Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 29 Ocak 2009 tarihindeki ‘one minute” çıkışı ile hafızalara kazınan Davos Zirvesi’nin üzerinden 15 yıl geçti. Bu yılki zirve 15 Ocak’ta İsviçre’nin Davos kasabasında başladı. 20 Ocak’ta sona eren zirvenin teması “Güveni Yeniden İnşa Etmek” olarak belirlendi. Zirveye 50’den fazla devlet ve hükümet başkanı olmak üzere 2 bin 800 kişi katıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın talimatı gereği zirveye Türkiye’den bu yıl kimse katılmadı. Kamuoyunda ‘Davos’ olarak bilinen Dünya Ekonomik Forumu (WEF), merkezi İsviçre’nin Cenevre kentinde yer alan uluslararası bir vakıftır. Bu son zirveye kadar dünyanın en tanınmış iş insanları ve politikacılarını bir araya getiren ve en önemli küresel sorunların tartışıldığı konferansları ile tanınıyordu.
Bilerek ‘tanınıyordu’ dedik. Çünkü son zirve ile adeta cenazesi kaldırılan medeni bir ölüye dönüştü Davos Zirvesi. Batı medyasında zirve sonunda yapılan değerlendirmelerin ortak noktası da “Davos’a elveda ve geçmiş olsun!” şeklindeydi zaten.
Bir zamanlar geleceğin seçkinlerinin bir araya geldiği geniş çapta kabul edilen Dünya Ekonomik Forumu artık can sıkıntısına yol açan bir etkinliğe dönüştü. Yağan kara ve yapay zekâ enstalasyonuna rağmen bu yılki Davos hayli sönük geçti. Kendini beğenmiş kişilerin kokteyl partisini andıran Davos zirvesinin küresel siyaset üzerindeki etkisi neredeyse sıfırlanmış durumda.
Çünkü Davos’un öngördüğü birbirine bağlı ve Atlantik güdümündeki küresel dünya parçalanıyor. Çünkü dünyada yeni güçlerin yükselişine şahitlik ediyoruz. Yeni dünyanın ilk kurbanlarından biri de Davos oldu. Kuşku yok ki Davos, ABD’nin tek süper güç olduğu Francis Fukuyama’nın tarihin sonuna inandığı bir dünyanın simgesiydi.
Oysa küresel statüko her yanından sarsılıyor. Şu anki dünyanın tablosu Samuel Huntington’ın “Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması” kitabındaki kasvetli vizyona daha çok benziyor. Huntington, “Davos Adamı”nı ilk tanımlayan kişiydi ve onun ölümünü tahmin etmede de haklı çıkmış görünüyor. Hafızaları tazelemek için hatırlatalım ki ‘Davos Adamı’ terimi ilk olarak Harvard Üniversitesi profesörü Samuel Huntington tarafından, “uluslararası vizyon sahibi olan ve hükümetlerin esas görevini elitlerin küresel operasyonlarını kolaylaştırmak olarak gören” isimler için kullanılmıştı. Davos’un kurucusu Klaus Schwab, Davos Adamı benzetmesinin zengin ve güçlüleri karikatürize etmek için kullanılmadığını, bu kişilerin dünyayı daha iyi bir konuma getirmek için çalışan insanlar olduğunu söylemişti. Ancak farklı tanımlamaları olsa da ‘Davos Adamı’ küresel finansın ve Batılı emperyal merkezin ihtiyaçlarını esas alarak dünyayı şekillendirmeyi isteyen sermayedarlar ve temsilcileri olarak ifade ediliyor. Adrian Wooldridge gibi bir kesim de ‘Davos Adamları’nı ‘ilerici aristokrasi’nin temsilcileri diye tanımlıyordu.
Amerikan savaş endüstrisinin bir numaralı şirketi Lockheed Martin Corp’un finansmanıyla çıkan Politico dergisinde son zirvenin yarattığı hayal kırklığına ve zirvenin yerle bir olan imajına işaret edilen bir analizde çağdaş Davos kalabalığı ‘kulağa aptalca gelen akıllı bir grup’ olarak tanımlanıyor.
