Terapi odasında sıkça duyduğum sorulardan bazıları: “Ne kadar zamanda düzelirim” ya da “Düzelmem için kaç seans yapmamız gerekiyor” veya “Düzelir miyim gerçekten”. İlk olarak altını çizmek isterim ki, terapinin hedefi insanları düzeltmek değildir.
Terapi, insana düzeltilmesi gereken ya da bozuk olan bir nesne gibi yaklaşmaz. Kimi zaman hayatta yolunda gitmeyen şeyler olduğunda, ağır bir kayıpla baş başa kaldığımızda, düşündüklerimiz ile eylemlerimiz arasındaki uçurum açıldığında, bize zarar verdiğini bilsek bile bazı davranışlardan vazgeçemememiz, kendimizi sıkışmış ya da kaybolmuş hissettiğimiz vakitlerde ortaya çıkan kimi duygu, düşünce ya da davranışlar bizi o odaya getirir.
Çoğu zaman semptomlardır bizi terapi odasına getiren ama biz semptomları değiştirmeyiz, semptomların ardındaki karşılanmayan ihtiyaçlarımızla yeniden ve başka yollarla temas kurmayı deneriz. Bizi odaya getiren semptomlar olsa bile iyileşen onlar değil bizizdir aslında. Terapi bizi düzelten değil iyileştiren bir zaman ve zemine sahip olmaktır aslında.
Camide dua ettikten sonra kapıda cami hocasını bekleyip “Ben demin dua ettim de kaç gibi kabul olur” sorusunu soran sabırsız kişinin videosunu belki siz de izlemiş olabilirsiniz. Duaların hemen kabulünü dilediğimiz gibi iyileşmenin de hemen olmasını istiyor olabiliriz. Lakin özümüzden kopuş nasıl bir anda olmadıysa özümüzle yeniden bağlantı kurmakta hemen gerçekleşmeyebilir. Bunun için bir takvim, bir güvence aramak kendilik yolculuğumuza da modern yaşamın hızını bulaştırmaya benzer neredeyse.
Eski zamanlara nispetle her şeyin hızlı ve kolay ulaşılabilir olduğu bu dönemde aynı şey terapinin iyileştirici niteliğinden de talep edilir lakin terapinin vaat ettiği bu değildir. Aksine yerinden edilmiş birçok ihtiyacımızın asıl yerlerine dönüşüne hizmet edebilecek olan terapi aceleciliğimize de sükûnetiyle yanıt verir. Bazen bu sükûnet işitilmediğinde “Ben terapiye gittim ama hiçbir işe yaramadı” cümlesiyle karşılaşırız. Terapinin sayısından bağımsız olarak hangi ihtiyaçlarla o odaya geldiğimiz önemlidir. Dışardaki dünyanın hengamesi içinde sesini gitgide işitemediğimiz otantik iç sesimizi tekrar duyabilmek için aceleden çok sabra ihtiyacımız vardır.
Sabır sadece yüreği genişletmez, zamanı da genişletir. Asra yemin edilmesinin hürmetine geçip giden zamana daha dikkatli bakmayı deneyebilirsek belki sabır ve zaman ilişkisini de daha yakından görebiliriz. Lao Tzu “Önce ve sonra aynı yere birlikte varır” der. Sabır önce ve sonradan ötede bir düzleme davet eder insanı. “Ne zaman” diyerek vakti zorlamak vaktini bekleyen ve henüz gelmemiş olan şeylere karşı bizi körleştirebilir. Vakte hürmet ederek onu kuşanmak ise içimizdeki “Hemen istiyorum, hepsini istiyorum” diyen o sesi işitmemiz ve arkasındaki ihtiyacı görmemizle mümkün olabilir belki.
Henüz olmamış şeylerin hiç olmayacağına dair içimizdeki hızlı yargı yerine Rilke’nin şu satırlarına yeniden bakabiliriz. Erken yaşlarımdan bu yana baş ucumdan ayırmadığım kitaplardan biri olan Genç Bir Şaire Mektuplar eserinde altını çizdiğim o müthiş satırları sizinle de paylaşmak isterim:
“Kalbinde çözülmeden kalan her şey için sabırlı ol. Soruların kendisini sevmeye çalış; kilitli odalar veya yabancı lisanlarda yazılmış kitaplar gibi. Cevapları şimdi arama, şu anda cevaplar sana verilmez; çünkü sen henüz onlarla yaşayamazsın. Bu, her şeyi yaşama meselesidir. Şu anda soruyu yaşaman gerekiyor. Belki daha ileride, farkına bile varmadan, günün birinde kendini cevabı yaşarken bulacaksın.”
