Reis’in İsrail Çıkışı Lozan’da Peş Peşe Açılan Gediklere Bir Yenisini Daha Ekledi
Bercan TUTAR – 30 Temmuz 2024
Zira Türkiye artık Lozan’da çizilen yol haritasına göre değil bağımsız ve milli taleplerine uygun imparatorluk refleksleriyle hareket ediyor. Reis’in İsrail ve Filistin çıkışlarını bu tarihsel perspektif ve jeo-politik öngörü ile okumak lazım.
Derin bir değişim sürecinden geçiyoruz. Ve nerede köklü bir dönüşüm varsa orada çetin bir savaşın yürüdüğünü de unutmayalım. Yine unutmayalım ki hayatta en çok acı çekenler iyi geçinmek zorunda kalanlardır. İşte bu yüzden günümüz Çiçero’larının “En kötü barış en haklı savaştan iyidir!” çağrısında bir hinlik görmek gerekir. Çünkü şundan eminim. Ne yapsanız da Batı’ya ve onun devşirme aydınlarına, ülkenizin tarihsel ve toplumsal taleplerinin haklılığını kabul ettiremezsiniz!
Batılı emperyal yapının en iyi tanıklarından ve karşıtlarından bir olan Sayın Erdoğan’ın özellikle 15 Temmuz 2016 işgal ve darbe girişiminden sonra devreye soktuğu yeni güvenlik ve savunma konsepti, bölgemizi sömüren güçlerin bütün planlarını alt üst ediyor.
Her Temmuz, önceleri Türkiye’nin emperyalist paranteze alındığı; tarihinden, kültüründen, coğrafyasından, siyasetinden ve hedeflerinden uzaklaştırılarak Anadolu parantezine sıkıştırıldığı 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması’nın imzalandığı ay olarak kutlanırdı devlet ricalimiz tarafından.
51 yıl aradan sonra yine bir Temmuz’da bu kez Lozan ile devreye sokulan ülkemizin emperyal parçalanışına yönelik ikinci karşı tepki geldi. Tarihler 20 Temmuz 1974’ü gösterirken Kahraman Mehmetçik Kıbrıs Barış Harekâtı’nı gerçekleştirdi.
Zira 1923’teki Lozan Antlaşması’nın 20. maddesi, Türkiye’nin adaya ilişkin iddiasının sonuna işaret ediyordu. Antlaşmanın 21. maddesi, Kıbrıs’ta normalde ikamet eden Türk vatandaşlarına 2 yıl içinde adayı terk etme veya İngiliz tebaası olarak kalma seçeneğini veriyordu. Ancak parçalanma ve küçülmeyi dayatan Lozan’a karşı çıkan Türkiye, harekât sonunda adanın yüzde 36’sını Rumlar’dan kurtardı.
II. Dünya Savaşı arifesinin oluşturduğu imkânların ülkemize sağladığı avantajları iyi kullanan Türkiye, böylece Hatay’ın vatan topraklarına ilhakından sonra Kıbrıs’ta da emperyal statükoyu derinden sarsmıştı. Hatay’ın ilhakından sonra Lozan’da açılan ikinci gedikti Kıbrıs harekatı.
Hatay sorunu, Fransa’nın Suriye’ye bağımsızlık verme kararı üzerine 1936 yılında ortaya çıkmış, 1939 yılında Türkiye’nin ilhakı ile sonuçlanmıştı. Lozan Antlaşması’nda ise Suriye ile Türkiye arasında çizilen sınıra göre Hatay, Türkiye sınırlarının dışında kalmıştı.
Hatay ve Kıbrıs’tan sonra Türkiye’nin kendi tarihi, kültürü, coğrafyası ve geçmişiyle bütünleşme ve büyüme daha doğrusu evine dönme iradesini 15 Temmuz sonrası devreye sokulan hamlelerle Suriye, Libya, Karabağ ve Doğu Akdeniz’de gösterdi
15 Temmuz ile tasfiye edilen içimizdeki Atlantikçi emperyalist yapıdan sonra Türkiye ilk olarak Suriye’de 2016 ve 2017’deki Fırat Kalkanı Harekâtı’nı, 2017’den 2020’ye kadar Bahar Kalkanı Harekâtı’nı, 2018’de Zeytin Dalı Harekâtı’nı ve 2019’da Barış Pınarı Harekâtı’nı düzenledi. Böylece emperyal güdümlü terör yapılarının sınırımızda ülkemizin bekasını tehdit etmesi yok edildi.
Ardından Libya açılımı geldi. Türkiye ile Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH), Akdeniz’de münhasır ekonomik bölge kurmak amacıyla Kasım 2019’da bir deniz sınırı anlaşması imzaladı. 30 Eylül 2020’de Birleşmiş Milletler Türkiye ile Libya arasında imzalanan deniz sınırı anlaşmasını tescil etti. Ocak 2020’de Meclis’ten geçen tezkere ile Türk askerine Libya yolunun açıldı. Askerlerimiz orada dengeleri değiştirdi ve ABD ile Fransa destekli Halife Hafter güçlerinin Trablus hükümetini düşürüp bütün ülkeyi ele geçirmesi engellendi.
