Yeryüzüne ilk kanın dökülüşü iki kardeşin hikayesiyle başlar. Kabil ile Habil. İki kardeşin hikayesi kadar eskidir insanın insana karşı işlediği suçlar. Kabil kardeşini öldürür ve ilk kan toprağa düşer. Kardeşini öldürdükten sonra o cansız bedenle ne yapacağını bilemeyen Kabil kardeşini toprağa gömer. Olayın devamı Kitab-ı Mukaddes’te şöyle anlatılır: Allah kardeşini öldüren Kabil’e: “Kabil, kardeşin Habil’i göremiyorum, O nerede?” diye sorunca Kabil, “Nereden bileyim ben onun bekçisi miyim?” der. Bunun üzerine Allah, “Kardeşinin kanı topraktan bana sesleniyor; kardeşini niçin öldürdün?” denilince Kâbil de, “Eğer onu öldürdüysem kanı nerede?” diye karşılık verir.
Sanki ceset yoksa suç da yoktur. Suç gözden ırak tutulunca cinayet tamamlanmış olur. Cinayet gözlerden gizlenir. İsrail de Filistinlilere karşı işlediği suçu gözlerden saklamak istiyor aynı Kabil gibi. Bu suç sadece Filistinlilere karşı işlenmiyor insanlığa karşı da işleniyor. Bu suçun toprağın altına gömülmesinin önündeki en büyük engel ise savaşın orta yerindeki muhabirler. Bu kadar kısa süre içinde bu kadar çok sayıda muhabirin kasıtlı olarak öldürülmesi “Eğer suç varsa kanıtı nerede? diyebilmek için. Masum sivillerin ölümüne artan sayılarla muhabir ölümleri de ekleniyor. Bu soykırımda medya da doğrudan hedef alınıyor. Sadece Gazze Şeridi’nde öldürülen 107 muhabirin yanında yaralanan da yüzlerce gazeteci var. Öldürülen muhabir sayısı ile İkinci Dünya Savaşı ve 20 yıllık Vietnam Savaşı’ndaki toplam gazeteci ölümlerinin sayısını geride bıraktı İsrail bu 3 ay içinde.
Hayatını kaybedenlerin bedenleri artık toprağa bile verilemiyor. Toprağın kabul etmeyeceği cinayetleri muhabirler vesilesiyle biz de kabul etmiyoruz. Savaş suçlarının her türlüsünün işlendiği bu soykırımda bizim bakmaya bile güç yetiremediğimiz dehşet verici görüntülere maruz kalan muhabirler hayatlarını riske atıyorlar bu suçların gözlerden uzak yerlere gömülmesine engel olmak için. Unutulmasın diye, tekrar yaşanmasın diye, bu suçlar durabilsin diye.
Yaşanan zulme bakmaya ne gönlümüz dayanıyor ne aklımız yetiyor. Suçun saklanmasının önüne geçen bunca muhabirin katledilmesi ise sadece suça bakmanın, onu kabul etmemenin, suçun suç olduğunun söylenmesinin değerini de gösteriyor. İsrail Gazze’de pek çok savaş suçu işliyor, uluslararası hukuku hiçe sayıyor ve bu suçların belgelenmesinin de önüne geçiyor suçlarına yenilerini ekleyerek. Okullarda, hastanelerde ve evlerinde öldürülmüş çocukların bedenleri savaşı, insanın insana yaptığı zulmü, yeryüzünün nasıl kana bulandığını gösteriyor bizlere. Görevini yapan muhabirler İsrail’in savaş suçlarını dünyaya haykırıyor kendi hayatları pahasına. Hepimize bir çağrıdır bu, bir haykırış.
Yeryüzüne ilk kanın dökülüşü iki kardeşin hikayesiyle başlar. Kabil ile Habil. İki kardeşin hikayesi kadar eskidir insanın insana karşı işlediği suçlar. Kabil kardeşini öldürür ve ilk kan toprağa düşer. Kardeşini öldürdükten sonra o cansız bedenle ne yapacağını bilemeyen Kabil kardeşini toprağa gömer. Olayın devamı Kitab-ı Mukaddes’te şöyle anlatılır: Allah kardeşini öldüren Kabil’e: “Kabil, kardeşin Habil’i göremiyorum, O nerede?” diye sorunca Kabil, “Nereden bileyim ben onun bekçisi miyim?” der. Bunun üzerine Allah, “Kardeşinin kanı topraktan bana sesleniyor; kardeşini niçin öldürdün?” denilince Kâbil de, “Eğer onu öldürdüysem kanı nerede?” diye karşılık verir.
Sanki ceset yoksa suç da yoktur. Suç gözden ırak tutulunca cinayet tamamlanmış olur. Cinayet gözlerden gizlenir. İsrail de Filistinlilere karşı işlediği suçu gözlerden saklamak istiyor aynı Kabil gibi. Bu suç sadece Filistinlilere karşı işlenmiyor insanlığa karşı da işleniyor. Bu suçun toprağın altına gömülmesinin önündeki en büyük engel ise savaşın orta yerindeki muhabirler. Bu kadar kısa süre içinde bu kadar çok sayıda muhabirin kasıtlı olarak öldürülmesi “Eğer suç varsa kanıtı nerede? diyebilmek için. Masum sivillerin ölümüne artan sayılarla muhabir ölümleri de ekleniyor. Bu soykırımda medya da doğrudan hedef alınıyor. Sadece Gazze Şeridi’nde öldürülen 107 muhabirin yanında yaralanan da yüzlerce gazeteci var. Öldürülen muhabir sayısı ile İkinci Dünya Savaşı ve 20 yıllık Vietnam Savaşı’ndaki toplam gazeteci ölümlerinin sayısını geride bıraktı İsrail bu 3 ay içinde.
