ABD tarihin en büyük uluslararası savaş suçlusu Gazze Kasabı Benyamin Netanyahu’yu Washington’da ağırlamaya hazırlanırken Çin yönetimi de Pekin’de ‘ulusal birlik’ anlaşması imzalayan Filistinli grupları misafir etti. Hamas ve rakibi El Fetih de dâhil olmak üzere birçok Filistinli grup, bugün Çin’de Pekin Deklarasyonu’nu imzalayarak bölünmelerini sona erdirmeyi ve Filistin ulusal birliğini güçlendirmeyi kabul etti. İmza, Çin’in başkentinde 14 Filistinli grup arasında üç gün süren görüşmeler sonucunda atıldı.
Böyle bir süreçte önceki gün başkanlık yarışından çekilen ‘Soykırımcı Joe’ ise suç ortağı Netanyahu’yu ülkesine davet etti. Gazze Kasabı Pazartesi günü (29 Temmuz’da) ABD Kongresi’nde konuşacak.
Terör devleti İsrail’e her tür desteği veren ABD, Filistin’i parçalayıp yok etmeye çalışırken Çin ise Filistin’i bütünleştirmeye ve yaralarını sağaltmaya çalışıyor. ABD hâlâ kaos ve terör stratejisiyle küresel hegemonyasını koruyacağını sanıyor. Oysa o günler artık tarihe karışıyor. Yeni bir dünya doğuyor. Çin, Rusya ve Türkiye gibi aktörlerin kurucu siyasi liderliğini yaptığı bu dünya emperyalist statükonun dehşet dengesine, iç savaşlara, işgallere, ekonomik ambargolara, ideolojik çatışmalara, etnik ve dini ayrımcılıklara dayalı dünya düzenini temellerinden sarsıyor.
Türkiye stratejik ve jeo-kültürel derinliğiyle Batılı emperyal sistemi sarsarken Rusya askeri, Çin ise ekonomik ve diplomatik gücüyle Atlantik’in sömürgeciliğe, kana ve talana dayalı soykırımcı hegemonyasını öncelikle kendi hinterlantlarında ardından da Batı’nın nüfuz sahası altındaki bölgelerde gözle görülür şekilde geriletmeye başladı.
Türkiye izlediği otonom stratejilerle Ortadoğu, Kafkasya, Balkanlar, Doğu Akdeniz, Kuzey Afrika ve Orta Asya’da Amerikan hegemonyasının “böl, tanımla ve parçala/ divide, define and rule” temelli Balkanlaştırma stratejine ağır darbeler indirdi. Rusya ve Çin ise Asya Pasifik, Büyük Avrasya, Latin Amerika ve Afrika’da Batılı dünya düzenini sarsan tarihi hamlelerde bulunuyor.
Rusya ise Ukrayna savaşındaki performansıyla askeri saltanatına son verdiği ABD’nin Avrupa üzerindeki hegemonyasını tuzla buz edecek bir sürecin kapılarını araladı. Avrupa’da yükselişe geçen Putin yanlısı siyasi atmosfer AB üyesi ülkelerde Amerikan çıkarlarına endeksli müesses nizama hafakanlar yaşatıyor.
Burada Rusya ve Türkiye dışında Çin’e farklı ve yeni bir sayfa açmak gerekiyor. Tek Kuşak Yol projesi kapsamındaki jeo-ekonomik ve teknolojik hamleleriyle tarihte ilk kez Batı’nın iktisadi, ticari ve mali saltanatını sallayan Çin, son dönemlerde özellikle Kuşak Yol projesinin güzergâhındaki ülkelerde Batılı krizlere yönelik müdahaleleriyle öne çıkmaya başladı.
Bu bağlamda Orta Asya ülkeleri başta olmak üzere Pakistan, Hindistan ve Afganistan’ı kapsayan Güney Asya kuşağı ile ilişkilerini derinleştirdi. Trans-Hazar hattındaki enerji ve ticaret koridorlarına yönelik ABD’nin olası siyasi ve ekonomik sabotajlarını önlemek için Hazar’ın batı yakasındaki Kafkasya’ya çeki düzen verilmesinde inisiyatif aldı. Gürcistan ile ilişkilerini derinleştirdi. Karadeniz kıyısındaki Anaklia’da bir limanı inşası konusunda Tiflis ile anlaştı. ABD’nin buradaki egemenliğine son verdi.
