Türkiye’nin İpek Yolu projesi önündeki üç kritik engel
24 kez görüntülendi.
Bercan TUTAR – 23 Nisan 2024
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Irak ve Erbil ziyareti, Türkiye’nin 2007 yılında başlattığı ve dış politikasının temel unsuru yaptığı Ortadoğu ve yakın çevreyi ve önceleyen stratejinin uzun bir atalet döneminden sonra yeniden aktive edilmesi olarak okumak lazım. Gündemin başında ise elbette su, ekonomi, enerji ve güvenlik sorunları geliyor ama Kürt sorunu bu meselelerin merkezinde yer alıyor.
Gazze’deki soykırım sonrası Ortadoğu adeta post-İsrail dönemine giriyor. İsrail ile beraber Gazze’de bataklığa saplanan ABD’nin Ortadoğu’daki hegemonyası yavaş yavaş sona erecek. Bölgede Rusya, Çin ve İran’ın daha etkin olduğu yeni bir döneme giriliyor. Böyle kritik bir süreçte Batı ile her ne kadar önemli sorunları olsa da revizyonist güç olarak görülen Asyalı aktörlere karşı NATO ve ABD müttefiki Türkiye’nin Washington tarafından dengeleyici bir faktör olarak Ortadoğu’daki varlığı realist ve pragmatik açıdan herkes için hayati bir önem taşıyor.
Irak’ın da buna ihtiyacı var. Özellikle İran ve ABD baskısına alternatif olabilecek bir Türkiye seçeneği hem Bağdat’ın hem de Erbil’in elini daha da rahatlatacaktır. Unutmayalım ki Bağdat yönetiminden bazı kesimler Erdoğan’ın Erbil çıkarmasına pek olumlu bakmadı. Irak öncelikli olarak Türkiye’den saniyede 500 metreküp su salmasını talep ediyor. Bu biraz zor görünüyor. Şu an salınan su miktarı 130 ila 180 metreküp civarında. Belki bu rakam en fazla biraz daha yukarı çekilebilir.
Ancak Bağdat’ın kendi inisiyatifi ile Türkiye’nin güvenlik sorunlarını çözmesi zor. Burada diğer küresel ve bölgesel aktörlerin Bağdat üzerindeki baskı ve yönlendirmesini sonlandırmak gerekir. Yani bölgedeki ve Irak’taki I. ve II. Dünya Savaşı sonrası oluşturulan bölgesel statüko yıkılmadan Türkiye ve Irak arasında sorunlara yol açan güvenlik konularının çözümünün kalıcı olması pek mümkün görünmüyor. Palyatif önlemlerle belki sorun ertelenecek veya başka bir forma bürünecektir. Ancak en nihayetinde kesin bir sonuca ulaşılması küresel ve bölgesel kartların yeniden karılmasına bağlı.
Bu bağlamda bölgedeki entegrasyonu artırmayı hedefleyen ekonomik hamleler kritik bir önem arz ediyor. Ancak bu hamlelerin de demokratik ve katılımcı bir iktisadi rasyonaliteye dayanması gerekir sonuç odaklı olabilmesi için. Dolayısıyla Türkiye’den Körfez’e kadar uzanan ve Ortadoğu’nun Yeni İpek Yolu olarak anılan Kalkınmaya Yolu Projesi’nin güvenlik endeksli risklerden etkilenmemesi büyük oranda Erbil ile ilişkileri negatif anlamda zedelememesine bağlı.
Birçok bölge uzmanına göre Kürt sorununun, Irak yakasındaki Kalkınma Yolu Projesini etkileyeceğini ve Erbil’i bu projeye dâhil edememenin büyük sıkıntılara yol açacağı kanısında. Fakat madalyonun diğer tarafından bakarsak Ankara askeri açıdan büyük avantaj sağladığı PKK sorununu tamamen çözmek için hem ekonomik hem de diplomatik imkânlarını seferber etmiş görünüyor. Bu nedenle 17 milyar dolarlık Kalkınma Yolu Projesi, Bağdat ve Erbil ile ilişkilerde jeo-ekonomik ve siyasi açıdan hayli stratejik bir mahiyete de sahip.
