Prof. Dr. Celalettin Yavuz Güvenlik Politikaları Uzmanı, 14 Ekim 2023

Rusya’nın siber teknik desteği ile başkanlık seçimlerini kazandığı ileri sürülen Cumhuriyetçi Trump, “America first!” diyerek 2017 başında başlayan başkanlığında dünyayı şaşırtmaya başladı. Sosyal medya üzerinden yazdığı ifadelerin bir kısmı daha sonra dışişleri tarafından düzeltiliyordu. Ancak genelde silahlı mücadeleye ağırlık veren Cumhuriyetçilerin aksine Trump, Afganistan ve Irak’ta harcanan kaynakların karşılığının alınamadığı gerekçesiyle savaştan daha çok “yaptırım”ları caydırıcılık, hatta silah olarak kullanma eğilimindeydi.

Trump’ın Alışılmadık Başkanlık Dönemi

Ceplerinde akrep bulunan Avrupalı ülkelerin savunma harcamalarını kısarak NATO’nun yükünü ABD’ye yüklediğini hoyrat bir dille söyleyip eleştirmişti. Aslında Rusya’yı doğrudan hedef almasa da Avrupa ülkelerinin doğalgaz ve petrol ithalatında Rusya’ya aşırı bağımlılıklarını da eleştirmişti. Özellikle de Almanya’nın Baltık Denizi tabanındaki Kuzey Akım projeleri bu eleştirilerin odağındaydı. ABD, kendi kaya gazını satmak derdindeydi.

ABD’nin Avrupalı müttefiklerinden sadece İngiltere ile ilişkiler iyi iken, kuzey komşusu Kanada’nın yönetimiyle bile ilişkiler limoniydi. Güney komşusu Meksika üzerinden ABD’ye kaçak girmek isteyenlere karşı duvar örme projesine ilaveten, bu yolla gireceklere karşı silah kullanılmasına göz yumması da kabul edilecek gibi değildi.

Kamu borcunu çok yükselttiği gerekçesiyle Obama’yı eleştiren Trump, yıllık 420 milyar doları aşan ticaret açığı üzerine Çin’e karşı “Ticaret savaşları” adı altında bir ekonomik mücadeleye girdi. Oysa Çin vasıtasıyla Uzakdoğu’nun “yaramaz çocuğu” Kuzey Kore Lideri Kim’le füze ve nükleer silah denemelerini kesmesi konusunda yüz yüze görüşmüştü.

Obama döneminde İran’la 2015’te imzalanmış olan uranyum zenginleştirme anlaşmasından (5+1) 2018’de tek taraflı çekilerek İran’ın üzerine yaptırımlarla çullanmaya başladı. Keza Yemen’de İran’la karşı karşıya gelen Suudi Arabistan ve diğer Körfez Ülkelerine destek verdi.

Basra Körfezi’nde İran’ın tehdidine maruz kaldığı gerekçesiyle Katar dışındaki Körfez Ülkelerini bir araya getirmeye çalıştı. Ziyaret ettiği Körfez ve S. Arabistan’da, içinde Mısır’ın da yer alacağı, İran’a karşı bir “Arap NATO’su”nun kurulması bile gündeme geldi. Tüm bunlar gerçekleşirken, BM kararları hilafına İsrail’in 1980’de Kudüs’ü başkent ilanını, daha önceki ABD yönetimlerinin aksine tanıdı. ABD’nin ardından BAE, Bahreyn ve Fas gibi Arap ülkeleri de Kudüs’ü başkent kabul ederek diplomatik temsilciliklerini bu kente taşımaya başladılar.

Trump Yönetimi ve Türkiye

FETÖ konusunda da Obama’dan farklı olmayan Trump yönetimi, FETÖ darbe girişimi sebebiyle İzmir’de yargılanmakta olan ABD’li Rahip Brunson ilk duruşmasında serbest bırakılmayınca Türkiye’den satın alınan bazı ürünlerin gümrük vergisini yükseltti. Bu sebeple TL yabancı paralara karşı %70’lere varan değer kaybı yaşayınca Türk ekonomisi çok ciddi zarar gördü.

Suriye’nin kuzeyinde Obama döneminde başlatılan PYD/YPG’lileri “Suriye Demokratik Gücü” şemsiyesi altında desteklemeye devam etti. Güvenilecek yanı kalmayan Trump, önce Suriye’den askerlerini çekeceğini söyledi, ancak arkasından Pentagon’un tavsiyesiyle bölgede YPG’li teröristlerden bir “Sınır Koruma Gücü” kurmaya kalkınca, Türkiye, ABD’ye rağmen Fırat’ın doğusunda PYD/YPG’ye karşı Barış Pınarı harekâtını yaptı.

Türkiye’nin yakın ve orta hava/füze savunma ihtiyacı için istenen silah sistemleri ABD ve Batılı ülkelerden verilmeyince Türkiye’nin Rusya’dan S-400 füze savunma sistemi alması üzerine, Türkiye’yi üretim ortağı olduğu F-35 muharebe uşağı projesinden çıkarttı ve yeni yaptırımları devreye soktu. Türkiye-ABD ilişkileri giderek bozulurken, ABD Dışişleri Bakanı Pompeo, Yunanistan-Türkiye Doğu Akdeniz uzlaşmazlığında Rum-Yunan ikilisinden yana tavır koydu.

(Not: Yazı dizisinin devamı “Amerika Güç Kaybederken-7” ile devam edecektir.)

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.