Prof. Dr. Celalettin Yavuz Güvenlik Politikaları Uzmanı, 13 Ekim 2023

2009 başlarında makamına oturan Demokrat Başkan Obama’nın, Bush’un İslam ülkeleri ve Afrika’da yarattığı kötü intibaları silmek maksadıyla öne sürüldüğü ileri sürülmekteydi. Irak, Afganistan, artan Amerikan karşıtlığı ve 2008’de hortlayan Mortgage dünya ekonomik krizi gibi sorunlarla adeta enkaz devralan Obama, İsrail’in Aralık 2008 sonlarında 22 günlük orantısız güç kullanarak Gazze Şeridi’nde gerçekleştirdiği harekatla da köşeye sıkışmıştı.

Bush’un, Clinton’ın aksine “sert gücü” benimseyen tutumuyla ötelenen NATO ülkeleri, Türkiye ve Arap ülkeleriyle ilişkileri düzeltmek maksadıyla ilk ziyaretlerini bu bölgeye yapan Obama, acaba ABD’nin kan kaybetmesini giderebilir miydi?

Obama ve ABD’nin “Ilımlı Gücü”

“Ilımlı Güç” söylemiyle seçim programını süsleyen Obama, 2010 “Ulusal Güvenlik ve Strateji Belgesi”yle ABD’nin liderliğinin canlandırılmasını da istiyordu. Eğer ABD’nin uluslararası ekonomik anlamda meydana gelen eksiklikler ve meydan okumalara gerekli cevap verilmezse, bunun ABD ve küresel ekonomi/güvenliğe maliyetlerinin yıkıcı olabileceği, uluslararası kuruluşların modernize edilerek daha fazla öne çıkması gerektiği ve en önemli önceliğin ABD halkının güvenliği olduğu vurgulanmaktaydı. Nükleer silahların yayılmasının önlenmesi, El-Kaide vb. küresel terörizmle mücadele, Müslüman toplumlarla ilişkilerin saygı ve işbirliği çerçevesinde sürdürülmesi, konvansiyonel üstünlük muhafaza edilirken, diplomasi ve diğer unsurların daha çok kullanılması öngörülmekteydi.

Uluslararası terörizmle mücadelenin İslam’a karşı olmadığı, ABD’ye ve müttefiklerine karşı saldıran El-Kaide ve benzeri unsurlarla savaş esastı. Ortadoğu’da İsrail’in yakın dost olduğu ancak iki devletli çözümün desteklendiği vurgulanırken, Irak’ın bütünlüğü ve demokrasinin gelişmesine verilen önem de belirtilmekteydi. Uluslararası sorumluluklarını yerine getireceğine inanılan İran’ın aksi hareketinde yaptırımlarla karşılaşacağı da vurgulanmaktaydı.

Arap Baharı’yla Ilımlı Güçten Kararsızlık ve Zafiyete Yelken Açış

Obama’nın ilk döneminde El-Kaide elebaşısı öldürülerek mücadelede mesafe kat edildi, Rusya ve Çin ile ilişkiler belirli bir düzeye getirildi. Türkiye ve Brezilya’nın itirazına rağmen BM’den İran’a sert yaptırım kararı alındı. ABD askeri birlikleri 2011 sonunda Irak’tan çekildi. Ancak İsrail-Filistin sorununda, küresel iklim değişikliği, George W. Bush sonrası İslam ülkeleri gözünde itibarın yeniden tesisi, Kuzey Kore’nin caydırılması konularında başarısız kalındı.

2011’de başlayan Arap Baharı üzerine “ılımlı gücü”nden kaybetmeye başlayan ABD, Tunus’ta suskun iken, Libya’ya NATO ile müdahalede Rusya ve Çin’in desteğini alamasa da süreci sorunsuz geçiştirdi. ABD, Ortadoğu’da bu yeni hareketle gelen rejim değişikliklerini adeta şaşkınlıkla izleyerek pozisyonunu belirlemekte zorlanmıştı.

Mısır’da ABD’ye en yakın Arap rejimlerinden Hüsnü Mübarek’in alaşağı edilmesini seyrederken, uzun bir seçim süreci sonunda cumhurbaşkanı seçilen İhvan hareketinin adayı Mursi’nin darbeyle devrilmesine yeşil ışık yakarak demokrasi konusundaki söylemleriyle çelişmişti. Daha doğrusu bölgedeki statükonun değişmesi noktasındaki kararsızlığı, ABD çıkarlarına zarar vermeyecek yönetimlerin varlığının devamına destekle geçiştirilmişi. Destek verdiği Suriye Baharı’nda “kimyasal silah”lar kırmızı çizgisi iken, Esad’a karşı muhalifleri desteklemişti. Ukrayna’da Rusya yanlısı iktidarın sokak gösterileriyle değişmesi sonucu Rusya’nın Kırım’ı ilhakı, Ukrayna’nın doğusunda ayrılıkçıları desteklemesiyle ABD önemli bir darbe yemişti.

Cumhuriyetçilerin müttefiklerine karşı bile “Güçlüyüm, o halde haklıyım!” prensibi Obama döneminde, PKK terör örgütünün Suriye uzantısı PYD/YPG’ye silah, eğitim ve siyasi desteğiyle, FETÖ darbe girişiminin elebaşılarına barınma ve siyasi desteğiyle de sürdürüldü.

(Not: Yazı dizisinin devamı “Amerika Güç Kaybederken-6” ile devam edecektir.)