
Prof. Dr. Celalettin Yavuz, Güvenlik Politikaları Uzmanı- 20 Mart 2025
ABD’de önceki dönem Biden yönetimiyle Türkiye ilişkileri hiç bir iyi iz bırakmadan geride kaldı. Trump seçilince iki ülke ilişkilerinin güllük gülistanlık olacağını, Trump’ın ABD’de “müesses nizamı” alt üst edeceğini, İsrail’de Netanyahu’ya “güle güle” diyeceğini, Suriye’de PKK terör örgütünün uzantısı PYD/YPG’yi satacağını söyleyenler, Trump’ın farklı tutumlarını görünce bu kez de “ABD batıyor, çöküyor!” demeye başladılar.
Son günlerde iktidara yakın TV kanallarında, içlerinde emekli subay, akademisyen ve gazetecilerin de bulunduğu bir grup ısrarla “Amerika batıyor!” şeklinde hep bir ağızdan konuşunca, en azından 1980’li yılların başlarında “Yıldız Savaşları” diye bilinen SDI projesinden bu yana yakından izlediğim ABD’yi gözden geçirerek bu analizi yazma ihtiyacını hissettim.
Türkiye’de ABD Karşıtlığı İçin Çok Haklı Gerekçeler
1952’de NATO üyeliğinden sonra daha derin ilişkilerin kurulduğu ABD’nin geçen süre içerisinde Türkiye’ye karşı bir müttefikliğe yakışmayan, zaman zaman onur kıracak derecede hoyrat davranışlarının bazıları satır başları ile şöyledir:
– 1962 yılında, İncirlik üssünde konuşlu U-2 casusu uçaklarından birini Türkiye’ye haber vermeden Sovyet coğrafyasına göndermesi ve uçağın düşmesi/düşürülmesi sonucunda Türkiye ile Sovyetler arasında kriz çıkmasına sebebiyet verdi.
– 21 Aralık 1963’te EOKA teröristi Rumlarca başlatılan katliam sonucunda Kıbrıslı Türklerden 364 kişi şehit düşmüş, 103 Türk köyü boşaltılmış ve 25 bin kadar insan evlerinden edilmişti. Bu olaylar üzerine Türkiye, 1959-1960 Londra ve Zürih Antlaşmaları uyarınca Türklerin garantörü olarak Kıbrıs’a müdahaleyi tartıştığı sırada dönemin ABD Başkanı Johnson, Başbakan İnönü’ye yazdığı mektupta, Kıbrıs’a müdahale halinde, Sovyetlerin veya Varşova Paktı’nın olası Türkiye saldırısı halinde NATO’nun 5.’nci maddesinin uygulanamayabileceğini söyleyerek tehdit etmişti.
– Sampson Darbesi ile bir oldu bitti yaratılmak istenmesi üzerine 1974 Kıbrıs Barış Harekatını yapan Türkiye’ye silah ambargosu uyguladı. Bundan sonra da Rum ve Ermeni lobilerinin de etkileriyle açıkça Türk-Yunan ve Kıbrıs sorunlarında Yunanistan tarafını tuttu.
Soğuk savaş sona erdikten sonra da ABD’nin artan ölçüde Türkiye karşıtı politikaları aşağıda verilen örneklerdeki gibi kabararak devam etti:
– Ekim 1992 başlarında bir NATO tatbikatının dinlenme safhasında, TCG Muavenet muhribi Saratoga uçak gemisinden ateşlenen Sea Sparrow füzesiyle vuruldu, komutanı ve sınıf arkadaşım Kurmay Yarbay Kudret Güngör dahil beş askerimiz şehit oldu. Bu mermilerin ateşlenebilmesi için birbirini takip eden protokoller mevcut olup, tesadüf denemeyecek kadar bilinçli bir hareketti.
– Bu olayın ardından ABD’den, daha önce bakım masraflarının büyüklüğü sebebiyle tercih edilmeyen, hizmet dışına çıkarılmış Perry sınıfı fırkateynlerin alınması kararı alındı. 1994 sonbaharında, 14 aydır ABD’de bulunan personelinin eğitimleri de tamamlanıp tam da Türkiye’ye doğru seyre çıkacak iken gemilere izin verilmedi. Söylenmeyen gerekçe, o tarihlerde çıkması muhtemel Türk-Yunan savaşında Türkiye’yi zayıf kılmaktı.