Karabağ sorununun çözümünde, Ermenistan’ın Batı bloğunun nüfuz sahasından kurtarılmasında, İran-Suudi normalleşmesinde, Suriye’nin yeniden yapılandırılmasında ve son olarak Ankara-Şam ilişkilerinde yeni bir sayfanın açılmasında Rusya ile birlikte Çin de hayli pro-aktif bir diplomasi izliyor.
Çin’in Ortadoğu özelinde en çok da Filistin meselesinde izlediği ezber bozan tutum dikkat çekiyor. 7 Ekim saldırılarından sonra Hamas’ı kınamayı reddeden ve bağımsız Filistin Devleti’nin kurulmasını savunan Pekin, bu tavrı nedeniyle İsrail ve Batı’da etkili olan Siyonist lobinin tüm şimşekleri üzerine çekti.
Fakat geri adım atmayan Pekin, Filistin ve Ortadoğu siyasetinde ABD’ye karşı elini daha da yükseltiyor. Şimdi Filistinlilerin, Filistinlileşen ve Filistinlileştirilen dünyanın ve bölge halklarının gözüyle baktığımızda Çin’in bu tutumuyla elde ettiği meşruiyet her açıdan ABD ve müttefiklerinkinden etkili görünüyor.
Siyasi ve ekonomik yatırımlarıyla post-Siyonist döneme doğru ilerleyen Ortadoğu’ya yönelik ilgisinin kalıcı olduğunu gösteren Çin yönetimi, ABD’den boşalan yeri doldurmaya ve bölgenin jeo-kültürüyle uyumlu bir ‘kazan-kazan’ politikası izliyor.
Ancak unutmamalı ki ‘kazan-kazan’ dahi olsa da bu stratejide illa ki kaybedenler de olacaktır. Burada kaybedenler kuşkusuz İsrail ve ABD’den oluşan soykırımcı Batılı ittifak olacaktır. Bu bağlamda Çin’in yeni Filistin adımı Ortadoğu’daki büyük oyunda dengeleri ve geleceğe dair projeksiyonları kökünden sarsan bir hamledir. Bunun Filistin davası başta olmak üzere bölgemizdeki kronik emperyal sorunların çözümündeki olumlu etkilerini yakın ve orta vadede daha net bir şekilde göreceğiz. Tüm dünyada olduğu gibi Ortadoğu’da da devran değişecek.
ABD tarihin en büyük uluslararası savaş suçlusu Gazze Kasabı Benyamin Netanyahu’yu Washington’da ağırlamaya hazırlanırken Çin yönetimi de Pekin’de ‘ulusal birlik’ anlaşması imzalayan Filistinli grupları misafir etti. Hamas ve rakibi El Fetih de dâhil olmak üzere birçok Filistinli grup, bugün Çin’de Pekin Deklarasyonu’nu imzalayarak bölünmelerini sona erdirmeyi ve Filistin ulusal birliğini güçlendirmeyi kabul etti. İmza, Çin’in başkentinde 14 Filistinli grup arasında üç gün süren görüşmeler sonucunda atıldı.
Böyle bir süreçte önceki gün başkanlık yarışından çekilen ‘Soykırımcı Joe’ ise suç ortağı Netanyahu’yu ülkesine davet etti. Gazze Kasabı Pazartesi günü (29 Temmuz’da) ABD Kongresi’nde konuşacak.
Terör devleti İsrail’e her tür desteği veren ABD, Filistin’i parçalayıp yok etmeye çalışırken Çin ise Filistin’i bütünleştirmeye ve yaralarını sağaltmaya çalışıyor. ABD hâlâ kaos ve terör stratejisiyle küresel hegemonyasını koruyacağını sanıyor. Oysa o günler artık tarihe karışıyor. Yeni bir dünya doğuyor. Çin, Rusya ve Türkiye gibi aktörlerin kurucu siyasi liderliğini yaptığı bu dünya emperyalist statükonun dehşet dengesine, iç savaşlara, işgallere, ekonomik ambargolara, ideolojik çatışmalara, etnik ve dini ayrımcılıklara dayalı dünya düzenini temellerinden sarsıyor.
Türkiye stratejik ve jeo-kültürel derinliğiyle Batılı emperyal sistemi sarsarken Rusya askeri, Çin ise ekonomik ve diplomatik gücüyle Atlantik’in sömürgeciliğe, kana ve talana dayalı soykırımcı hegemonyasını öncelikle kendi hinterlantlarında ardından da Batı’nın nüfuz sahası altındaki bölgelerde gözle görülür şekilde geriletmeye başladı.