Libya’dan sonra 27 Eylül 2020 ila 10 Kasım 2020 tarihleri arasında 1 ay ve 2 hafta süren Karabağ savaşı ile Ermenistan’ın işgali altındaki Azerbaycan toprakları özgürlüğüne kavuştu.
Türkiye bu süreçte ayrıca Katar ablukasında da dalgakıran işlevi gördü. ABD destekli Suudi Arabistan öncülüğünde 5 Haziran 2017’de uygulamaya başlanan abluka Türkiye faktörü nedeniyle sonuçsuz kalınca Ocak 2021’de kaldırıldı.
Bütün bu hamleleri Lozan ile parçalanan Türkiye’nin hinterlandı ile bütünleşme çabaları olarak okumak lazım. Şimdi ise Filistin ile bütünleşme zamanı. Sayın Erdoğan bunun işaretini 28 Temmuz’da Rize’de sarf ettiği “Karabağ’a ve Libya’ya nasıl girdiysek benzerini İsrail’e de yaparız” sözleriyle verdi.
Bu sözler öyle İsrail ve Avrupa medyasının zannettiği gibi iç siyasi kaygılarla dile getirilmiş basit ifadeler değil. Devlet aklı ve vizyonuyla hareket ediliyor ve konuşuluyor. Bunlar tarih yapan sözler ve hamleler.
Çünkü Batı ve onun devşirmeleri artık tarihin ritmine ayak uyduramıyor. Lozan’da peş peşe açılan gedikler bunun en somut kanıtları. Zira Lozan’ın en büyük hedefi İslam dünyasının çelik çekirdeği diye nitelenen Türkiye’nin rehin alınmasıydı. Alındı da. Fakat en nihayetinde vesayet zincirlerini kıran Türkiye artık Lozan’da çizilen ve bize dayatılan yol haritasına göre değil bağımsız ve milli taleplere uygun bir yol haritasıyla hareket ediyor.
Reis’in İsrail ve Filistin çıkışlarını bu tarihsel perspektif ve jeo-politik öngörü ile okumak lazım. Evine, tarihine yürüyen, geçmişiyle bütünleşen ve imparatorluk refleksleriyle geleceğe doğru hareket eden Türkiye’yi bundan sonra kimse durduramayacaktır.
Zira Türkiye artık Lozan’da çizilen yol haritasına göre değil bağımsız ve milli taleplerine uygun imparatorluk refleksleriyle hareket ediyor. Reis’in İsrail ve Filistin çıkışlarını bu tarihsel perspektif ve jeo-politik öngörü ile okumak lazım.
Derin bir değişim sürecinden geçiyoruz. Ve nerede köklü bir dönüşüm varsa orada çetin bir savaşın yürüdüğünü de unutmayalım. Yine unutmayalım ki hayatta en çok acı çekenler iyi geçinmek zorunda kalanlardır. İşte bu yüzden günümüz Çiçero’larının “En kötü barış en haklı savaştan iyidir!” çağrısında bir hinlik görmek gerekir. Çünkü şundan eminim. Ne yapsanız da Batı’ya ve onun devşirme aydınlarına, ülkenizin tarihsel ve toplumsal taleplerinin haklılığını kabul ettiremezsiniz!
Batılı emperyal yapının en iyi tanıklarından ve karşıtlarından bir olan Sayın Erdoğan’ın özellikle 15 Temmuz 2016 işgal ve darbe girişiminden sonra devreye soktuğu yeni güvenlik ve savunma konsepti, bölgemizi sömüren güçlerin bütün planlarını alt üst ediyor.
Her Temmuz, önceleri Türkiye’nin emperyalist paranteze alındığı; tarihinden, kültüründen, coğrafyasından, siyasetinden ve hedeflerinden uzaklaştırılarak Anadolu parantezine sıkıştırıldığı 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması’nın imzalandığı ay olarak kutlanırdı devlet ricalimiz tarafından.
51 yıl aradan sonra yine bir Temmuz’da bu kez Lozan ile devreye sokulan ülkemizin emperyal parçalanışına yönelik ikinci karşı tepki geldi. Tarihler 20 Temmuz 1974’ü gösterirken Kahraman Mehmetçik Kıbrıs Barış Harekâtı’nı gerçekleştirdi.
Zira 1923’teki Lozan Antlaşması’nın 20. maddesi, Türkiye’nin adaya ilişkin iddiasının sonuna işaret ediyordu. Antlaşmanın 21. maddesi, Kıbrıs’ta normalde ikamet eden Türk vatandaşlarına 2 yıl içinde adayı terk etme veya İngiliz tebaası olarak kalma seçeneğini veriyordu. Ancak parçalanma ve küçülmeyi dayatan Lozan’a karşı çıkan Türkiye, harekât sonunda adanın yüzde 36’sını Rumlar’dan kurtardı.
