Avrupa’nın Ölümü

Bercan TUTAR – 24 Mayıs 2024

 

İngiltere Başbakanı Winston Churchill, 26 Aralık 1941’de ABD Kongresi’ndeki ilk konuşmasında Amerikalılardan ve İngilizlerden ‘aynı halkız’ diye bahsettiğinde ABD Başkanı Franklin Delano Roosevelt ona nazikçe Amerikalıların çoğunluğunun İngilizler dışında Alman ve İtalyanlardan da oluştuğunu hatırlattı. Hatta başka bir tarihi anekdotta Roosevelt’in Churchill ve Kraliçe Elizabeth’in olduğu bir toplantıda “Kuzeniz. Akrabayız. Fakat çıkarlarımız söz konusu olduğunda rakip oluruz” uyarısında bulunduğu da kaydedilir.

ABD’nin İngiltere’ye ve Avrupa’ya bu bakış açısı hâlâ değişmiş değil. Benzer şekilde Avrupa’nın da ABD’ye olan güveni hiçbir zaman kalıcı ol(a)madı. Müttefikliğe rağmen Atlantik’in iki yakasındaki aktörler sürekli rekabet halinde oldu. Bu rekabette ABD, 1945’ten bu yana avantajlı konumda olan aktör.

Avrupalılar her ne kadar Amerikalıları kültürsüz ve materyalist olmakla nitelese de ABD’nin siyasi, askeri ve ekonomik boyunduruğunda yaşamaya da mecburlar. Çok değil, bundan yedi yıl önce Eylül 2017’de Paris Sorbonne Üniversitesi’nin gösterişli ana konferans salonunda konuşan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron “Avrupa’nın özerkliğinden ve Avrupa ordusunun kurulması gerekliliğinden” bahsediyordu.

Şimdi ise Ukrayna ve diğer uluslararası krizlerde tamamen ABD’nin uydusu bir ülke lideri olarak hareket ediyor Macron. Oysa Soğuk Savaş sona erdiğinde Avrupa Birliği projesi en azından kısmen de olsa Avrupa’nın ABD’ye bağımlılığından kurtulma kurumu olmaya doğru evrilmişti.

Hatta Yugoslavya parçalandığında Avrupa liderliği şunu ilan etmişti… “Bu, Avrupa’nın rüştünü ispatlama anıdır…” Böylece bu krizde Amerikalılara ihtiyaçları olmadıklarını ilan ettiler.

Sonunda ABD Senatosu’ndaki Cumhuriyetçi lider Robert Dole, Avrupa’nın eski Yugoslavya’ya uyguladığı silah ambargosunun ikiyüzlülüğünden duyduğu tiksintiyi ifade etti.

Pratikte Rusya’nın Sırbistan’ı tepeden tırnağa silahlandırdığı ve Sırbistan’ı oluşturan diğer nispeten silahsız bölgelerin silahlandığı bir dönemde Avrupa Boşnaklara silah ambargosu uyguluyordu. Böylece Yugoslavya’nın daha doğrusu Boşnakların Sırplar tarafından etnik temizliğe tabi tutulmasının yolunu açtılar. Senatör Dole sonunda Kongre’ye, ABD Başkanı Bill Clinton’un Avrupa’nın geçirgen silah ambargosunu görmezden gelmesini; ABD’nin uçak gemilerine dayalı hava gücünü Sırp saldırganlığını caydırmak için kullanmasını talep eden bir kararı kabul ettirdi.

İlginçtir Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu dün aldığı kararla 1995’te Bosna-Hersek’in Srebrenitsa kentinde yaklaşık 8 bin Müslüman erkek ve çocuğun katledildiği 11 Temmuz’u, “Soykırımı Düşünme ve Anma Günü” ilan etti. Yani Bosna soykırımının ana nedenlerinden birinin de Avrupa ve ABD arasındaki reel-politik güç çekişmesi olduğu ortaya çıkıyor.

Avrupalılar bugün Ukrayna krizi üzerinden yeniden ABD’nin pençesine düştü. Donald Trump’ın 2016’da seçilmesiyle birlikte ABD’deki ‘Avrupa fobisi’ ile Avrupa’daki ‘ABD fobisi’ had safhaya ulaştı. Çünkü ABD, Afganistan ve Irak savaşlarındaki hezimetin faturasını ‘terör ile savaşta’ istediği randımanı almadığı Avrupa’ya kesmişti.

5 Kasım’daki seçimlerde Trump’ın ikinci kez seçilmesi Avrupa’nın kabusu olarak niteleniyor. Çünkü Trump ve çevresi Avrupa’yı hedonokrasinin pençeleri arasında kıvranan ahlaksız ve yozlaşmış bir Venüs Sistemi olarak algılıyor.

Avrupa’daki çaresizliği Macron üzerinden okumakta fayda var. Yedi yıl önce ABD hegemonyasına meydan okuyan Macron, bu yılın 25 Nisan’ında yine Sorbonne’daki aynı salonda bu kez belirgin bir şekilde farklı bir alt tonla konuştu… “Avrupa’mız ölümlüdür, ölebilir” diye uyaran Macron, o konuşmada The Economist’in 4 Mayıs tarihli sayısının manşeti olacak şu sözleri sarf etmişti: “Avrupa geride kalacak. Bunu şimdiden görmeye başladık.”

