Dost musun, Düşman mısın?

rabia yavuz

Geçtiğimiz Perşembe günü Altunizade Kültür Merkezinde Kaygı: Dost Mu, Düşman mı? İsimli bir söyleşi gerçekleştirdik. Katılım yüksekti ama daha güzel olanı ise paylaşımın yüksek olmasıydı benim için. Misafirlerle sohbet ederek kaygıyı nasıl anladığımızı ve onun nimetlerinden nasıl yararlanabileceğimizi konuştuk. Kaygıyı tanıyabildiğimizde belirsizliğin boğucu ikliminden çıkabiliyoruz. Bazen kaygıyı korkuyla karıştırabildiğimizi de fark ettik programda. Korku ve kaygı arasında bir ayrım vardır. Korkunun somut bir nesnesi vardır, kaygının aksine. Kaygı ise henüz olmamış olaylar ya da riskler hakkında endişe duymaktır. Örneğin, deprem olduğunda korkarız. Deprem yine olma ihtimali ise bizi kaygılandırır.

Korkunun da kaygının ortak noktaları vardır. İkisi de beraber kalınması zor duygulardır. Bu nedenle bazen bu duyguları bastırmaya, yok saymaya ya da avutmaya çalışıyor olabiliriz. Huzursuzluktan kaçmak için acele edip bu iki duygunun da bize sağlayacağı avantajlardan mahrum kalabiliriz. Örneğin, bir daha deprem olmayacakmış gibi davranıp güvenli binalar arayışından vazgeçebilir ya da gerekli önlemler almayı erteleyebiliriz. Ya da akıllı telefonlarımıza uzanabilir ve endişelenecek ya da korkacak bir şey yok gibi yaşamaya devam edebiliriz. Bunlardan herhangi birini yaptığımızda korku ve kaygının bize ilettiği motivasyonu gözden kaçırabiliriz.

Ama korku ya da kaygıyı dinlemeyi denersek onların bize geleceğimizi ne kadar önemsememiz gerektiğini bize anlattıklarını duyabiliriz. Önemsediğimiz şeyleri korumamız ve onlara özen göstermemiz gerekir. Bazen korumaya o kadar odaklanırız ki ihtimam göstermek çok sonradan aklımıza gelir. Kıymetlilerimizi korumak ve ihtimam göstermek için gereken eylemleri yaparken ihtiyacımız olan enerjiyi bu duygularımızdan alırız. Düşünsenize sınavını önemsemeyen bir öğrenci sınava hazırlık için ihtiyacı olan motivasyonu nereden bulabilir? Eğer endişe sınava hazırlık yapmak için bizi eyleme geçirebilirse kaygının dostluğundan nimetlenmiş oluruz. Lakin çok fazla endişe edersek de dersin başına oturmakta zorluk yaşar, çalışmayı denesek bile odaklanamayabiliriz. Benim gözlemim insanları ertelemeye yönelten şey kaygılanmamaları değil çok kaygılanmaları.

İlginizi çekebilir!  Ahlaksız Topluma Doğru!

O yüzden sorulacak soru ne kadar kaygılandığımız. Kaygı ve korkunun mesajını dinleyebilirsek yalnız olmadıklarını görürüz. Onlara kulak verdiğimizde yanlarında cesaret ve azmin de bulunduğunu keşfedebiliriz. Korku olmasa cesarete ihtiyacımız olur muydu? Kaygı olmasa azim ve sabır gibi erdemlerimizi ne zaman yanımızda olurdu? Ya da bu zor günlerde kendimizi çaresiz hissetmesek umut dediğimiz duygumuzu nasıl hatırlayacaktık? Umut sayesinde geleceğe yüzümüzü çevirir, kaygı sayesinde hangi önlemleri almamız gerektiğini fark eder ve cesaret sayesinde korkularımızla yüzleşebiliriz. Böylece yolumuzun tıkandığını düşündüğümüzde yepyeni yollar olabileceğini de kendimize hatırlatabiliriz. Korkmanın ya da kaygı duymanın normal ve sağlıklı olduğunu ve bu sayede elimizden geleni yapmaya başlayabileceğimizi fark edebiliriz.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