Kalkınma Yolu projesi eğer Irak’ın mezhebi ve etnik kırılmalarına maruz kalırsa büyük sıkıntılarla karşılaşabilir. Yani eğer proje Şii siyasetin jeo-politk bir aracına dönüşürse o zaman bu projenin 500 km’lik kısmındaki Sünni ve Kürt endeksli reaksiyonlar harekete geçirtilebilir. Bu da ekonomik proje için siyasi ve güvenlik risklerini artırabilir. Daha açık ifade söylersek Basra Körfezi hinterlandını Avrupa’ya bağlayacak Ortadoğu’nun en büyük limanı olması planlanan Büyük Fav Limanı’ndan Mersin Limanı’na kadar olan demiryolu ve otoyol hatlarını içeren 1200 km’lik proje için en büyük aktüel risk, Ramadi’den Fişhabur’a kadar olan hat üzerindeki etnik ve mezhebi potansiyele sahip sorunlardır. Bu sorunların tetiklenme riski pojeyi dış müdahaleye açık hale getiriyor. Burada sadece Erbil, PKK veya İran gibi aktörleri düşünmeyelim. Çünkü Kalkınma Yolu Projesi her şeyden önce AB ile ABD tarafından desteklenen ve Türkiye’nin ‘by-pass’ edildiği Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ekonomik Koridoru’na (IMEC) alternatif bir hamle olarak öne çıkıyor. 2025 yılında bitirilmesi öngörülen Kalkınma Yolu Projesi’yle Türkiye ve Irak’ın bölgedeki ticari etkisi ve jeo-ekonomik avantajları had safhaya çıkacaktır. İşte tam da bu yüzden projenin Sünni ve Kürt demografisinin yoğun olduğu bölgelerden geçen 500 km’lik kısmı bazı dış aktörlere Bağdat’a baskı yapmada büyük bir koza dönüşebilir. Ancak projenin 500 km’lik güzergâhının güvenlik ve jeo-politik ağırlıklı hassasiyeti Irak için stratejik bir zayıflık yaratabileceği kadar eğer mesele iyi yönetilebilirse bu dezavantaj bir karşı silaha dönüştürülerek ılımlı bir iç politika ve dış dünyayla dengeli bir ilişki için teşvik edici bir karta da evrilebilir.
Çünkü Kalkınma Yolu Projesi nereden bakılırsa bakılsın Süveyş Kanalı, Babu’l Mendeb Boğazı ve Hürmüz Boğazı gibi kritik suyollarına alternatif bir ulaşım hattı olacaktır. Bu ulaşım hattı genelde Ortadoğu özelde ise Körfez jeopolitiğinde önemli sonuçlara yol açacaktır.
Projeyle bazı kritik suyollarının hem küresel hem de bölgesel ticaretteki önemi azalacak ve Asya ile Avrupa arasındaki ulaşım önemli ölçüde kısalacaktır. Zira Ukrayna-Rusya savaşı sürecinde Rusya’nın Avrupa’nın gözünde güvenilir bir enerji tedarikçisi olma sıfatını kaybetmesi enerji ihtiyacını güvenceye almaya çalışan Avrupalı aktörlerin yönünü Türkiye’ye çevirmesine yol açtı. Ortadoğu ve Kafkaslar gibi büyük enerji rezervleri ve Avrupa gibi büyük tüketim merkezi arasındaki kritik bir jeopolitik hatta bulunan Türkiye bu projeyle yakın gelecekte küresel enerji güvenliğinin kilit aktörü konumuna yükselebilir.
Kafkasya ve Rusya enerji kaynaklarının küresel piyasalara taşınmasında kritik bir aktör olan Türkiye, bu ulaşım hattı sayesinde Körfez bölgesinin enerji kaynaklarının da uluslararası piyasalara açıldığı kritik bir ülke haline gelecek. Ülkemizin küresel enerjide merkez aktör olma eğilimini daha da pekişecektir. Böylece Irak, Katar ve İran’ın petrol ve doğalgazının güvenli ve düşük maliyetli şekilde tüketim merkezlerine taşınabilmesi mümkün olacaktır.
Unutmayalım ki Basra Körfezi bölgesi küresel petrol rezervlerinin üçte ikisini, doğalgaz rezervlerinin ise üçte birinden fazlasını barındırıyor olması bu projeyi son derce stratejik kılıyor. Ayrıca bu projeyle Türkiye, Kuşak ve Yol Projesi’nin önemli bir bileşeni haline gelecektir.
Kalkınma Yolu Projesi, ekonomi ve ticaret alanında sağlayacağı benzersiz katkılara ilaveten merkezi Irak hükümetini güçlendirmeyi ve ülke içerisindeki ayrılıkçı eğilimlerin zayıflatmayı da hedefliyor. Böylece Türkiye’nin uzun yıllardır tehdit algıladığı Irak’ın kuzeyindeki terör olgusunun ortadan kaldırılması amaçlanıyor.