Küresel statükonun en etkili beşinci kol aygıtlarından Wall Street Journal’da Walter Russell Mead imzalı analizde ise “Davos adamının aşağılanması” dile getirilmiş. Küresel emperyalist sistemin bir numaralı kartel medyası Financial Times bile “Davos ekibindeki kibrin gözle görülür düzeyde olduğunu” kabul etmek zorunda kalıyor. Yani ABD liderliğindeki küresel statükonun en etkili ideolojik aygıtı konumundaki medya organları bile Davos’un hali pür melalini ortaya koymak zorunda kalmış. Batılı kartel medyası zirvenin eski ihtişamını ve cazibesini kaybettiğini teslim ediyor. Zirvenin küresel sistemi dizayn edici rolünün sona erdiğini ve son zirvenin Batılı palyaçoların katıldığı bir sirki andırdığını hayıflanarak da olsa itiraf ediyorlar.
Çünkü küresel ekonomi Batılı aktörlerin tekelinden çıkıyor. Batı’nın dayattığı yeşil emperyalist politikaları reddeden Çin, Batı’nın dayattığı yenilenebilir enerjiye yönelik zorunlu yürüyüşünün tersine kömürlü termik santrallerini inşa etmeyi sürdürüyor. Şu an Çin, ABD’den dört kat daha fazla pil üreten ve nadir toprak elementlerinden lityum, bakır ve kobalt gibi büyük konsantrasyonlar da dâhil olmak üzere kritik hammaddeleri kontrol ediyor.
Davos Adamları artık dünyanın her yerinde lanetleniyor. Çünkü başını Rusya, Çin ve Türkiye gibi revizyonist ülkelerin çektiği yeni küresel blok, Batı’yı her alanda zorluyor. Bunu gören küresel statükonun medya organları bile isyanda. Çünkü bugün, Emmanuel Macron gibi küreselci smoothie’ler yerine Erdoğan, Putin, Şi ve Trump gibi daha milli liderler öne çıkıyor.
2018 yılında Fransız Sarı Yeleklilerle başlayan isyan, metastaz yaparak diğer ülkelere de sıçradı. ABD’de eğitimli seçmenler ve azınlıklar bile, tüm önemli kusurlarına rağmen genel olarak halkın ruh haline uyum sağlayan Donald Trump’a karşı daha büyük bir yakınlık duyuyor.
Trump’ı savunanlar aptal değil. Davos Adamları’nın kitlelere kemer sıkma politikasını vaaz ettiğini, bu arada yatırım bankalarının daha yüksek karlar elde ettiğini ve özel jetler kullandığını fark ediyorlar. Davos’taki baskıcı elitlere karşı çıkmak artık Batı’da da bir furyaya dönüşmüş halde. Davos’ta yukarıdan aşağıya dünyaya dayatılan reçetelere sadece Küresel Güney değil artık Küresel Kuzey’deki Batılı halklar ve aydınlar da isyan ediyor.
Davos’taki zirveye Ukrayna ve Ortadoğu’daki savaşlarda hezimet yaşayan Batı dünyasının maruz kaldığı jeopolitik kasvet hâkimdi. Uluslararası Para Fonu (IMF) Genel Müdürü Kristalina Georgieva, bu siyasi atmosferi ünlü ekonomist John Maynard’dan alıntı yapıp “her şeyin tekrar düzeleceğine dair iyimserliği” hatırlatarak dağıtmaya çalıştı fakat başaramadı.
Davos Adamları’na ve Kadınları’na göre küresel statükoyu iki tehlike bekliyor. İlki Batı’daki şiddet içeren değişim yanlısı devrimci sol güçler. Buna devrimcilerin “ilerici kötümserliği” deniliyor. İkinci tehlike de ekonomik ve toplumsal hayatımızın dengesinde hiçbir deney yapma riskine girmememiz gerektiğini düşünen, değişim karşıtı muhafazakâr sağ güçler. Buna da muhafazakârların “gerici karamsarlığı” deniliyor.
Batı kendi içinde bu iki güç tarafından baskı altına alınmış halde. Oysa dünyanın kalanı için üçüncü bir seçenek hızla yükseliyor. O da yükselen yeni güçlerin iyimserliğidir. Batı’daki şiddete eğilimli solcu kötümserlerle riskten kaçınan sağcı kötümserlerin dünyaya bir alternatif olma şansları yok.
İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana “küresel düzene yönelik en büyük risk” denilen üçüncü şık yavaş yavaş güçleniyor. Batı dışındaki dünyanın liderliğini yaptığı yeni bir dönem başlıyor. Bunu kendileri de söylüyor. Örneğin ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan bile “yeni bir dönemin ilk yıllarındayız” diyerek küresel değişimi kabul etmek zorunda kalanlardan.
Hâsılı kelam Batı’nın ve Davos Adamları’nın tek belirleyici olduğu dönem kapanıyor. Dünya daha çoğul, daha katılımcı ve daha adil yeni bir geleceğe yelken açıyor.
Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 29 Ocak 2009 tarihindeki ‘one minute” çıkışı ile hafızalara kazınan Davos Zirvesi’nin üzerinden 15 yıl geçti. Bu yılki zirve 15 Ocak’ta İsviçre’nin Davos kasabasında başladı. 20 Ocak’ta sona eren zirvenin teması “Güveni Yeniden İnşa Etmek” olarak belirlendi. Zirveye 50’den fazla devlet ve hükümet başkanı olmak üzere 2 bin 800 kişi katıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın talimatı gereği zirveye Türkiye’den bu yıl kimse katılmadı. Kamuoyunda ‘Davos’ olarak bilinen Dünya Ekonomik Forumu (WEF), merkezi İsviçre’nin Cenevre kentinde yer alan uluslararası bir vakıftır. Bu son zirveye kadar dünyanın en tanınmış iş insanları ve politikacılarını bir araya getiren ve en önemli küresel sorunların tartışıldığı konferansları ile tanınıyordu.
Bilerek ‘tanınıyordu’ dedik. Çünkü son zirve ile adeta cenazesi kaldırılan medeni bir ölüye dönüştü Davos Zirvesi. Batı medyasında zirve sonunda yapılan değerlendirmelerin ortak noktası da “Davos’a elveda ve geçmiş olsun!” şeklindeydi zaten.
Bir zamanlar geleceğin seçkinlerinin bir araya geldiği geniş çapta kabul edilen Dünya Ekonomik Forumu artık can sıkıntısına yol açan bir etkinliğe dönüştü. Yağan kara ve yapay zekâ enstalasyonuna rağmen bu yılki Davos hayli sönük geçti. Kendini beğenmiş kişilerin kokteyl partisini andıran Davos zirvesinin küresel siyaset üzerindeki etkisi neredeyse sıfırlanmış durumda.
Çünkü Davos’un öngördüğü birbirine bağlı ve Atlantik güdümündeki küresel dünya parçalanıyor. Çünkü dünyada yeni güçlerin yükselişine şahitlik ediyoruz. Yeni dünyanın ilk kurbanlarından biri de Davos oldu. Kuşku yok ki Davos, ABD’nin tek süper güç olduğu Francis Fukuyama’nın tarihin sonuna inandığı bir dünyanın simgesiydi.
Oysa küresel statüko her yanından sarsılıyor. Şu anki dünyanın tablosu Samuel Huntington’ın “Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması” kitabındaki kasvetli vizyona daha çok benziyor. Huntington, “Davos Adamı”nı ilk tanımlayan kişiydi ve onun ölümünü tahmin etmede de haklı çıkmış görünüyor. Hafızaları tazelemek için hatırlatalım ki ‘Davos Adamı’ terimi ilk olarak Harvard Üniversitesi profesörü Samuel Huntington tarafından, “uluslararası vizyon sahibi olan ve hükümetlerin esas görevini elitlerin küresel operasyonlarını kolaylaştırmak olarak gören” isimler için kullanılmıştı. Davos’un kurucusu Klaus Schwab, Davos Adamı benzetmesinin zengin ve güçlüleri karikatürize etmek için kullanılmadığını, bu kişilerin dünyayı daha iyi bir konuma getirmek için çalışan insanlar olduğunu söylemişti. Ancak farklı tanımlamaları olsa da ‘Davos Adamı’ küresel finansın ve Batılı emperyal merkezin ihtiyaçlarını esas alarak dünyayı şekillendirmeyi isteyen sermayedarlar ve temsilcileri olarak ifade ediliyor. Adrian Wooldridge gibi bir kesim de ‘Davos Adamları’nı ‘ilerici aristokrasi’nin temsilcileri diye tanımlıyordu.
Amerikan savaş endüstrisinin bir numaralı şirketi Lockheed Martin Corp’un finansmanıyla çıkan Politico dergisinde son zirvenin yarattığı hayal kırklığına ve zirvenin yerle bir olan imajına işaret edilen bir analizde çağdaş Davos kalabalığı ‘kulağa aptalca gelen akıllı bir grup’ olarak tanımlanıyor.
