni Türkiye’ye yönelik planlamaların yine eski “stratejik sendrom” ile devreye sokulduğunu görüyoruz.

Rusya ve Çin’e karşı kaybeden ABD, şimdi üçüncü yenilgisini Ortadoğu’da Türkiye karşısında alacak.

ABD’nin Doğu Akdeniz ve Orta Doğu’ya İsrail terörü yoluyla yeniden dönüş projesi diğer projeleri gibi hüsran ile sonuçlanacak.

Yeni Türkiye’yi Mısır, Suriye veya Ukrayna’ya dönüştürme projeleri Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dirayeti sayesinde akamete uğrayan Siyonazi Amerikan yönetiminin son olarak Gazze soykırımı üzerinden devreye sokacağı bütün projeler de sonuçsuz kalacak.

Bugün Türkiye ve İslam dünyasında olup bitenlerin özünde, yine ABD’nin Doğu Akdeniz, Ortadoğu, Kuzey Afrika, Kafkasya ve özellikle de Avrasya stratejisine dair hedefler bulunduğunu unutmayalım.

SSCB’nin yıkılmasından sonra Avrasya’ya hâkim olma stratejisini ileri bir aşamaya taşıyan ABD’nin en büyük hatası, “terörle savaş” bahanesiyle İslam dünyasını hedef seçmesi ve “büyük uzlaşıyı” bozması oldu. Nitekim 1942 yılında Franklin Roosevelt’in (1882-1945) “Bundan sonra gerçek kararlar ABD, İngiltere, Rusya ve Çin’den oluşan dörtlü tarafından alınmalıdır” açıklamasıyla hayata geçen “büyük uzlaşı”yı ilk bozan aktör, 2001’den sonra Irak ve Afganistan’a giren Washington’un kendisi oldu.

Ortadoğu ve Avrasya’da umduğunu bulamayan ABD, yaşadığı şoklardan kurtulmak için hedef seçtiği Türkiye, Rusya ve Çin’e karşı eş zamanlı senaryolarını “temize çekti” hemen.

30 Mayıs 2013’te Gezi ve 3 Temmuz 2013’te Mısır’da darbeye destek verilerek Türkiye’ye yönelik “kirli planlar” devreye sokulurken Kasım 2013’te de Ukrayna krizinin düğmesine basıldı.

Ukrayna projesiyle Washington, Rus jeo-politikçi Alexander Dugin’in “The Forth Political Theory/Dördüncü Politik Teori”de liberalizm, komünizm ve faşizme karşı “yeni blok” diye nitelediği “Berlin, Tokyo, Moskova ve Tahran”dan oluşan “Avrasyacı ekseni” parçaladı.

Türkiye ve Çin’in yer almadığı bu eksenden ilk kopanlar Almanya ve Japonya oldu.

Ancak Putin, Pekin ve Ankara ile imzaladığı stratejik enerji anlaşmalarıyla Çin ve Türkiye’yi, Almanya ve Japonya’nın yerine “Avrasya ekseni”ne dâhil etmeyi başardı.

*

Amerikalı ünlü stratejist Brzezinski, “Büyük Satranç Tahtası”‘nda (1997) “Ukrayna, ABD’nin Avrasya’ya nüfuzu için kullandığı satranç piyonlarından biridir. Ukrayna olmazsa Rusya bir Avrupa imparatorluğuna dönüşür” tespitinde bulunur.

ABD’nin çıkarları, bugün Ukrayna’yı IMF’ye muhtaç, başarısız, bölünmüş ve iç savaşa sürüklenmiş bir ülkeye dönüştürdü.

Tıpkı Ukrayna gibi “Avrasya’nın kilidi” olarak nitelenen Türkiye de, dışardan organize edilen jeo-politik senaryolarla karşı karşıya. ABD 2011’den sonra Suriye ve Irak’taki iç savaşları derinleştirerek Anadolu’daki “Sessiz Devrim”den ilham alan Arap Baharı’na darbe indirdi. 2013’te Mısır’daki cuntayı destekleyerek Yemen ve Libya’da çatışmaları körükledi.

Böylece küresel çıkarlarına hizmet etmeyen Yeni Türkiye’nin bölge ülkeleriyle bütünleşmesini engelleyip İsrail’in önünü daha da açmaya başladı. Ancak Gezi ve paralel darbe ile sümen altından çıkarılan kirli projeler tutmadı.

Ardından Türkiye, Rusya ve Çin’e karşı “bir taşla üç kuş” vurmayı hedefleyen “İran ve İsrail açılımları” raftan indirildi.

Barack Obama yönetiminin İran açılımı ile Moskova ve Pekin’i Güney ve Orta Asya’da frenlemeyi amaçlayan ABD’nin şimdi de devreye soktuğu İsrail açılımı ile en büyük hedefi Doğu Akdeniz, Kafkasya, Kuzey Afrika ve Orta Doğuda’ki Türk yükselişini baltalamak olduğunu unutmamak lazım.

Bugün Pentagon’un Türkiye-Suriye sınırında devreye soktuğu “Kürt koridoru” ve Almanya üzerinden Erbil’e uyguladığı “askeri markaj” bu siyasetin en açık stratejileridir.

İran açılımı kısa sürede devre dışı kaldı. Rusya, Çin ve Türkiye liderleri İran’ın ABD tarafından Truva Atı’na dönüştürülmesi projesine son verdi. İran bugün Şanghay Örgütü’ne alınarak güvence altına alındı. Moskova ve Pekin, Tahran ile 20-25 yıllık stratejik anlaşmalar yaptı.