İşte tam da burada Erbil’in ve Sünnilerin kendilerini mağdur görmelerinin önüne geçmek lazım. Bu algıyı besleyecek adımlardan kaçınmak lazım. Kalkınma Yolu Projesi ‘kazan kazan’ hamlesine dönüşmezse sadece Irak’ın içindeki dinamikler tarafından değil dışarıdaki aktörler tarafından da provokasyonlara açık hale gelebilir.
Burada ülkemizin PKK ile mücadelede kritik bir aşama olarak gördüğü Şengal (Sincar) ve Mahmur meselesinin çözümü önem arz ediyor. Bağdat yönetiminin, Türkiye açısından ve Kalkınma Yolu Projesi’nin güvenliği kapsamında Kandil’in kuşatılmasından çok Mahmur ve Şengal sınırı ile Zap ve Balenda vadileri arasındaki bölgelerde atacağı adımlar çok daha kritik olacaktır.
Özetlersek eğer Türkiye’nin küresel ve bölgesel gücüne güç katacak ve terörle mücadelesinde yeni bir imkana işaret eden Kalkınma Yolu Projesi’nde üç önemli risk bulunuyor. İlki, Bağdat yönetiminden kaynaklanan Sünni ve Kürt demografisini ötekileştirecek merkezi yönetim mekanizmasının otoriter ve baskıcı bir araca dönüştürülmesi riskidir. Projenin, Erbil ile Sünni kesimlere karşı siyasi bir baskı aracına dönüştürülmesi 500 km’lik hatta güvenlik sıkıntılarına yol açabilir.
İkincisi de küresel enerji merkezine dönüşen Türkiye’yi frenlemek için Kalkınma Yolu Projesi’ne karşı Batı’dan ve özellikle de ABD’den gelebilecek provokasyonlardır. Zira bu proje her şeyden önce Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ekonomik Koridoru’na karşı büyük bir tehdit oluşturuyor. Eski enerji ve ticaret boğazlarıyla yollarına bağlılığı azaltıyor.
Üçüncüsü de Şengal-Mahmur hattındaki PKK terörü üzerinden Türkiye’nin Kalkınma Yolu Projesi’nin hedef alınmasıdır.
Bu üç kritik riske karşı eminim Türkiye gereken önleyici tedbirlerini şimdiden devreye sokmuştur. Yoksa 2009’larda temeli atılan bu proje şimdiye kadar tam 15 yıldır nasıl ertelendiyse bundan sonra da özellikle bu üç kritik sorun üzerinden yeniden başka bir belirsiz döneme daha ötelenebilir.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Irak ve Erbil ziyareti, Türkiye’nin 2007 yılında başlattığı ve dış politikasının temel unsuru yaptığı Ortadoğu ve yakın çevreyi ve önceleyen stratejinin uzun bir atalet döneminden sonra yeniden aktive edilmesi olarak okumak lazım. Gündemin başında ise elbette su, ekonomi, enerji ve güvenlik sorunları geliyor ama Kürt sorunu bu meselelerin merkezinde yer alıyor.
Gazze’deki soykırım sonrası Ortadoğu adeta post-İsrail dönemine giriyor. İsrail ile beraber Gazze’de bataklığa saplanan ABD’nin Ortadoğu’daki hegemonyası yavaş yavaş sona erecek. Bölgede Rusya, Çin ve İran’ın daha etkin olduğu yeni bir döneme giriliyor. Böyle kritik bir süreçte Batı ile her ne kadar önemli sorunları olsa da revizyonist güç olarak görülen Asyalı aktörlere karşı NATO ve ABD müttefiki Türkiye’nin Washington tarafından dengeleyici bir faktör olarak Ortadoğu’daki varlığı realist ve pragmatik açıdan herkes için hayati bir önem taşıyor.
Irak’ın da buna ihtiyacı var. Özellikle İran ve ABD baskısına alternatif olabilecek bir Türkiye seçeneği hem Bağdat’ın hem de Erbil’in elini daha da rahatlatacaktır. Unutmayalım ki Bağdat yönetiminden bazı kesimler Erdoğan’ın Erbil çıkarmasına pek olumlu bakmadı. Irak öncelikli olarak Türkiye’den saniyede 500 metreküp su salmasını talep ediyor. Bu biraz zor görünüyor. Şu an salınan su miktarı 130 ila 180 metreküp civarında. Belki bu rakam en fazla biraz daha yukarı çekilebilir.
