Beş küresel döngü – Dünyanın gidişatı ve insanlığın geleceği köklü biçimde değişiyor…

Bercan TUTAR – 01 Mart 2024

 

Küresel jeo-politikada mega döngülerin yaşandığı kritik bir süreçten geçiyor dünyamız. Stratejik liderlik, global değişim ve ekonomi-politik konularındaki çalışmalarıyla tanınan Rus profesör Kai-Alexander Schlevogt, dünyanın içinden geçtiği kritik sürecin rotası ve varacağı menzil ile ilgili dikkat çekici öngörülerde bulunuyor. Bu bağlamda, uluslararası ilişkilerde köklü değişimlere yol açabilecek beş küresel süper eğilimden bahsediyor. Schlevogt’un Pusulası olarak nitelenen bu trendlerin de gösterdiği gibi eski dünya yerini yeni bir düzene bırakıyor. Neredeyse bütün uzmanların parça parça dile getirdiği dönüştürücü faktörleri Rus profesör derli toplu şekilde kendi varsayımlarını da ekleyerek dile getirmiş. Burada jeo-politikçiler daha çok bahsedilen değişimlerin hangi itici güçleri yakın, orta ve uzun vadede harekete geçirip küresel tabloyu nasıl şekillendireceğine odaklanıyor.

1) İlk mega dönüşümün yaşandığı alan liberal demokrasilerdeki erozyon olarak tanımlanıyor. Özellikle içinde olduğumuz 2024 yılında dünya nüfusunun yarısından fazlası sandık başına gidecek. Gezegen genelinde 70’ten fazla ülkede seçim seli yaşanacak. Ancak liberal demokrasi ile yönetilen ve çoğu Batılı olan ülkelerin küresel ekonomideki payları azalıyor. Ekonomik krizleri iyi yönetemeyen beceriksiz veya rantçı liberal devletlerde halkın demokratik sisteme olan inancı zayıflıyor. İnsanlar seçim sonuçlarından şüphe duymaya başlıyor. Bu da demokrasi ve seçim rantından gelir elde eden kesimlerin yetki transferini eskisinden daha fazla zorlaştırıyor. Veya seçimler yapılsa bile halkın en az yarısı sonuçları meşru görmüyor. Örneğin 2020’deki ABD başkanlık seçimleri. Donald Trump ve taraftarları sonuçları tanımadı ve seçimleri gayrı meşru ilan ettiler. Demokrasinin sorgulanır hale gelmesi özellikle seçilenlerin meşruiyeti ile gücün seçimlerle transferini sorunlu hale getiriyor. Bu da ekonomik, sosyal, dini, etnik veya kültürel krizlerin siyasi krizlere ve kaosa dönüşme olasılığını daha da tırmandırıyor. Özetle Schlevogt’un da işaret ettiği gibi bu tablo orta vadede sözde liberal akımlara karşı toplumsal direncin aratacağını gösteriyor. Toplumun çoğunluğu azınlıkların veya gücü eline geçiren siyasi sınıfların yarı diktatörlüğünü ve toplumsal mühendislik faaliyetlerini reddedecektir. Bunun bir örneği, geleneksel aileyi zayıflatan ve dolayısıyla toplumun sarsılmasına neden olan LGBT gibi iyi organize edilmiş hareketlere ve sokak hayvanlarının terörüne karşı halkın verdiği tepkilerin siyasi mücadeleye dönüşmesidir.

Giderek daha fazla insan diğer şeylerin yanı sıra et tüketimini, giyimi, hareketliliği ve enerji kullanımını kısıtlamaya yönelik totaliter planlara tepki gösterecek ve aşırı iklim koruma önlemlerine karşı çıkacak.

2) İkinci küresel eğilim kendini göçlere, mültecilere ve çok kültürlülüğe karşı mücadelede gösteriyor. İncil’deki Babil öyküsüne göre tüm insanlar başlangıçta birleşmiş ve tek bir ortak dil konuşuyorlardı. Tek tipçi ve totaliter siyasi anlayışla Babil Kulesi’ni inşa eden insanları Tanrı dillerini karıştırarak ve dünyanın her yerine dağıtarak cezalandırdı. En azından orta vadede tarih öncesi çağlardan bu yana farklı etnik grupların dağılması ve karışması devam edecek. Çünkü net göç, yani göç ile göç arasındaki fark, birçok yerde yüksek seviyelerde kalacak.