Fakat Karabağ, Kafkasya ve Zengezur koridoru gibi hassas jeo-politik dosyalar ile Irak ve Suriye krizleri üzerinden İran ve Türkiye’yi karşı karşıya getirme projeleri hala gündemde olmasına rağmen, Türkiye ve İran emperyal oyunlara karşı birbirlerinin çıkarlarını baltalamayacak hassas bir denge siyaseti izliyor. Özellikle İran yönetimi, 2015 Yemen krizi ve Suriye’deki iç savaş deneyiminden sonra Türkiye’yi doğrudan karşısına almanın getireceği yüksek jeo-politik maliyetlerle bir daha karşılaşmak istemeyen bir duyarlılıkla hareket ediyor.

Bu yüzden İran’dan sonra Türkiye için birer “küresel kapan” olarak tasarlanan Ukrayna krizinde de Türkiye emperyalist dengeleri ve ezberleri bozan bir strateji izledi. Geldiğimiz aşamada Ukrayna krizinde ABD ve müttefikleri ağır bir hezimetle karşılaşırken Türkiye bu tezgahtan daha da güçlenerek çıktı.

Dolayısıyla Türkiye’nin bölgesel ve küresel yükselişini durdurmaya ve ülkemizi kuşatarak Avrasya stratejisini tamamen bitirmeye yönelik ABD’nin yeni İsrail açılımının da bu saatten sonra başarıya ulaşması zor görünüyor.

Çünkü, Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki Türkiye’nin en büyük siyasi projesi olan ve ülkemize yönelik üç küresel kapanın da en etkili panzehiri konumundaki ezberleri bozan küresel yeni stratejilerimizi kimse baltalayamıyor.

Türkiye son Gazze saldırısında Ukrayna’daki krizden daha etkili bir stratejiyle hareket ediyor. Rusya ve Çin başta olmak üzere bölge ülkeleriyle koordineli ve küresel Siyonazi ittifakının paradigmasını sarsan bir reaksiyonla adım atıyor.

Küresel tabloyu ve hazırlanan tezgahı görmekte zorlanan bazıları Türkiye’nin ve Sayın Erdoğan’ın Gazze’deki son soykırıma dair derinlikli stratejisini tam olarak kavrayabilmiş değil.

Unutmayalım ki düşmanın beklediği reaksiyon yerine Türkiye düşmanın kimyasını bozan bir akınla hamle yaptı.

Bu anlamda önce Siyonazi düşmanın paradigmasını ve kavramlarını yerle bir eden bir çıkış yaptı Sayın Erdoğan. İşgalci bir güç olarak İsrail’in güvenliğinden söz etmenin abesliğine dikkat çekerek asıl İsrail’in işgali atındaki Filistinlilerin güvenliğinin sağlanmasına dünyanın dikkatini çekti.

Terör örgütü olarak lanse edilen ve soykırımın gerekçesi haline getirilen Hamas direnişine dair emperyalist tanımlamaları da yerle bir etti. Erdoğan Hamas’ın bir terör örgütü değil bir mücahitler grubu olduğunu ve vatanını savunan bir diren iş hareketi olduğunu dünyaya haykırdı.

Asıl örgüt gibi hareket ederek terör estiren gücün İsrail devleti olduğunu vurguladı. İşgalci Yahudi yerleşimcileri hırsız olarak tanımlayarak Gazze’de soykırım suçu işleyen İsrail başbakanı Benyamin Netanyahu’dan er veya geç hesap soracaklarının altını çizdi.

Bu çıkışlarıyla Sayın Erdoğan, eskiden ‘divide and rule/böl ve yönet’ siyaseti ile hareket eden emperyalist işgalci güçlerin şu an devreye soktuğu ‘define and rule/tanımla ve yönet’ stratejisini her açıdan ters yüz ediyor.

İktidarlarını dilde ve söylemde kurup ardından askeri, siyasi ve ekonomik sömürü düzenlerini devreye sokanların kirli tezgâhlarını adeta başlarına yıkıyor Sayın Erdoğan.

İsrail ve destekçisi ABD bugün söylemde iktidar kuramadıkları için askeri ve siyasi açıdan da başarıya ulaşamıyorlar/ulaşamayacaklar. Söylemde ve reaksiyonda Türkiye’nin istediği noktaya gelen dünya kamuoyu, Siyonazilerin bütün diğer askeri ve siyasi planlarını da akamete uğratıyor.

Söylem her açıdan bir pratiktir de aynı zamanda. Nitekim Erdoğan bu yeni söylem paradigmasını askeri, siyasi ve ekonomik olarak da sonuna kadar savunacaklarını 28 Ekim’de İstanbul’da düzenlenen Büyük Filistin Mitingi’nde dünyaya bir kere daha deklare etti.

ABD’nin kirli oyunlarına dikkat çeken Başkan Erdoğan, mitingde İslam dünyasının sahipsiz olmadığını sömürgeci Haçlılara yeniden hatırlatarak meydan okudu ve Haçlı zihniyetinin torunlarına deyim yerindeyse her açıdan bir Selahaddin’i Eyyubi ayarı verdi.

Hâsılı kelam bu saatten sonra kimse Türkiye’yi kendi ekseninden yani ne Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’den ne de Kafkasya, Orta Asya ve Avrasya’dan koparıp kuşatamaz.

Siyonazilerin soykırım, kan, işgal ve sömürü üzerine kurduğu eski dünya artık yıkılıyor. Gelecek yeni Türkiye’nin ve müttefiklerinin adil ve özgür dünyasının olacak.

Zira Türkiye’yi kuşatma ve frenlemeyi hedefleyen diğer bütün kirli stratejiler gibi Siyonazilerin Gazze’de devreye soktuğu soykırım projesi de akamete uğrayacak ve hezimetle sonuçlanacaktır. Küresel gidişat bunu gösteriyor.

Kategori bulunamadı.