Ancak Bağdat’ın kendi inisiyatifi ile Türkiye’nin güvenlik sorunlarını çözmesi zor. Burada diğer küresel ve bölgesel aktörlerin Bağdat üzerindeki baskı ve yönlendirmesini sonlandırmak gerekir. Yani bölgedeki ve Irak’taki I. ve II. Dünya Savaşı sonrası oluşturulan bölgesel statüko yıkılmadan Türkiye ve Irak arasında sorunlara yol açan güvenlik konularının çözümünün kalıcı olması pek mümkün görünmüyor. Palyatif önlemlerle belki sorun ertelenecek veya başka bir forma bürünecektir. Ancak en nihayetinde kesin bir sonuca ulaşılması küresel ve bölgesel kartların yeniden karılmasına bağlı.
Bu bağlamda bölgedeki entegrasyonu artırmayı hedefleyen ekonomik hamleler kritik bir önem arz ediyor. Ancak bu hamlelerin de demokratik ve katılımcı bir iktisadi rasyonaliteye dayanması gerekir sonuç odaklı olabilmesi için. Dolayısıyla Türkiye’den Körfez’e kadar uzanan ve Ortadoğu’nun Yeni İpek Yolu olarak anılan Kalkınmaya Yolu Projesi’nin güvenlik endeksli risklerden etkilenmemesi büyük oranda Erbil ile ilişkileri negatif anlamda zedelememesine bağlı.
Birçok bölge uzmanına göre Kürt sorununun, Irak yakasındaki Kalkınma Yolu Projesini etkileyeceğini ve Erbil’i bu projeye dâhil edememenin büyük sıkıntılara yol açacağı kanısında. Fakat madalyonun diğer tarafından bakarsak Ankara askeri açıdan büyük avantaj sağladığı PKK sorununu tamamen çözmek için hem ekonomik hem de diplomatik imkânlarını seferber etmiş görünüyor. Bu nedenle 17 milyar dolarlık Kalkınma Yolu Projesi, Bağdat ve Erbil ile ilişkilerde jeo-ekonomik ve siyasi açıdan hayli stratejik bir mahiyete de sahip.
Kalkınma Yolu projesi eğer Irak’ın mezhebi ve etnik kırılmalarına maruz kalırsa büyük sıkıntılarla karşılaşabilir. Yani eğer proje Şii siyasetin jeo-politk bir aracına dönüşürse o zaman bu projenin 500 km’lik kısmındaki Sünni ve Kürt endeksli reaksiyonlar harekete geçirtilebilir. Bu da ekonomik proje için siyasi ve güvenlik risklerini artırabilir. Daha açık ifade söylersek Basra Körfezi hinterlandını Avrupa’ya bağlayacak Ortadoğu’nun en büyük limanı olması planlanan Büyük Fav Limanı’ndan Mersin Limanı’na kadar olan demiryolu ve otoyol hatlarını içeren 1200 km’lik proje için en büyük aktüel risk, Ramadi’den Fişhabur’a kadar olan hat üzerindeki etnik ve mezhebi potansiyele sahip sorunlardır. Bu sorunların tetiklenme riski pojeyi dış müdahaleye açık hale getiriyor. Burada sadece Erbil, PKK veya İran gibi aktörleri düşünmeyelim. Çünkü Kalkınma Yolu Projesi her şeyden önce AB ile ABD tarafından desteklenen ve Türkiye’nin ‘by-pass’ edildiği Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ekonomik Koridoru’na (IMEC) alternatif bir hamle olarak öne çıkıyor. 2025 yılında bitirilmesi öngörülen Kalkınma Yolu Projesi’yle Türkiye ve Irak’ın bölgedeki ticari etkisi ve jeo-ekonomik avantajları had safhaya çıkacaktır. İşte tam da bu yüzden projenin Sünni ve Kürt demografisinin yoğun olduğu bölgelerden geçen 500 km’lik kısmı bazı dış aktörlere Bağdat’a baskı yapmada büyük bir koza dönüşebilir. Ancak projenin 500 km’lik güzergâhının güvenlik ve jeo-politik ağırlıklı hassasiyeti Irak için stratejik bir zayıflık yaratabileceği kadar eğer mesele iyi yönetilebilirse bu dezavantaj bir karşı silaha dönüştürülerek ılımlı bir iç politika ve dış dünyayla dengeli bir ilişki için teşvik edici bir karta da evrilebilir.
Çünkü Kalkınma Yolu Projesi nereden bakılırsa bakılsın Süveyş Kanalı, Babu’l Mendeb Boğazı ve Hürmüz Boğazı gibi kritik suyollarına alternatif bir ulaşım hattı olacaktır. Bu ulaşım hattı genelde Ortadoğu özelde ise Körfez jeopolitiğinde önemli sonuçlara yol açacaktır.