Bu da başta Avrupa ve ABD başta olmak üzere birçok ülkenin demografik yapısını kökten dönüştürecek. Örneğin Avrupa’nın en büyük ekonomisi olan Almanya’da net göç 2021’den bu yana dört katına çıktı. Yalnızca 2022 yılında 2,7 milyon yabancı, bir zamanlar şairlerin ve düşünürlerin ülkesi olarak bilinen bölgeye göç etti. Türkiye de artık dünyanın en çok göç alan ülkelerinden biri.

Haliyle iyi yönetilmeyen göç politikası toplumsal tepkilere yol açabiliyor. Bu nedenle hükümetler gerçekleri halkla paylaşmıyor. Pek çok Batılı hükümet seçmenlerine göçle ilgili aldatıcı bir paket sunuyor. Daha fazla milliyetçi insanı tatmin etmek için sığınmacılara karşı gösterişli sınır dışı etme gösterileri yapılıyor. Fakat bu hükümetler aynı zamanda aynı zamanda işletmelerin açıkça talep ettiği çok sayıda ekonomik göçmeni yani ucuz işgücünü sümen altı ediyor.

Göç dalgasını iyi organize edilememesi toplumu parçalayıp ve kimlik kaybına yol açabilir. Dolayısıyla kolektif gücün temel kaynağı olan ulusal birliği zayıflatan düzensiz veya düzenli göç dalgaları halkın çok kültürlülüğe karşı tepkisini daha körükleyecektir. Bu tepki de siyasi krizleri tetikleyecektir.

3) Üçüncü küresel döngü ulusal borç stoklarının artışı ve rezervlerdeki azalmadır. Bu eğilimin en büyük nedeni de seçimlerdir. Zira seçim yıllarında hükümetler yeniden seçilme şanslarını artırmak için borçla finanse edilen harcamaları artırırlar. Popülist hükümetler 2024’te iktidara gelir ve müşterilerini daha yüksek, fonlanmayan harcamalarla memnun etmeye çalışırsa dünya çapındaki küresel borç eğilimi tavan yapabilir.

Borç, mali sorunları gelecek nesillere aktarmanın uygun ama etik olmayan bir yoludur. Borçtaki artış uzun vadeli faiz oranlarını yükseltir. Artan borçlanma maliyetleri yükseltir, yatırımları azaltır, sonuç olarak ekonomik refahı daraltarak büyümeyi olumsuz engeller ve borç tuzağını tetikler.

IMF tahminine göre 31 trilyon dolar borcu olan ABD’de faiz ödemeleri 2022’de GSYİH’nın yüzde 3’ünün altında bir seviyeden 2028’de yüzde 4,5’e çıkacak. Artan borç seviyesi sadece süper güç için olumsuz sonuçlar doğurmayacak, aynı zamanda tüm dünyayı da istikrarsızlaştıracak. Çünkü diğer ülkeler de genellikle kendisini dünya lideri olarak konumlandıran ABD’nin kötü örneğini takip edip borç tuzağına düşecekler.

4) Dördüncü küresel eğilim çok merkezli ve kutuplu bir dünyanın ayak seslerinin daha da gür duyulmasıdır. Dünyanın siyasi, ekonomik ve kültürel ağırlık merkezi giderek doğuya kayıyor. Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından ABD, dünyada kalan tek süper güç olarak egemen, ayrıcalıklı ve vazgeçilemeyen konumunu sürdürdü. Ancak yeni küresel güç merkezlerinin ortaya çıkması ve dolayısıyla çok merkezli bir dünya düzeninin oluşması yönündeki eğilim, özellikle Çin’in ekonomik yükselişi ve Rusya’nın Ukrayna savaşından bu yana yana hızlandı. İsrail’in 27 Ekim 2023’te giriştiği Gazze’deki barbar soykırım saldırıları da küresel kamuoyunda yeni, adil ve özgür bir dünya arayışını had safhaya ulaştırdı. Bu çerçevede Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’dan oluşan BRICS’in 2023’teki genişlemesi çok merkezli bir dünyaya doğru hızlanan eğilimin en önemli jeo-politik göstergelerinden biridir.