ABD’de kişi başına düşen GSYİH büyümesinin 1990’ların başından bu yana Avrupa’yı yüzde 30’un üzerinde geride bıraktığını söyleyen Macron eğer hiçbir şey değişmezse Avrupa Birliği’nin kolektif bir ‘yoksullaşma’yla karşı karşıya kalacağı konusunda da uyarıyor.

BU çerçeveden bakınca Avrupa özellikle jeo-politik bağlamda cenazesi ortada kalmış bir ölüye benziyor. Enerji açığı ve bağımlılığı büyüyor. Dijital olarak Silikon Vadisi’ne muhtaç. 2008’den bu yana ABD ekonomisini yeniden şekillendiren teknoloji destekli sermaye birikiminden mahrum kaldı. Avrupa’ya ABD tarafından dayatılan yeşil enerji politikası kıtanın endüstrisini ve ekonomisini çökertiyor. Yeşil teknoloji de bile dışa bağımlılar. Çin’in yeşil teknoloji desteği ve kritik mineralleri olmazsa fabrikalar çalışamayacak duruma düşecek.

Haliyle Macron’un da işaret ettiği gibi tablo vahim. Ancak Avrupa’nın bu krizden kurtulma şansı da çok az. Çünkü Macron dâhil şu anki Avrupalı siyaset sınıfı tamamen ABD güdümünde. Kendi halkları yerine ABD’nin ve küresel finans çevrelerinin, neo-liberal odakların ve yeşil emperyal projeleri savunan iklim lobisinin paralelinde bir siyaset izliyorlar. Bu da halklarına ve ülkelerine zarar veriyor. Bu açıdan baktığımızda yüz yüze kaldıkları sorunları yani sonuçları dile getiren Macron nedenlere ve çözümlere dair ise bir şey söyle(ye)miyor. Bu da Avrupa’nın jeo-politik ölümünden sonra ekonomik ve sosyal krizlerinin daha da derinleşeceğini gösteriyor. Zira herkes Avrupa’nın zor durumda olduğu konusunda hemfikir. Tek çıkış yolu var… O da AB’nin ilham almak için ABD’ye bakmayı bırakması ve halkları lehine özerk ve bağımsız politikalar izlemesi… Avrupa 1945’ten bu yana bunu başaramadı. Bundan sonra da yapması çok zor.

bercan tutar bariz

Bercan TUTAR – 24 Mayıs 2024

 

İngiltere Başbakanı Winston Churchill, 26 Aralık 1941’de ABD Kongresi’ndeki ilk konuşmasında Amerikalılardan ve İngilizlerden ‘aynı halkız’ diye bahsettiğinde ABD Başkanı Franklin Delano Roosevelt ona nazikçe Amerikalıların çoğunluğunun İngilizler dışında Alman ve İtalyanlardan da oluştuğunu hatırlattı. Hatta başka bir tarihi anekdotta Roosevelt’in Churchill ve Kraliçe Elizabeth’in olduğu bir toplantıda “Kuzeniz. Akrabayız. Fakat çıkarlarımız söz konusu olduğunda rakip oluruz” uyarısında bulunduğu da kaydedilir.

ABD’nin İngiltere’ye ve Avrupa’ya bu bakış açısı hâlâ değişmiş değil. Benzer şekilde Avrupa’nın da ABD’ye olan güveni hiçbir zaman kalıcı ol(a)madı. Müttefikliğe rağmen Atlantik’in iki yakasındaki aktörler sürekli rekabet halinde oldu. Bu rekabette ABD, 1945’ten bu yana avantajlı konumda olan aktör.

Avrupalılar her ne kadar Amerikalıları kültürsüz ve materyalist olmakla nitelese de ABD’nin siyasi, askeri ve ekonomik boyunduruğunda yaşamaya da mecburlar. Çok değil, bundan yedi yıl önce Eylül 2017’de Paris Sorbonne Üniversitesi’nin gösterişli ana konferans salonunda konuşan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron “Avrupa’nın özerkliğinden ve Avrupa ordusunun kurulması gerekliliğinden” bahsediyordu.

Şimdi ise Ukrayna ve diğer uluslararası krizlerde tamamen ABD’nin uydusu bir ülke lideri olarak hareket ediyor Macron. Oysa Soğuk Savaş sona erdiğinde Avrupa Birliği projesi en azından kısmen de olsa Avrupa’nın ABD’ye bağımlılığından kurtulma kurumu olmaya doğru evrilmişti.

Hatta Yugoslavya parçalandığında Avrupa liderliği şunu ilan etmişti… “Bu, Avrupa’nın rüştünü ispatlama anıdır…” Böylece bu krizde Amerikalılara ihtiyaçları olmadıklarını ilan ettiler.