Projeyle bazı kritik suyollarının hem küresel hem de bölgesel ticaretteki önemi azalacak ve Asya ile Avrupa arasındaki ulaşım önemli ölçüde kısalacaktır. Zira Ukrayna-Rusya savaşı sürecinde Rusya’nın Avrupa’nın gözünde güvenilir bir enerji tedarikçisi olma sıfatını kaybetmesi enerji ihtiyacını güvenceye almaya çalışan Avrupalı aktörlerin yönünü Türkiye’ye çevirmesine yol açtı. Ortadoğu ve Kafkaslar gibi büyük enerji rezervleri ve Avrupa gibi büyük tüketim merkezi arasındaki kritik bir jeopolitik hatta bulunan Türkiye bu projeyle yakın gelecekte küresel enerji güvenliğinin kilit aktörü konumuna yükselebilir.
Kafkasya ve Rusya enerji kaynaklarının küresel piyasalara taşınmasında kritik bir aktör olan Türkiye, bu ulaşım hattı sayesinde Körfez bölgesinin enerji kaynaklarının da uluslararası piyasalara açıldığı kritik bir ülke haline gelecek. Ülkemizin küresel enerjide merkez aktör olma eğilimini daha da pekişecektir. Böylece Irak, Katar ve İran’ın petrol ve doğalgazının güvenli ve düşük maliyetli şekilde tüketim merkezlerine taşınabilmesi mümkün olacaktır.
Unutmayalım ki Basra Körfezi bölgesi küresel petrol rezervlerinin üçte ikisini, doğalgaz rezervlerinin ise üçte birinden fazlasını barındırıyor olması bu projeyi son derce stratejik kılıyor. Ayrıca bu projeyle Türkiye, Kuşak ve Yol Projesi’nin önemli bir bileşeni haline gelecektir.
Kalkınma Yolu Projesi, ekonomi ve ticaret alanında sağlayacağı benzersiz katkılara ilaveten merkezi Irak hükümetini güçlendirmeyi ve ülke içerisindeki ayrılıkçı eğilimlerin zayıflatmayı da hedefliyor. Böylece Türkiye’nin uzun yıllardır tehdit algıladığı Irak’ın kuzeyindeki terör olgusunun ortadan kaldırılması amaçlanıyor.
İşte tam da burada Erbil’in ve Sünnilerin kendilerini mağdur görmelerinin önüne geçmek lazım. Bu algıyı besleyecek adımlardan kaçınmak lazım. Kalkınma Yolu Projesi ‘kazan kazan’ hamlesine dönüşmezse sadece Irak’ın içindeki dinamikler tarafından değil dışarıdaki aktörler tarafından da provokasyonlara açık hale gelebilir.
Burada ülkemizin PKK ile mücadelede kritik bir aşama olarak gördüğü Şengal (Sincar) ve Mahmur meselesinin çözümü önem arz ediyor. Bağdat yönetiminin, Türkiye açısından ve Kalkınma Yolu Projesi’nin güvenliği kapsamında Kandil’in kuşatılmasından çok Mahmur ve Şengal sınırı ile Zap ve Balenda vadileri arasındaki bölgelerde atacağı adımlar çok daha kritik olacaktır.
Özetlersek eğer Türkiye’nin küresel ve bölgesel gücüne güç katacak ve terörle mücadelesinde yeni bir imkana işaret eden Kalkınma Yolu Projesi’nde üç önemli risk bulunuyor. İlki, Bağdat yönetiminden kaynaklanan Sünni ve Kürt demografisini ötekileştirecek merkezi yönetim mekanizmasının otoriter ve baskıcı bir araca dönüştürülmesi riskidir. Projenin, Erbil ile Sünni kesimlere karşı siyasi bir baskı aracına dönüştürülmesi 500 km’lik hatta güvenlik sıkıntılarına yol açabilir.
İkincisi de küresel enerji merkezine dönüşen Türkiye’yi frenlemek için Kalkınma Yolu Projesi’ne karşı Batı’dan ve özellikle de ABD’den gelebilecek provokasyonlardır. Zira bu proje her şeyden önce Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ekonomik Koridoru’na karşı büyük bir tehdit oluşturuyor. Eski enerji ve ticaret boğazlarıyla yollarına bağlılığı azaltıyor.
Üçüncüsü de Şengal-Mahmur hattındaki PKK terörü üzerinden Türkiye’nin Kalkınma Yolu Projesi’nin hedef alınmasıdır.
Bu üç kritik riske karşı eminim Türkiye gereken önleyici tedbirlerini şimdiden devreye sokmuştur. Yoksa 2009’larda temeli atılan bu proje şimdiye kadar tam 15 yıldır nasıl ertelendiyse bundan sonra da özellikle bu üç kritik sorun üzerinden yeniden başka bir belirsiz döneme daha ötelenebilir.