BRICS, ABD merkezli hâkimiyet modelinin aksine, bağımsız ulus devletlerin gönüllü işbirliğine dayanıyor. Dolayısıyla BRICS’teki işbirliği, örneğin NATO veya Avrupa Birliği’ndekinin aksine ulusal egemenlik pahasına satın alınmıyor.

Yeni çok merkezli dünya düzeninin ortaya çıkmasıyla birlikte Dolar’ın dünya rezerv para birimi olarak hâkim konumu da giderek zayıflayacaktır. Ancak bana göre bu laik eğilim birçok analistin beklediğinden daha yavaş bir hızda gerçekleşecek. Bu kısmen ABD sermaye piyasalarının son derece önemli küresel öneminden kaynaklanmaktadır.

5) Beşinci ve en kritik trend Çin’in yükselişi ve bu yükselişe karşı ABD ve Avrupa’nın devreye soktuğu önlemlerim bumerang etkisi yaratarak Batı’ya zarar vermesidir. Reform ve dışa açılma politikasının başladığı 1978 yılından bu yana Çin, gelişmekte olan bir ülke konumundan dünyanın ikinci büyük ekonomik gücü konumuna yükseldi ve devasa askeri potansiyele sahip bir devlet haline geldi. Ambargolara ve teknolojik saldırılara rağmen Çin küresel ekonomideki ve yüksek teknolojideki endüstriyel yükselişini sürdürüyor.

Hâsılı kelam küresel çaptaki jeo-politik değişim kaçınılmaz görünüyor. Değişimin kaosa yol açmaması için bu kritik sürecin iyi yönetilmesi gerekiyor. Fakat hem değerler, kuşaklar ve sınıflar arasındaki çatışmalar hem de Batı içindeki güç merkezlerinin mücadelesi ile Batı ve Batı dışındaki dünyanın rekabeti bize küresel, ulusal ve toplumsal dönüşümlerin çok sancılı geçeceğine işaret ediyor. Esvap değiştirmeye başlayan dünyanın gidişatı bize bunu gösteriyor.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

bercan tutar banner

Bercan TUTAR – 01 Mart 2024

 

Küresel jeo-politikada mega döngülerin yaşandığı kritik bir süreçten geçiyor dünyamız. Stratejik liderlik, global değişim ve ekonomi-politik konularındaki çalışmalarıyla tanınan Rus profesör Kai-Alexander Schlevogt, dünyanın içinden geçtiği kritik sürecin rotası ve varacağı menzil ile ilgili dikkat çekici öngörülerde bulunuyor. Bu bağlamda, uluslararası ilişkilerde köklü değişimlere yol açabilecek beş küresel süper eğilimden bahsediyor. Schlevogt’un Pusulası olarak nitelenen bu trendlerin de gösterdiği gibi eski dünya yerini yeni bir düzene bırakıyor. Neredeyse bütün uzmanların parça parça dile getirdiği dönüştürücü faktörleri Rus profesör derli toplu şekilde kendi varsayımlarını da ekleyerek dile getirmiş. Burada jeo-politikçiler daha çok bahsedilen değişimlerin hangi itici güçleri yakın, orta ve uzun vadede harekete geçirip küresel tabloyu nasıl şekillendireceğine odaklanıyor.