Hayatını kaybedenlerin bedenleri artık toprağa bile verilemiyor. Toprağın kabul etmeyeceği cinayetleri muhabirler vesilesiyle biz de kabul etmiyoruz. Savaş suçlarının her türlüsünün işlendiği bu soykırımda bizim bakmaya bile güç yetiremediğimiz dehşet verici görüntülere maruz kalan muhabirler hayatlarını riske atıyorlar bu suçların gözlerden uzak yerlere gömülmesine engel olmak için. Unutulmasın diye, tekrar yaşanmasın diye, bu suçlar durabilsin diye.
Yaşanan zulme bakmaya ne gönlümüz dayanıyor ne aklımız yetiyor. Suçun saklanmasının önüne geçen bunca muhabirin katledilmesi ise sadece suça bakmanın, onu kabul etmemenin, suçun suç olduğunun söylenmesinin değerini de gösteriyor. İsrail Gazze’de pek çok savaş suçu işliyor, uluslararası hukuku hiçe sayıyor ve bu suçların belgelenmesinin de önüne geçiyor suçlarına yenilerini ekleyerek. Okullarda, hastanelerde ve evlerinde öldürülmüş çocukların bedenleri savaşı, insanın insana yaptığı zulmü, yeryüzünün nasıl kana bulandığını gösteriyor bizlere. Görevini yapan muhabirler İsrail’in savaş suçlarını dünyaya haykırıyor kendi hayatları pahasına. Hepimize bir çağrıdır bu, bir haykırış.
Yeryüzüne ilk kanın dökülüşü iki kardeşin hikayesiyle başlar. Kabil ile Habil. İki kardeşin hikayesi kadar eskidir insanın insana karşı işlediği suçlar. Kabil kardeşini öldürür ve ilk kan toprağa düşer. Kardeşini öldürdükten sonra o cansız bedenle ne yapacağını bilemeyen Kabil kardeşini toprağa gömer. Olayın devamı Kitab-ı Mukaddes’te şöyle anlatılır: Allah kardeşini öldüren Kabil’e: “Kabil, kardeşin Habil’i göremiyorum, O nerede?” diye sorunca Kabil, “Nereden bileyim ben onun bekçisi miyim?” der. Bunun üzerine Allah, “Kardeşinin kanı topraktan bana sesleniyor; kardeşini niçin öldürdün?” denilince Kâbil de, “Eğer onu öldürdüysem kanı nerede?” diye karşılık verir.
Sanki ceset yoksa suç da yoktur. Suç gözden ırak tutulunca cinayet tamamlanmış olur. Cinayet gözlerden gizlenir. İsrail de Filistinlilere karşı işlediği suçu gözlerden saklamak istiyor aynı Kabil gibi. Bu suç sadece Filistinlilere karşı işlenmiyor insanlığa karşı da işleniyor. Bu suçun toprağın altına gömülmesinin önündeki en büyük engel ise savaşın orta yerindeki muhabirler. Bu kadar kısa süre içinde bu kadar çok sayıda muhabirin kasıtlı olarak öldürülmesi “Eğer suç varsa kanıtı nerede? diyebilmek için. Masum sivillerin ölümüne artan sayılarla muhabir ölümleri de ekleniyor. Bu soykırımda medya da doğrudan hedef alınıyor. Sadece Gazze Şeridi’nde öldürülen 107 muhabirin yanında yaralanan da yüzlerce gazeteci var. Öldürülen muhabir sayısı ile İkinci Dünya Savaşı ve 20 yıllık Vietnam Savaşı’ndaki toplam gazeteci ölümlerinin sayısını geride bıraktı İsrail bu 3 ay içinde.
Hayatını kaybedenlerin bedenleri artık toprağa bile verilemiyor. Toprağın kabul etmeyeceği cinayetleri muhabirler vesilesiyle biz de kabul etmiyoruz. Savaş suçlarının her türlüsünün işlendiği bu soykırımda bizim bakmaya bile güç yetiremediğimiz dehşet verici görüntülere maruz kalan muhabirler hayatlarını riske atıyorlar bu suçların gözlerden uzak yerlere gömülmesine engel olmak için. Unutulmasın diye, tekrar yaşanmasın diye, bu suçlar durabilsin diye.
Yaşanan zulme bakmaya ne gönlümüz dayanıyor ne aklımız yetiyor. Suçun saklanmasının önüne geçen bunca muhabirin katledilmesi ise sadece suça bakmanın, onu kabul etmemenin, suçun suç olduğunun söylenmesinin değerini de gösteriyor. İsrail Gazze’de pek çok savaş suçu işliyor, uluslararası hukuku hiçe sayıyor ve bu suçların belgelenmesinin de önüne geçiyor suçlarına yenilerini ekleyerek. Okullarda, hastanelerde ve evlerinde öldürülmüş çocukların bedenleri savaşı, insanın insana yaptığı zulmü, yeryüzünün nasıl kana bulandığını gösteriyor bizlere. Görevini yapan muhabirler İsrail’in savaş suçlarını dünyaya haykırıyor kendi hayatları pahasına. Hepimize bir çağrıdır bu, bir haykırış.