Geçtiğimiz Perşembe günü Altunizade Kültür Merkezinde Kaygı: Dost Mu, Düşman mı? İsimli bir söyleşi gerçekleştirdik. Katılım yüksekti ama daha güzel olanı ise paylaşımın yüksek olmasıydı benim için. Misafirlerle sohbet ederek kaygıyı nasıl anladığımızı ve onun nimetlerinden nasıl yararlanabileceğimizi konuştuk. Kaygıyı tanıyabildiğimizde belirsizliğin boğucu ikliminden çıkabiliyoruz. Bazen kaygıyı korkuyla karıştırabildiğimizi de fark ettik programda. Korku ve kaygı arasında bir ayrım vardır. Korkunun somut bir nesnesi vardır, kaygının aksine. Kaygı ise henüz olmamış olaylar ya da riskler hakkında endişe duymaktır. Örneğin, deprem olduğunda korkarız. Deprem yine olma ihtimali ise bizi kaygılandırır.

Korkunun da kaygının ortak noktaları vardır. İkisi de beraber kalınması zor duygulardır. Bu nedenle bazen bu duyguları bastırmaya, yok saymaya ya da avutmaya çalışıyor olabiliriz. Huzursuzluktan kaçmak için acele edip bu iki duygunun da bize sağlayacağı avantajlardan mahrum kalabiliriz. Örneğin, bir daha deprem olmayacakmış gibi davranıp güvenli binalar arayışından vazgeçebilir ya da gerekli önlemler almayı erteleyebiliriz. Ya da akıllı telefonlarımıza uzanabilir ve endişelenecek ya da korkacak bir şey yok gibi yaşamaya devam edebiliriz. Bunlardan herhangi birini yaptığımızda korku ve kaygının bize ilettiği motivasyonu gözden kaçırabiliriz.

Ama korku ya da kaygıyı dinlemeyi denersek onların bize geleceğimizi ne kadar önemsememiz gerektiğini bize anlattıklarını duyabiliriz. Önemsediğimiz şeyleri korumamız ve onlara özen göstermemiz gerekir. Bazen korumaya o kadar odaklanırız ki ihtimam göstermek çok sonradan aklımıza gelir. Kıymetlilerimizi korumak ve ihtimam göstermek için gereken eylemleri yaparken ihtiyacımız olan enerjiyi bu duygularımızdan alırız. Düşünsenize sınavını önemsemeyen bir öğrenci sınava hazırlık için ihtiyacı olan motivasyonu nereden bulabilir? Eğer endişe sınava hazırlık yapmak için bizi eyleme geçirebilirse kaygının dostluğundan nimetlenmiş oluruz. Lakin çok fazla endişe edersek de dersin başına oturmakta zorluk yaşar, çalışmayı denesek bile odaklanamayabiliriz. Benim gözlemim insanları ertelemeye yönelten şey kaygılanmamaları değil çok kaygılanmaları.

İlginizi çekebilir!  Derin Kulak Davasında Tartışmalı Beraat

O yüzden sorulacak soru ne kadar kaygılandığımız. Kaygı ve korkunun mesajını dinleyebilirsek yalnız olmadıklarını görürüz. Onlara kulak verdiğimizde yanlarında cesaret ve azmin de bulunduğunu keşfedebiliriz. Korku olmasa cesarete ihtiyacımız olur muydu? Kaygı olmasa azim ve sabır gibi erdemlerimizi ne zaman yanımızda olurdu? Ya da bu zor günlerde kendimizi çaresiz hissetmesek umut dediğimiz duygumuzu nasıl hatırlayacaktık? Umut sayesinde geleceğe yüzümüzü çevirir, kaygı sayesinde hangi önlemleri almamız gerektiğini fark eder ve cesaret sayesinde korkularımızla yüzleşebiliriz. Böylece yolumuzun tıkandığını düşündüğümüzde yepyeni yollar olabileceğini de kendimize hatırlatabiliriz. Korkmanın ya da kaygı duymanın normal ve sağlıklı olduğunu ve bu sayede elimizden geleni yapmaya başlayabileceğimizi fark edebiliriz.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