1) İlk mega dönüşümün yaşandığı alan liberal demokrasilerdeki erozyon olarak tanımlanıyor. Özellikle içinde olduğumuz 2024 yılında dünya nüfusunun yarısından fazlası sandık başına gidecek. Gezegen genelinde 70’ten fazla ülkede seçim seli yaşanacak. Ancak liberal demokrasi ile yönetilen ve çoğu Batılı olan ülkelerin küresel ekonomideki payları azalıyor. Ekonomik krizleri iyi yönetemeyen beceriksiz veya rantçı liberal devletlerde halkın demokratik sisteme olan inancı zayıflıyor. İnsanlar seçim sonuçlarından şüphe duymaya başlıyor. Bu da demokrasi ve seçim rantından gelir elde eden kesimlerin yetki transferini eskisinden daha fazla zorlaştırıyor. Veya seçimler yapılsa bile halkın en az yarısı sonuçları meşru görmüyor. Örneğin 2020’deki ABD başkanlık seçimleri. Donald Trump ve taraftarları sonuçları tanımadı ve seçimleri gayrı meşru ilan ettiler. Demokrasinin sorgulanır hale gelmesi özellikle seçilenlerin meşruiyeti ile gücün seçimlerle transferini sorunlu hale getiriyor. Bu da ekonomik, sosyal, dini, etnik veya kültürel krizlerin siyasi krizlere ve kaosa dönüşme olasılığını daha da tırmandırıyor. Özetle Schlevogt’un da işaret ettiği gibi bu tablo orta vadede sözde liberal akımlara karşı toplumsal direncin aratacağını gösteriyor. Toplumun çoğunluğu azınlıkların veya gücü eline geçiren siyasi sınıfların yarı diktatörlüğünü ve toplumsal mühendislik faaliyetlerini reddedecektir. Bunun bir örneği, geleneksel aileyi zayıflatan ve dolayısıyla toplumun sarsılmasına neden olan LGBT gibi iyi organize edilmiş hareketlere ve sokak hayvanlarının terörüne karşı halkın verdiği tepkilerin siyasi mücadeleye dönüşmesidir.

Giderek daha fazla insan diğer şeylerin yanı sıra et tüketimini, giyimi, hareketliliği ve enerji kullanımını kısıtlamaya yönelik totaliter planlara tepki gösterecek ve aşırı iklim koruma önlemlerine karşı çıkacak.

2) İkinci küresel eğilim kendini göçlere, mültecilere ve çok kültürlülüğe karşı mücadelede gösteriyor. İncil’deki Babil öyküsüne göre tüm insanlar başlangıçta birleşmiş ve tek bir ortak dil konuşuyorlardı. Tek tipçi ve totaliter siyasi anlayışla Babil Kulesi’ni inşa eden insanları Tanrı dillerini karıştırarak ve dünyanın her yerine dağıtarak cezalandırdı. En azından orta vadede tarih öncesi çağlardan bu yana farklı etnik grupların dağılması ve karışması devam edecek. Çünkü net göç, yani göç ile göç arasındaki fark, birçok yerde yüksek seviyelerde kalacak.

Bu da başta Avrupa ve ABD başta olmak üzere birçok ülkenin demografik yapısını kökten dönüştürecek. Örneğin Avrupa’nın en büyük ekonomisi olan Almanya’da net göç 2021’den bu yana dört katına çıktı. Yalnızca 2022 yılında 2,7 milyon yabancı, bir zamanlar şairlerin ve düşünürlerin ülkesi olarak bilinen bölgeye göç etti. Türkiye de artık dünyanın en çok göç alan ülkelerinden biri.

Haliyle iyi yönetilmeyen göç politikası toplumsal tepkilere yol açabiliyor. Bu nedenle hükümetler gerçekleri halkla paylaşmıyor. Pek çok Batılı hükümet seçmenlerine göçle ilgili aldatıcı bir paket sunuyor. Daha fazla milliyetçi insanı tatmin etmek için sığınmacılara karşı gösterişli sınır dışı etme gösterileri yapılıyor. Fakat bu hükümetler aynı zamanda aynı zamanda işletmelerin açıkça talep ettiği çok sayıda ekonomik göçmeni yani ucuz işgücünü sümen altı ediyor.

Göç dalgasını iyi organize edilememesi toplumu parçalayıp ve kimlik kaybına yol açabilir. Dolayısıyla kolektif gücün temel kaynağı olan ulusal birliği zayıflatan düzensiz veya düzenli göç dalgaları halkın çok kültürlülüğe karşı tepkisini daha körükleyecektir. Bu tepki de siyasi krizleri tetikleyecektir.

3) Üçüncü küresel döngü ulusal borç stoklarının artışı ve rezervlerdeki azalmadır. Bu eğilimin en büyük nedeni de seçimlerdir. Zira seçim yıllarında hükümetler yeniden seçilme şanslarını artırmak için borçla finanse edilen harcamaları artırırlar. Popülist hükümetler 2024’te iktidara gelir ve müşterilerini daha yüksek, fonlanmayan harcamalarla memnun etmeye çalışırsa dünya çapındaki küresel borç eğilimi tavan yapabilir.