Sonunda ABD Senatosu’ndaki Cumhuriyetçi lider Robert Dole, Avrupa’nın eski Yugoslavya’ya uyguladığı silah ambargosunun ikiyüzlülüğünden duyduğu tiksintiyi ifade etti.

Pratikte Rusya’nın Sırbistan’ı tepeden tırnağa silahlandırdığı ve Sırbistan’ı oluşturan diğer nispeten silahsız bölgelerin silahlandığı bir dönemde Avrupa Boşnaklara silah ambargosu uyguluyordu. Böylece Yugoslavya’nın daha doğrusu Boşnakların Sırplar tarafından etnik temizliğe tabi tutulmasının yolunu açtılar. Senatör Dole sonunda Kongre’ye, ABD Başkanı Bill Clinton’un Avrupa’nın geçirgen silah ambargosunu görmezden gelmesini; ABD’nin uçak gemilerine dayalı hava gücünü Sırp saldırganlığını caydırmak için kullanmasını talep eden bir kararı kabul ettirdi.

İlginçtir Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu dün aldığı kararla 1995’te Bosna-Hersek’in Srebrenitsa kentinde yaklaşık 8 bin Müslüman erkek ve çocuğun katledildiği 11 Temmuz’u, “Soykırımı Düşünme ve Anma Günü” ilan etti. Yani Bosna soykırımının ana nedenlerinden birinin de Avrupa ve ABD arasındaki reel-politik güç çekişmesi olduğu ortaya çıkıyor.

Avrupalılar bugün Ukrayna krizi üzerinden yeniden ABD’nin pençesine düştü. Donald Trump’ın 2016’da seçilmesiyle birlikte ABD’deki ‘Avrupa fobisi’ ile Avrupa’daki ‘ABD fobisi’ had safhaya ulaştı. Çünkü ABD, Afganistan ve Irak savaşlarındaki hezimetin faturasını ‘terör ile savaşta’ istediği randımanı almadığı Avrupa’ya kesmişti.

5 Kasım’daki seçimlerde Trump’ın ikinci kez seçilmesi Avrupa’nın kabusu olarak niteleniyor. Çünkü Trump ve çevresi Avrupa’yı hedonokrasinin pençeleri arasında kıvranan ahlaksız ve yozlaşmış bir Venüs Sistemi olarak algılıyor.

Avrupa’daki çaresizliği Macron üzerinden okumakta fayda var. Yedi yıl önce ABD hegemonyasına meydan okuyan Macron, bu yılın 25 Nisan’ında yine Sorbonne’daki aynı salonda bu kez belirgin bir şekilde farklı bir alt tonla konuştu… “Avrupa’mız ölümlüdür, ölebilir” diye uyaran Macron, o konuşmada The Economist’in 4 Mayıs tarihli sayısının manşeti olacak şu sözleri sarf etmişti: “Avrupa geride kalacak. Bunu şimdiden görmeye başladık.”

ABD’de kişi başına düşen GSYİH büyümesinin 1990’ların başından bu yana Avrupa’yı yüzde 30’un üzerinde geride bıraktığını söyleyen Macron eğer hiçbir şey değişmezse Avrupa Birliği’nin kolektif bir ‘yoksullaşma’yla karşı karşıya kalacağı konusunda da uyarıyor.

BU çerçeveden bakınca Avrupa özellikle jeo-politik bağlamda cenazesi ortada kalmış bir ölüye benziyor. Enerji açığı ve bağımlılığı büyüyor. Dijital olarak Silikon Vadisi’ne muhtaç. 2008’den bu yana ABD ekonomisini yeniden şekillendiren teknoloji destekli sermaye birikiminden mahrum kaldı. Avrupa’ya ABD tarafından dayatılan yeşil enerji politikası kıtanın endüstrisini ve ekonomisini çökertiyor. Yeşil teknoloji de bile dışa bağımlılar. Çin’in yeşil teknoloji desteği ve kritik mineralleri olmazsa fabrikalar çalışamayacak duruma düşecek.

Haliyle Macron’un da işaret ettiği gibi tablo vahim. Ancak Avrupa’nın bu krizden kurtulma şansı da çok az. Çünkü Macron dâhil şu anki Avrupalı siyaset sınıfı tamamen ABD güdümünde. Kendi halkları yerine ABD’nin ve küresel finans çevrelerinin, neo-liberal odakların ve yeşil emperyal projeleri savunan iklim lobisinin paralelinde bir siyaset izliyorlar. Bu da halklarına ve ülkelerine zarar veriyor. Bu açıdan baktığımızda yüz yüze kaldıkları sorunları yani sonuçları dile getiren Macron nedenlere ve çözümlere dair ise bir şey söyle(ye)miyor. Bu da Avrupa’nın jeo-politik ölümünden sonra ekonomik ve sosyal krizlerinin daha da derinleşeceğini gösteriyor. Zira herkes Avrupa’nın zor durumda olduğu konusunda hemfikir. Tek çıkış yolu var… O da AB’nin ilham almak için ABD’ye bakmayı bırakması ve halkları lehine özerk ve bağımsız politikalar izlemesi… Avrupa 1945’ten bu yana bunu başaramadı. Bundan sonra da yapması çok zor.