rabia yavuz

Geçtiğimiz Perşembe günü Altunizade Kültür Merkezinde Kaygı: Dost Mu, Düşman mı? İsimli bir söyleşi gerçekleştirdik. Katılım yüksekti ama daha güzel olanı ise paylaşımın yüksek olmasıydı benim için. Misafirlerle sohbet ederek kaygıyı nasıl anladığımızı ve onun nimetlerinden nasıl yararlanabileceğimizi konuştuk. Kaygıyı tanıyabildiğimizde belirsizliğin boğucu ikliminden çıkabiliyoruz. Bazen kaygıyı korkuyla karıştırabildiğimizi de fark ettik programda. Korku ve kaygı arasında bir ayrım vardır. Korkunun somut bir nesnesi vardır, kaygının aksine. Kaygı ise henüz olmamış olaylar ya da riskler hakkında endişe duymaktır. Örneğin, deprem olduğunda korkarız. Deprem yine olma ihtimali ise bizi kaygılandırır.

Korkunun da kaygının ortak noktaları vardır. İkisi de beraber kalınması zor duygulardır. Bu nedenle bazen bu duyguları bastırmaya, yok saymaya ya da avutmaya çalışıyor olabiliriz. Huzursuzluktan kaçmak için acele edip bu iki duygunun da bize sağlayacağı avantajlardan mahrum kalabiliriz. Örneğin, bir daha deprem olmayacakmış gibi davranıp güvenli binalar arayışından vazgeçebilir ya da gerekli önlemler almayı erteleyebiliriz. Ya da akıllı telefonlarımıza uzanabilir ve endişelenecek ya da korkacak bir şey yok gibi yaşamaya devam edebiliriz. Bunlardan herhangi birini yaptığımızda korku ve kaygının bize ilettiği motivasyonu gözden kaçırabiliriz.

Ama korku ya da kaygıyı dinlemeyi denersek onların bize geleceğimizi ne kadar önemsememiz gerektiğini bize anlattıklarını duyabiliriz. Önemsediğimiz şeyleri korumamız ve onlara özen göstermemiz gerekir. Bazen korumaya o kadar odaklanırız ki ihtimam göstermek çok sonradan aklımıza gelir. Kıymetlilerimizi korumak ve ihtimam göstermek için gereken eylemleri yaparken ihtiyacımız olan enerjiyi bu duygularımızdan alırız. Düşünsenize sınavını önemsemeyen bir öğrenci sınava hazırlık için ihtiyacı olan motivasyonu nereden bulabilir? Eğer endişe sınava hazırlık yapmak için bizi eyleme geçirebilirse kaygının dostluğundan nimetlenmiş oluruz. Lakin çok fazla endişe edersek de dersin başına oturmakta zorluk yaşar, çalışmayı denesek bile odaklanamayabiliriz. Benim gözlemim insanları ertelemeye yönelten şey kaygılanmamaları değil çok kaygılanmaları.

İlginizi çekebilir!  Medikal İstihbarat Savaşları

O yüzden sorulacak soru ne kadar kaygılandığımız. Kaygı ve korkunun mesajını dinleyebilirsek yalnız olmadıklarını görürüz. Onlara kulak verdiğimizde yanlarında cesaret ve azmin de bulunduğunu keşfedebiliriz. Korku olmasa cesarete ihtiyacımız olur muydu? Kaygı olmasa azim ve sabır gibi erdemlerimizi ne zaman yanımızda olurdu? Ya da bu zor günlerde kendimizi çaresiz hissetmesek umut dediğimiz duygumuzu nasıl hatırlayacaktık? Umut sayesinde geleceğe yüzümüzü çevirir, kaygı sayesinde hangi önlemleri almamız gerektiğini fark eder ve cesaret sayesinde korkularımızla yüzleşebiliriz. Böylece yolumuzun tıkandığını düşündüğümüzde yepyeni yollar olabileceğini de kendimize hatırlatabiliriz. Korkmanın ya da kaygı duymanın normal ve sağlıklı olduğunu ve bu sayede elimizden geleni yapmaya başlayabileceğimizi fark edebiliriz.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.