Borç, mali sorunları gelecek nesillere aktarmanın uygun ama etik olmayan bir yoludur. Borçtaki artış uzun vadeli faiz oranlarını yükseltir. Artan borçlanma maliyetleri yükseltir, yatırımları azaltır, sonuç olarak ekonomik refahı daraltarak büyümeyi olumsuz engeller ve borç tuzağını tetikler.

IMF tahminine göre 31 trilyon dolar borcu olan ABD’de faiz ödemeleri 2022’de GSYİH’nın yüzde 3’ünün altında bir seviyeden 2028’de yüzde 4,5’e çıkacak. Artan borç seviyesi sadece süper güç için olumsuz sonuçlar doğurmayacak, aynı zamanda tüm dünyayı da istikrarsızlaştıracak. Çünkü diğer ülkeler de genellikle kendisini dünya lideri olarak konumlandıran ABD’nin kötü örneğini takip edip borç tuzağına düşecekler.

4) Dördüncü küresel eğilim çok merkezli ve kutuplu bir dünyanın ayak seslerinin daha da gür duyulmasıdır. Dünyanın siyasi, ekonomik ve kültürel ağırlık merkezi giderek doğuya kayıyor. Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından ABD, dünyada kalan tek süper güç olarak egemen, ayrıcalıklı ve vazgeçilemeyen konumunu sürdürdü. Ancak yeni küresel güç merkezlerinin ortaya çıkması ve dolayısıyla çok merkezli bir dünya düzeninin oluşması yönündeki eğilim, özellikle Çin’in ekonomik yükselişi ve Rusya’nın Ukrayna savaşından bu yana yana hızlandı. İsrail’in 27 Ekim 2023’te giriştiği Gazze’deki barbar soykırım saldırıları da küresel kamuoyunda yeni, adil ve özgür bir dünya arayışını had safhaya ulaştırdı. Bu çerçevede Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’dan oluşan BRICS’in 2023’teki genişlemesi çok merkezli bir dünyaya doğru hızlanan eğilimin en önemli jeo-politik göstergelerinden biridir.

BRICS, ABD merkezli hâkimiyet modelinin aksine, bağımsız ulus devletlerin gönüllü işbirliğine dayanıyor. Dolayısıyla BRICS’teki işbirliği, örneğin NATO veya Avrupa Birliği’ndekinin aksine ulusal egemenlik pahasına satın alınmıyor.

Yeni çok merkezli dünya düzeninin ortaya çıkmasıyla birlikte Dolar’ın dünya rezerv para birimi olarak hâkim konumu da giderek zayıflayacaktır. Ancak bana göre bu laik eğilim birçok analistin beklediğinden daha yavaş bir hızda gerçekleşecek. Bu kısmen ABD sermaye piyasalarının son derece önemli küresel öneminden kaynaklanmaktadır.

5) Beşinci ve en kritik trend Çin’in yükselişi ve bu yükselişe karşı ABD ve Avrupa’nın devreye soktuğu önlemlerim bumerang etkisi yaratarak Batı’ya zarar vermesidir. Reform ve dışa açılma politikasının başladığı 1978 yılından bu yana Çin, gelişmekte olan bir ülke konumundan dünyanın ikinci büyük ekonomik gücü konumuna yükseldi ve devasa askeri potansiyele sahip bir devlet haline geldi. Ambargolara ve teknolojik saldırılara rağmen Çin küresel ekonomideki ve yüksek teknolojideki endüstriyel yükselişini sürdürüyor.

Hâsılı kelam küresel çaptaki jeo-politik değişim kaçınılmaz görünüyor. Değişimin kaosa yol açmaması için bu kritik sürecin iyi yönetilmesi gerekiyor. Fakat hem değerler, kuşaklar ve sınıflar arasındaki çatışmalar hem de Batı içindeki güç merkezlerinin mücadelesi ile Batı ve Batı dışındaki dünyanın rekabeti bize küresel, ulusal ve toplumsal dönüşümlerin çok sancılı geçeceğine işaret ediyor. Esvap değiştirmeye başlayan dünyanın gidişatı bize bunu gösteriyor.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.