Terapi odasında sıkça duyduğum sorulardan bazıları: “Ne kadar zamanda düzelirim” ya da “Düzelmem için kaç seans yapmamız gerekiyor” veya “Düzelir miyim gerçekten”. İlk olarak altını çizmek isterim ki, terapinin hedefi insanları düzeltmek değildir.
Terapi, insana düzeltilmesi gereken ya da bozuk olan bir nesne gibi yaklaşmaz. Kimi zaman hayatta yolunda gitmeyen şeyler olduğunda, ağır bir kayıpla baş başa kaldığımızda, düşündüklerimiz ile eylemlerimiz arasındaki uçurum açıldığında, bize zarar verdiğini bilsek bile bazı davranışlardan vazgeçemememiz, kendimizi sıkışmış ya da kaybolmuş hissettiğimiz vakitlerde ortaya çıkan kimi duygu, düşünce ya da davranışlar bizi o odaya getirir.
Çoğu zaman semptomlardır bizi terapi odasına getiren ama biz semptomları değiştirmeyiz, semptomların ardındaki karşılanmayan ihtiyaçlarımızla yeniden ve başka yollarla temas kurmayı deneriz. Bizi odaya getiren semptomlar olsa bile iyileşen onlar değil bizizdir aslında. Terapi bizi düzelten değil iyileştiren bir zaman ve zemine sahip olmaktır aslında.
Camide dua ettikten sonra kapıda cami hocasını bekleyip “Ben demin dua ettim de kaç gibi kabul olur” sorusunu soran sabırsız kişinin videosunu belki siz de izlemiş olabilirsiniz. Duaların hemen kabulünü dilediğimiz gibi iyileşmenin de hemen olmasını istiyor olabiliriz. Lakin özümüzden kopuş nasıl bir anda olmadıysa özümüzle yeniden bağlantı kurmakta hemen gerçekleşmeyebilir. Bunun için bir takvim, bir güvence aramak kendilik yolculuğumuza da modern yaşamın hızını bulaştırmaya benzer neredeyse.
Eski zamanlara nispetle her şeyin hızlı ve kolay ulaşılabilir olduğu bu dönemde aynı şey terapinin iyileştirici niteliğinden de talep edilir lakin terapinin vaat ettiği bu değildir. Aksine yerinden edilmiş birçok ihtiyacımızın asıl yerlerine dönüşüne hizmet edebilecek olan terapi aceleciliğimize de sükûnetiyle yanıt verir. Bazen bu sükûnet işitilmediğinde “Ben terapiye gittim ama hiçbir işe yaramadı” cümlesiyle karşılaşırız. Terapinin sayısından bağımsız olarak hangi ihtiyaçlarla o odaya geldiğimiz önemlidir. Dışardaki dünyanın hengamesi içinde sesini gitgide işitemediğimiz otantik iç sesimizi tekrar duyabilmek için aceleden çok sabra ihtiyacımız vardır.
Sabır sadece yüreği genişletmez, zamanı da genişletir. Asra yemin edilmesinin hürmetine geçip giden zamana daha dikkatli bakmayı deneyebilirsek belki sabır ve zaman ilişkisini de daha yakından görebiliriz. Lao Tzu “Önce ve sonra aynı yere birlikte varır” der. Sabır önce ve sonradan ötede bir düzleme davet eder insanı. “Ne zaman” diyerek vakti zorlamak vaktini bekleyen ve henüz gelmemiş olan şeylere karşı bizi körleştirebilir. Vakte hürmet ederek onu kuşanmak ise içimizdeki “Hemen istiyorum, hepsini istiyorum” diyen o sesi işitmemiz ve arkasındaki ihtiyacı görmemizle mümkün olabilir belki.
Henüz olmamış şeylerin hiç olmayacağına dair içimizdeki hızlı yargı yerine Rilke’nin şu satırlarına yeniden bakabiliriz. Erken yaşlarımdan bu yana baş ucumdan ayırmadığım kitaplardan biri olan Genç Bir Şaire Mektuplar eserinde altını çizdiğim o müthiş satırları sizinle de paylaşmak isterim:
“Kalbinde çözülmeden kalan her şey için sabırlı ol. Soruların kendisini sevmeye çalış; kilitli odalar veya yabancı lisanlarda yazılmış kitaplar gibi. Cevapları şimdi arama, şu anda cevaplar sana verilmez; çünkü sen henüz onlarla yaşayamazsın. Bu, her şeyi yaşama meselesidir. Şu anda soruyu yaşaman gerekiyor. Belki daha ileride, farkına bile varmadan, günün birinde kendini cevabı yaşarken bulacaksın.”