Türkiye izlediği otonom stratejilerle Ortadoğu, Kafkasya, Balkanlar, Doğu Akdeniz, Kuzey Afrika ve Orta Asya’da Amerikan hegemonyasının “böl, tanımla ve parçala/ divide, define and rule” temelli Balkanlaştırma stratejine ağır darbeler indirdi. Rusya ve Çin ise Asya Pasifik, Büyük Avrasya, Latin Amerika ve Afrika’da Batılı dünya düzenini sarsan tarihi hamlelerde bulunuyor.
Rusya ise Ukrayna savaşındaki performansıyla askeri saltanatına son verdiği ABD’nin Avrupa üzerindeki hegemonyasını tuzla buz edecek bir sürecin kapılarını araladı. Avrupa’da yükselişe geçen Putin yanlısı siyasi atmosfer AB üyesi ülkelerde Amerikan çıkarlarına endeksli müesses nizama hafakanlar yaşatıyor.
Burada Rusya ve Türkiye dışında Çin’e farklı ve yeni bir sayfa açmak gerekiyor. Tek Kuşak Yol projesi kapsamındaki jeo-ekonomik ve teknolojik hamleleriyle tarihte ilk kez Batı’nın iktisadi, ticari ve mali saltanatını sallayan Çin, son dönemlerde özellikle Kuşak Yol projesinin güzergâhındaki ülkelerde Batılı krizlere yönelik müdahaleleriyle öne çıkmaya başladı.
Bu bağlamda Orta Asya ülkeleri başta olmak üzere Pakistan, Hindistan ve Afganistan’ı kapsayan Güney Asya kuşağı ile ilişkilerini derinleştirdi. Trans-Hazar hattındaki enerji ve ticaret koridorlarına yönelik ABD’nin olası siyasi ve ekonomik sabotajlarını önlemek için Hazar’ın batı yakasındaki Kafkasya’ya çeki düzen verilmesinde inisiyatif aldı. Gürcistan ile ilişkilerini derinleştirdi. Karadeniz kıyısındaki Anaklia’da bir limanı inşası konusunda Tiflis ile anlaştı. ABD’nin buradaki egemenliğine son verdi.
Karabağ sorununun çözümünde, Ermenistan’ın Batı bloğunun nüfuz sahasından kurtarılmasında, İran-Suudi normalleşmesinde, Suriye’nin yeniden yapılandırılmasında ve son olarak Ankara-Şam ilişkilerinde yeni bir sayfanın açılmasında Rusya ile birlikte Çin de hayli pro-aktif bir diplomasi izliyor.
Çin’in Ortadoğu özelinde en çok da Filistin meselesinde izlediği ezber bozan tutum dikkat çekiyor. 7 Ekim saldırılarından sonra Hamas’ı kınamayı reddeden ve bağımsız Filistin Devleti’nin kurulmasını savunan Pekin, bu tavrı nedeniyle İsrail ve Batı’da etkili olan Siyonist lobinin tüm şimşekleri üzerine çekti.
Fakat geri adım atmayan Pekin, Filistin ve Ortadoğu siyasetinde ABD’ye karşı elini daha da yükseltiyor. Şimdi Filistinlilerin, Filistinlileşen ve Filistinlileştirilen dünyanın ve bölge halklarının gözüyle baktığımızda Çin’in bu tutumuyla elde ettiği meşruiyet her açıdan ABD ve müttefiklerinkinden etkili görünüyor.
Siyasi ve ekonomik yatırımlarıyla post-Siyonist döneme doğru ilerleyen Ortadoğu’ya yönelik ilgisinin kalıcı olduğunu gösteren Çin yönetimi, ABD’den boşalan yeri doldurmaya ve bölgenin jeo-kültürüyle uyumlu bir ‘kazan-kazan’ politikası izliyor.
Ancak unutmamalı ki ‘kazan-kazan’ dahi olsa da bu stratejide illa ki kaybedenler de olacaktır. Burada kaybedenler kuşkusuz İsrail ve ABD’den oluşan soykırımcı Batılı ittifak olacaktır. Bu bağlamda Çin’in yeni Filistin adımı Ortadoğu’daki büyük oyunda dengeleri ve geleceğe dair projeksiyonları kökünden sarsan bir hamledir. Bunun Filistin davası başta olmak üzere bölgemizdeki kronik emperyal sorunların çözümündeki olumlu etkilerini yakın ve orta vadede daha net bir şekilde göreceğiz. Tüm dünyada olduğu gibi Ortadoğu’da da devran değişecek.