Bunlara ilaveten ABD, Ortadoğu’daki politikaları ve icraatı ile de Türkiye’ye şu zararları verdi:
– 1991’de Irak’a gerçekleştirdiği “Çöl Kartalı” harekatı ile, daha önce Irak-Türkiye arasında “İpek Yolu” gibi adlandırılan oldukça verimli ticarete büyük bir darbe indirdi.
– Harekat sonrası bölgede konuşlanan “Çekiç Güç” vasıtasıyla Irak’ın kuzeyindeki Kürtleri birbirine yakınlaştırarak devletleşme sürecine yönlendirirken, PKK terör örgütünü de destekledi.
– 2003’te Irak işgali sırasında; 1 Mart Tezkeresi Meclis’ten geçmediği için tuttuğu kinle;
- Süleymaniye’deki Özel Kuvvetler karargahına “dost ve müttefik” gibi girerek esir aldığı Türk personelinin başına çuval geçirmek suretiyle sorguladı. Bu hareketiyle aziz milletimize affedilmez bir ıstırap yaşattı.
- 2000 yılında Türkiye’yi terk eden ve çözülme süreci başlayan PKK terör örgütünün küllerinden yeniden doğmasını sağladı.
- Türkiye’ye rağmen bölge Kürtlerini özerkliğe ve devletleşme sürecine yönlendirdi.
- Buna karşılık Iraklı Türkler (Türkmenler) yok sayıldı. Kerkük’ün statüsünün Kürtler lehine değiştirilmesine fırsat verdi.
- 1991 müdahalesinden yıllar sonra düzelen Türkiye-Irak ticareti yeniden rayına oturmuşken, 2003 işgali ile birlikte bu ticaret bir kez daha ağır bir darbe yedi.
- İran’a yaptırımları sebebiyle Türkiye ile İran’ın birlikte yürütebileceği enerji ağırlıklı pek çok proje gerçekleştirilemedi.
- Arap Baharı sonrası Mısır’da seçimle gelen yönetime darbe yapan Sisi yönetimine destek vererek Türkiye ile çatışan bir politika izledi.
- Suriye’de Arap Baharı’nın çıkması için İngiltere ile birlikte hareket ederek, Türkiye’nin başlangıçtaki yanlışlarından da istifadeyle, ülkemizde sığınmacı sorunu, küresel terör ve sınır güvenliği, iç istikrara yönelik tehditler gibi çeşitli ve çok maliyetli yükler getirdi.
- Suriye’de PKK terör örgütünün uzantısı PYD/YPG’ye eğitim, askeri, maddi ve siyasi destek vererek Türkiye’ye karşı terör tehdidinin gelişmesini sağladı. Suriye’de Esad sonrası dönemde Geçici Cumhurbaşkanı Şara ile YPG elebaşısı Mazlum Abdi anlaşmasına, Abdi’yi ABD helikopterleri ile getirerek, bir bakıma dosta düşmana “PYD/YPG benim himayem altındadır!” diyerek gözdağı verdi.
- Soğuk savaş öncesinde olduğu gibi, hatta daha da fazla koşulsuz destekle, İsrail’in fütursuzca bölgede tecavüzkar ve hukuk tanımaz bir devlet haline gelmesinin önünü açtı.
Bunlara ilaveten Türkiye’ye karşı verdiği diğer zararlardan bazıları da şöyledir:
– Karadeniz sahildarı ülkelerde, “NATO’nun doğuya doğru genişlemesi” isteği doğrultusunda “Kadife Devrimler” ile yönetim değişiklikleri tezgahladı. Ancak “uyuyan dev” Rusya’yı uyandırdı. Gürcistan’a girerek Güney Osetya ve Abhazya’yı kopartan Rusya, ardından Kırım yarımadasını ilhak etti. Son olarak da Ukrayna’ya girerek, bölge istikrarını allak bullak etti.
– 2018’de FETÖ zanlısı Rahip Brunson ilk duruşmada salıverilmeyince, bazı Türk ihraç mallarına yaptırımla TL’nin %70-75’lik değer kaybına sebebiyet verdi.
– 2019’da Türkiye’nin, Fırat’ın doğusunda PKK/YPG terörüne karşı Barış Pınarı Harekatı üzerine yeni yaptırımlar yanında, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yazdığı son derece çirkin bir mektupla, sadece Erdoğan’a değil, aziz milletimize de hakaret edildi.
– Türkiye, Rusya’dan S-400 füzesavar sistemi satın aldı diye Türkiye’yi, “Amerika’nın düşmanları” kategorisinde uygulanan CAATSA yaptırımlarına maruz bıraktı. Başından beri yer aldığı F-35 son nesil muharebe uçağı projesinden çıkardı.