II. Dünya Savaşı arifesinin oluşturduğu imkânların ülkemize sağladığı avantajları iyi kullanan Türkiye, böylece Hatay’ın vatan topraklarına ilhakından sonra Kıbrıs’ta da emperyal statükoyu derinden sarsmıştı. Hatay’ın ilhakından sonra Lozan’da açılan ikinci gedikti Kıbrıs harekatı.
Hatay sorunu, Fransa’nın Suriye’ye bağımsızlık verme kararı üzerine 1936 yılında ortaya çıkmış, 1939 yılında Türkiye’nin ilhakı ile sonuçlanmıştı. Lozan Antlaşması’nda ise Suriye ile Türkiye arasında çizilen sınıra göre Hatay, Türkiye sınırlarının dışında kalmıştı.
Hatay ve Kıbrıs’tan sonra Türkiye’nin kendi tarihi, kültürü, coğrafyası ve geçmişiyle bütünleşme ve büyüme daha doğrusu evine dönme iradesini 15 Temmuz sonrası devreye sokulan hamlelerle Suriye, Libya, Karabağ ve Doğu Akdeniz’de gösterdi
15 Temmuz ile tasfiye edilen içimizdeki Atlantikçi emperyalist yapıdan sonra Türkiye ilk olarak Suriye’de 2016 ve 2017’deki Fırat Kalkanı Harekâtı’nı, 2017’den 2020’ye kadar Bahar Kalkanı Harekâtı’nı, 2018’de Zeytin Dalı Harekâtı’nı ve 2019’da Barış Pınarı Harekâtı’nı düzenledi. Böylece emperyal güdümlü terör yapılarının sınırımızda ülkemizin bekasını tehdit etmesi yok edildi.
Ardından Libya açılımı geldi. Türkiye ile Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH), Akdeniz’de münhasır ekonomik bölge kurmak amacıyla Kasım 2019’da bir deniz sınırı anlaşması imzaladı. 30 Eylül 2020’de Birleşmiş Milletler Türkiye ile Libya arasında imzalanan deniz sınırı anlaşmasını tescil etti. Ocak 2020’de Meclis’ten geçen tezkere ile Türk askerine Libya yolunun açıldı. Askerlerimiz orada dengeleri değiştirdi ve ABD ile Fransa destekli Halife Hafter güçlerinin Trablus hükümetini düşürüp bütün ülkeyi ele geçirmesi engellendi.
Libya’dan sonra 27 Eylül 2020 ila 10 Kasım 2020 tarihleri arasında 1 ay ve 2 hafta süren Karabağ savaşı ile Ermenistan’ın işgali altındaki Azerbaycan toprakları özgürlüğüne kavuştu.
Türkiye bu süreçte ayrıca Katar ablukasında da dalgakıran işlevi gördü. ABD destekli Suudi Arabistan öncülüğünde 5 Haziran 2017’de uygulamaya başlanan abluka Türkiye faktörü nedeniyle sonuçsuz kalınca Ocak 2021’de kaldırıldı.
Bütün bu hamleleri Lozan ile parçalanan Türkiye’nin hinterlandı ile bütünleşme çabaları olarak okumak lazım. Şimdi ise Filistin ile bütünleşme zamanı. Sayın Erdoğan bunun işaretini 28 Temmuz’da Rize’de sarf ettiği “Karabağ’a ve Libya’ya nasıl girdiysek benzerini İsrail’e de yaparız” sözleriyle verdi.
Bu sözler öyle İsrail ve Avrupa medyasının zannettiği gibi iç siyasi kaygılarla dile getirilmiş basit ifadeler değil. Devlet aklı ve vizyonuyla hareket ediliyor ve konuşuluyor. Bunlar tarih yapan sözler ve hamleler.
Çünkü Batı ve onun devşirmeleri artık tarihin ritmine ayak uyduramıyor. Lozan’da peş peşe açılan gedikler bunun en somut kanıtları. Zira Lozan’ın en büyük hedefi İslam dünyasının çelik çekirdeği diye nitelenen Türkiye’nin rehin alınmasıydı. Alındı da. Fakat en nihayetinde vesayet zincirlerini kıran Türkiye artık Lozan’da çizilen ve bize dayatılan yol haritasına göre değil bağımsız ve milli taleplere uygun bir yol haritasıyla hareket ediyor.
Reis’in İsrail ve Filistin çıkışlarını bu tarihsel perspektif ve jeo-politik öngörü ile okumak lazım. Evine, tarihine yürüyen, geçmişiyle bütünleşen ve imparatorluk refleksleriyle geleceğe doğru hareket eden Türkiye’yi bundan sonra kimse durduramayacaktır.