Küresel statükonun en etkili beşinci kol aygıtlarından Wall Street Journal’da Walter Russell Mead imzalı analizde ise “Davos adamının aşağılanması” dile getirilmiş. Küresel emperyalist sistemin bir numaralı kartel medyası Financial Times bile “Davos ekibindeki kibrin gözle görülür düzeyde olduğunu” kabul etmek zorunda kalıyor. Yani ABD liderliğindeki küresel statükonun en etkili ideolojik aygıtı konumundaki medya organları bile Davos’un hali pür melalini ortaya koymak zorunda kalmış. Batılı kartel medyası zirvenin eski ihtişamını ve cazibesini kaybettiğini teslim ediyor. Zirvenin küresel sistemi dizayn edici rolünün sona erdiğini ve son zirvenin Batılı palyaçoların katıldığı bir sirki andırdığını hayıflanarak da olsa itiraf ediyorlar.
Çünkü küresel ekonomi Batılı aktörlerin tekelinden çıkıyor. Batı’nın dayattığı yeşil emperyalist politikaları reddeden Çin, Batı’nın dayattığı yenilenebilir enerjiye yönelik zorunlu yürüyüşünün tersine kömürlü termik santrallerini inşa etmeyi sürdürüyor. Şu an Çin, ABD’den dört kat daha fazla pil üreten ve nadir toprak elementlerinden lityum, bakır ve kobalt gibi büyük konsantrasyonlar da dâhil olmak üzere kritik hammaddeleri kontrol ediyor.
Davos Adamları artık dünyanın her yerinde lanetleniyor. Çünkü başını Rusya, Çin ve Türkiye gibi revizyonist ülkelerin çektiği yeni küresel blok, Batı’yı her alanda zorluyor. Bunu gören küresel statükonun medya organları bile isyanda. Çünkü bugün, Emmanuel Macron gibi küreselci smoothie’ler yerine Erdoğan, Putin, Şi ve Trump gibi daha milli liderler öne çıkıyor.
2018 yılında Fransız Sarı Yeleklilerle başlayan isyan, metastaz yaparak diğer ülkelere de sıçradı. ABD’de eğitimli seçmenler ve azınlıklar bile, tüm önemli kusurlarına rağmen genel olarak halkın ruh haline uyum sağlayan Donald Trump’a karşı daha büyük bir yakınlık duyuyor.
Trump’ı savunanlar aptal değil. Davos Adamları’nın kitlelere kemer sıkma politikasını vaaz ettiğini, bu arada yatırım bankalarının daha yüksek karlar elde ettiğini ve özel jetler kullandığını fark ediyorlar. Davos’taki baskıcı elitlere karşı çıkmak artık Batı’da da bir furyaya dönüşmüş halde. Davos’ta yukarıdan aşağıya dünyaya dayatılan reçetelere sadece Küresel Güney değil artık Küresel Kuzey’deki Batılı halklar ve aydınlar da isyan ediyor.
Davos’taki zirveye Ukrayna ve Ortadoğu’daki savaşlarda hezimet yaşayan Batı dünyasının maruz kaldığı jeopolitik kasvet hâkimdi. Uluslararası Para Fonu (IMF) Genel Müdürü Kristalina Georgieva, bu siyasi atmosferi ünlü ekonomist John Maynard’dan alıntı yapıp “her şeyin tekrar düzeleceğine dair iyimserliği” hatırlatarak dağıtmaya çalıştı fakat başaramadı.
Davos Adamları’na ve Kadınları’na göre küresel statükoyu iki tehlike bekliyor. İlki Batı’daki şiddet içeren değişim yanlısı devrimci sol güçler. Buna devrimcilerin “ilerici kötümserliği” deniliyor. İkinci tehlike de ekonomik ve toplumsal hayatımızın dengesinde hiçbir deney yapma riskine girmememiz gerektiğini düşünen, değişim karşıtı muhafazakâr sağ güçler. Buna da muhafazakârların “gerici karamsarlığı” deniliyor.
Batı kendi içinde bu iki güç tarafından baskı altına alınmış halde. Oysa dünyanın kalanı için üçüncü bir seçenek hızla yükseliyor. O da yükselen yeni güçlerin iyimserliğidir. Batı’daki şiddete eğilimli solcu kötümserlerle riskten kaçınan sağcı kötümserlerin dünyaya bir alternatif olma şansları yok.
İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana “küresel düzene yönelik en büyük risk” denilen üçüncü şık yavaş yavaş güçleniyor. Batı dışındaki dünyanın liderliğini yaptığı yeni bir dönem başlıyor. Bunu kendileri de söylüyor. Örneğin ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan bile “yeni bir dönemin ilk yıllarındayız” diyerek küresel değişimi kabul etmek zorunda kalanlardan.
Hâsılı kelam Batı’nın ve Davos Adamları’nın tek belirleyici olduğu dönem kapanıyor. Dünya daha çoğul, daha katılımcı ve daha adil yeni bir geleceğe yelken açıyor.