– 2021’de sözde Ermeni soykırımını tanıdı.
– TSK’nın en güzide komutan ve subaylarına kurulan FETÖ çakma davalarının ve hatta 15 Temmuz 2016’da FETÖ darbe girişimini tezgahlayanlar arasında olduğu anlaşıldı.
Tüm bu özetlenenlere bakıldığında sadece “ABD karşıtı” olmak yetersizdir. Aslında en hafifinden “Olmaz olsun böylesi müttefik” denilerek en şiddetli şekilde nefret etmeyi gerektirir.
ABD, İleri Sürüldüğü Gibi Gerçekten de Batıyor mu?
ABD’den nefret edene hiç bir sözümüz yok. Acaba ABD gerçekten de batıyor ya da çöküyor mu?
Hala dünyanın en büyük ekonomisi olan ABD’yi bu konuda son 15-20 yıldır Çin sıkıştırıyor. Ancak Çin’in hızlı büyüyor olması, BRICS Ülkeleri gibi ekonomisi giderek büyüyen ülkelerin ABD’yi tek kutup olmaktan çıkarması gibi hususlar gerçek olmakla birlikte, ABD’nin batmakta ya da çökmekte olduğu da söylenemez. Görece gücünden kaybettiği doğrudur. Görece gücünden kaybeden ve “batıyor” denilen ABD’nin hallerine satır başlarıyla bir bakalım:
– Batıyor denilen ABD, mevcut kaçak göçmenleri sınır dışı etti. Ülkeye gelecek olanlara da çok ciddi sınırlar getirdi. Batan ülke, her nedense hala göçmenlerin en çok rağbet ettiği bir ülke!
– Suudi Arabistan, ABD’de 1 trilyon dolarlık yatırım kararı aldı. Batan bir ülkeye bu büyüklükte bir yatırım yapılabilir mi?
– Yaptırım tehdidi ile önceki en yakın müttefikleri İngiltere ve AB’ye diz çöktürerek, Rusya-Ukrayna barışında devre dışı bıraktı.
– Kanada ve Meksika gibi iki sınır komşusuna yaptırım uygulayarak, istenen düzenlemeleri yapmalarını sağladı. Panama Kanalı’na tekrar el koyacağını beyan edince Kanal’daki Çin izleri hemen silindi. Grönland adasını satın alma ve Kanada’yı 51’nci eyalet yapma söylemini sürdürdü.
– Tüm İslam ve Arap ülkelerine rağmen İsrail’e koşulsuz desteğini sürdürdü. Bunun üzerine ABD’ye yaptırım uygulaması beklenen Suudi Arabistan, adeta ödüllendirircesine ABD’ye 1 trilyon dolarlık yatırım kararı aldı.
ABD’nin diğer ülkelere göre çok daha iyi olduğu alanlar mevcut olup bazıları satır başlarıyla şöyledir:
- Enerji sorunu olmayıp, dışarıya kaya gazı satmaktadır.
- Halen dünyanın en gelişmiş silah sistemlerinin çoğunu üretmektedir.
- Rusya ile birlikte dünyanın en büyük nükleer başlık stoğuna sahiptir.
- Dünyanın neredeyse her köşesinde bir üssü ve donanma unsurları mevcuttur. Gurur duyduğumuz Katar’da Türkiye’nin 400 kişilik bir üssü varken, aynı ülkede ABD’nin 11 bin kişilik hava üssü mevcuttur. Keza Bahreyn, Kuveyt, BAE, Umman, Suudi Arabistan, Irak, Suriye ve hatta Türkiye’de bile askeri üs ya da askeri birimleri mevcuttur. Hiç bir ülkenin ABD’de üssü yoktur.
- Uzay çalışmalarında ilk sıradadır.
- Uydu sayısında ve projelerinde ilk sıradadır.
- Yapay zeka teknolojisini geliştirecek firmalar için 500 milyar dolarlık fon tesis etmiştir.
- Küresel silah ticaretinde %43’lük payla açık ara ilk sıradadır.
- 900 milyar dolarlık yıllık savunma harcamasıyla, 300 milyar civarındaki harcamayla ikinci sırayı alan Çin’in bile açık ara önündedir.
- Uluslararası ticarette ABD doları dışında bir para birimi kullanılması haline BRICS ülkelerine yaptırım uygulama tehdidinde bulundu. Rusya “Böyle bir proje olmadığını” söylemek zorunda kaldı.
- AUKUS ve QUAD gibi ittifaklarla Çin’i çevreleme politikasını yürürlüğe koydu.
