Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, İstanbul’da İletişim Başkanlığınca düzenlenen “Gazze Savaşı’nda Medyanın Hakikat Mücadelesi: Şiddet, Dezenformasyon, Sansür Sempozyumu”nda konuştu.
İletişim Başkanı Altun’un açıklamalarından öne çıkanlar şöyle;
“Bugün burada dünyanın farklı bölgelerinden, her biri alanında uzman ve tecrübeli çok değerli isimle bir aradayız. Biz 7 Ekim’den bu yana bir yandan İsrail’in Gazze’de yürüttüğü soykırımı dünyaya duyurmaya, bir yandan İsrail’in sistematik dezenformasyon kampanyalarını bertaraf etmeye, bir yandan da Gazze halkının, Filistin halkının haklı taleplerini, tezlerini tüm dünyaya ulaştırmaya çalışıyoruz.
“İSRAİL SAVAŞ SUÇU İŞLİYOR”
Tarihi ve ahlaki bir sorumluluk çerçevesinde yapıyoruz bunu. Ve yine bunu kendimizi küresel vicdan toplumunun bir üyesi addederek yapıyoruz. Küresel alanda dayanışarak, medyada, sivil toplumda, akademi ve yazın dünyasında yer alan vicdanlı entelektüellerle etkileşerek bir hakikat mücadelesi veriyoruz.
Bugün burada tam da bu gerekçeyle, bu hakikat mücadelesinin bir uzantısı olarak uluslararası bir sempozyum düzenliyoruz.
Bugün İsrail, bir şehri, bir halkı bir daha var olmamak üzere ortadan kaldırmaya teşebbüs ediyor. Sivilleri, çocukları, kadınları katlediyor. Sağlık çalışanlarını, gazetecileri, sivil toplum gönüllülerini bilerek, hedef alarak öldürüyor. Savaş suçu işliyor, soykırım yapıyor.
“İSRAİL BİR YALAN İMPARATORLUĞUDUR”
Bu yönüyle İsrail’in cari durumdaki iktidar modeli kimilerinin iddia ettiği gibi “biyo-politika” değil, düpedüz soykırım politikasıdır.
Bu soykırım politikasını anlamak, delillendirmek ve onunla mücadele etmek için bu soykırıma aracılık eden siyasetçileri, askerleri, uçakları, tankları, bombaları masaya yatırmak ve onları ifşa etmek gerekir.
Ve yine bu soykırım politikasını doğru bir şekilde çözümlemek ve onunla mücadele etmek için İsrail’in “imaj imalat endüstrisi”ni sorunsallaştırmak gerekir. İsrail bir yalan imparatorluğudur.
İsrail her ne kadar varlığını, geçmişini, bugününü ve geleceğini sözümona dini referanslarla dokunulmaz bir zırhla koruma altına almaya çalışsa da, esas itibariyle Batılı anlamda faşizmin, ırkçılığın ve sömürgeciliğin en dünyevi, en güncel temsilcisidir.
Kuruluşundan itibaren Filistin halkına zulmeden İsrail, 19. Yüzyılda kurumsallaşan Batı emperyalizminin yirminci yüzyıldaki uzantısıdır.
İsrail, imaj imalat endüstrisini, kurduğu yalan imparatorluğunu ne yazık ki ortodoks Batı medya eko-sisteminin ve oryantalist akademi dünyasının desteği sayesinde ayakta tutabilmiştir.
Batı medya ve akademi dünyası içinde İsrailliler “ilerici birer Aydınlanma öznesi”, Filistin “bomboş bir çöl” Filistinliler ise Edward Said’in ifadesiyle “gerici göçebeler topluluğu” olarak değerlendirilmiştir.
Talal Asad’ın sözünü hatırlayalım. “Filistinlilere yönelik ırkçılığı teşvik eden şey eğitim, kültür ve haber kurumlarıdır” diyordu Asad. Elbette burada Batılı eğitim, kültür ve medya kurumlarından bahsediyoruz.
Bu destek İsrail’i büyüten ve onu ayakta tutan Siyonist ideolojiyi meşrulaştıran ana unsurlardan biridir. Bu desteğin arkaplanında son derece yalın bir jeopolitik çıkarım yatar. Batı, İsrail’i Ortadoğu’daki çıkarlarının temsilcisi ve garantörü olarak görür. Bir anlamda İsrail, bölgemizde Batılı talan düzenini teminat altına almaya çalışan bir güç olarak telakki edilir.
İsrail tam da bu tarihsel ve jeopolitik tasavvur temelinde 7 Ekim’den bu yana dünyanın gözleri önünde büyük bir duyarsızlık ve küstahlıkla savaş suçu işlemekte, soykırım yapmaktadır.”