Terapi odasında sıkça duyduğum sorulardan bazıları: “Ne kadar zamanda düzelirim” ya da “Düzelmem için kaç seans yapmamız gerekiyor” veya “Düzelir miyim gerçekten”. İlk olarak altını çizmek isterim ki, terapinin hedefi insanları düzeltmek değildir.
Terapi, insana düzeltilmesi gereken ya da bozuk olan bir nesne gibi yaklaşmaz. Kimi zaman hayatta yolunda gitmeyen şeyler olduğunda, ağır bir kayıpla baş başa kaldığımızda, düşündüklerimiz ile eylemlerimiz arasındaki uçurum açıldığında, bize zarar verdiğini bilsek bile bazı davranışlardan vazgeçemememiz, kendimizi sıkışmış ya da kaybolmuş hissettiğimiz vakitlerde ortaya çıkan kimi duygu, düşünce ya da davranışlar bizi o odaya getirir.
Çoğu zaman semptomlardır bizi terapi odasına getiren ama biz semptomları değiştirmeyiz, semptomların ardındaki karşılanmayan ihtiyaçlarımızla yeniden ve başka yollarla temas kurmayı deneriz. Bizi odaya getiren semptomlar olsa bile iyileşen onlar değil bizizdir aslında. Terapi bizi düzelten değil iyileştiren bir zaman ve zemine sahip olmaktır aslında.
Camide dua ettikten sonra kapıda cami hocasını bekleyip “Ben demin dua ettim de kaç gibi kabul olur” sorusunu soran sabırsız kişinin videosunu belki siz de izlemiş olabilirsiniz. Duaların hemen kabulünü dilediğimiz gibi iyileşmenin de hemen olmasını istiyor olabiliriz. Lakin özümüzden kopuş nasıl bir anda olmadıysa özümüzle yeniden bağlantı kurmakta hemen gerçekleşmeyebilir. Bunun için bir takvim, bir güvence aramak kendilik yolculuğumuza da modern yaşamın hızını bulaştırmaya benzer neredeyse.
Eski zamanlara nispetle her şeyin hızlı ve kolay ulaşılabilir olduğu bu dönemde aynı şey terapinin iyileştirici niteliğinden de talep edilir lakin terapinin vaat ettiği bu değildir. Aksine yerinden edilmiş birçok ihtiyacımızın asıl yerlerine dönüşüne hizmet edebilecek olan terapi aceleciliğimize de sükûnetiyle yanıt verir. Bazen bu sükûnet işitilmediğinde “Ben terapiye gittim ama hiçbir işe yaramadı” cümlesiyle karşılaşırız. Terapinin sayısından bağımsız olarak hangi ihtiyaçlarla o odaya geldiğimiz önemlidir. Dışardaki dünyanın hengamesi içinde sesini gitgide işitemediğimiz otantik iç sesimizi tekrar duyabilmek için aceleden çok sabra ihtiyacımız vardır.
Sabır sadece yüreği genişletmez, zamanı da genişletir. Asra yemin edilmesinin hürmetine geçip giden zamana daha dikkatli bakmayı deneyebilirsek belki sabır ve zaman ilişkisini de daha yakından görebiliriz. Lao Tzu “Önce ve sonra aynı yere birlikte varır” der. Sabır önce ve sonradan ötede bir düzleme davet eder insanı. “Ne zaman” diyerek vakti zorlamak vaktini bekleyen ve henüz gelmemiş olan şeylere karşı bizi körleştirebilir. Vakte hürmet ederek onu kuşanmak ise içimizdeki “Hemen istiyorum, hepsini istiyorum” diyen o sesi işitmemiz ve arkasındaki ihtiyacı görmemizle mümkün olabilir belki.
Henüz olmamış şeylerin hiç olmayacağına dair içimizdeki hızlı yargı yerine Rilke’nin şu satırlarına yeniden bakabiliriz. Erken yaşlarımdan bu yana baş ucumdan ayırmadığım kitaplardan biri olan Genç Bir Şaire Mektuplar eserinde altını çizdiğim o müthiş satırları sizinle de paylaşmak isterim:
“Kalbinde çözülmeden kalan her şey için sabırlı ol. Soruların kendisini sevmeye çalış; kilitli odalar veya yabancı lisanlarda yazılmış kitaplar gibi. Cevapları şimdi arama, şu anda cevaplar sana verilmez; çünkü sen henüz onlarla yaşayamazsın. Bu, her şeyi yaşama meselesidir. Şu anda soruyu yaşaman gerekiyor. Belki daha ileride, farkına bile varmadan, günün birinde kendini cevabı yaşarken bulacaksın.”