- Dünya Bankası, IMF ve kredi derecelendirme kuruluşlarının çoğuna hükmedebilmektedir.
Batmakta Olduğu İleri Sürülen ABD ve Türkiye
Az da olsa zülfü yareye dokunarak “batan” ABD ile Türkiye’yi aynı kefede değerlendirmeye çalışalım:
– BOP eşbaşkanlığı teklif bile edilmediği halde, üzerine atlayarak üstlenmek istedik.
– ABD’de yıllık enflasyon %2.5-3 civarındadır. Bizde ise aylık enflasyon bile bunun üzerindedir.
– ABD’de ücretliler ve emekliler yüksek enflasyon ve baskılanan döviz kuru sebebiyle ezdirilmez. Bizde ise 4-5 yıldır 1’nci dereceden emekli memurlar bile yoksulluk sınırının açık ara altındaki maaşa mahkumdur.
– ABD Maliye Bakanı Türkiye’de işadamlarıyla bir araya gelerek ABD’ye yatırım yapmalarını istemez. Ya bakanımız Mehmet Şimşek?
– ABD’nin Ortadoğu ve Karadeniz gibi Türkiye’nin etki alanındaki coğrafyada her türlü olumsuz icraatı Türkiye’ye Zarar verirken Türkiye, ABD’nin yakınında benzer icraatta bulunmakta mıdır?
– ABD, uzay ve uydu çalışmalarında hiç bir ülkeye muhtaç değildir. Türkiye ise az sayıdaki uydularını bile yeni bakan Elon Musk’ın SPACEX firması marifetiyle yörüngelerine yerleştirmektedir. Acaba bu uyduların geleceği “güvenilir” midir?
– Esad devrildikten sonra “dirsek temasımızın eksik olmadığı” Suriye’de Şara ile Mazlum Kobani arasında imzalanan anlaşmadan Türkiye’nin en azından çok geç haberinin olduğu, bu olaydan sonra iki bakanın (Dışişleri ve MSB) ile MİT Başkanının apar topar Şam seferiyle anlaşılabildi.
– 17 Mart 2025’te Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD Başkanı Trump’la telefon görüşmesinde Türkiye’nin CAATSA yaptırımlarından çıkartılması, F-35 projesine tekrar alınması, Biden döneminde teklif edilen ve en az üç yıldır bekleyen 40 adet F-16 uçağı tedarik işleminin hızlandırılması kim tarafından talep edildi?
Sonuç
Son yıllarda TSK’nın mutfağında (Genelkurmay) çalışmadığı, hatta hiçbir akademik çalışması olmadığı halde “Güvenlik Politikası Uzmanı” olarak ortaya çıkanlara, benzer özellikteki gazeteci ve güvenlik politikasını sadece okuyarak öğrenen ve “Amerika batıyor!” diyerek ahkam kesenlere 2500 yıl önce yaşayan ünlü Çinli Stratejist Sun Tsu’nun şu sözünü hatırlatalım: “Düşmanını tanımıyorsan, girdiğin savaşı kaybedersin. Düşmanını tanıyor, kendini tanımıyorsan, bazen de olsa savaşı kazanabilirsin. Hem düşmanı, hem de kendini tanıyorsan, savaşa istediğin yer ve zamanda gireceğin için tüm savaşlarını kazanırsın!”
Bu ABD’nin Türkiye’ye dost ya da müttefik olması beklenemez. Ancak doğrudan karşımıza almak da uygun strateji değildir. Örtüşen çıkarlar olursa ilişkiler düzgün gider. Aksi halde çatışmak mukadder olabilir. Bunun için de yukarıda verilen Sun Tzu’nun sözü hatırlanmalıdır.
ABD’nin ne olup olmadığı, bu “ABD batıyor!” diyen güvenlik uzmanları tarafından bilinmiyorsa, ciddi bir cehalet söz konusudur. O zaman ne diye TV kanallarında bunlara yer verilir?
Eğer yukarıda özetlenen ABD ile ilgili bilgilere sahiplerse, o zaman daha da vahimdir. Bile bile aziz milletimiz kandırılmaktadır. Bu da affedilebilir bir suç olamaz.
Sayın Hocam, alana egemen değerlendimelerinizi, TV.mevlüthanları inşallah okur!.. Türkiye’nin en az 20-30 yııllar savaşsız bir dönemde kalkınma hamlelerine talip olması lazım. Güçlü diplomasi ve kaynaklarını daha rasyonel kullandığı bir ekonomi yönetimine ihtiyaç var.