WOTTV E-DERGİ
DOLAR 34,0811 -0.02%
EURO 37,8535 -0.21%
ALTIN 2.800,91-0,05
BITCOIN 21171323,17%
10 Ay Önce 10 Ay Sonra: Ekonomi

10 Ay Önce 10 Ay Sonra: Ekonomi

3 Nisan 2024 15:56
10 Ay Önce 10 Ay Sonra: Ekonomi
0

BEĞENDİM

Ceyhun BOZKURT – 3 Nisan 2024

 

Seçim sonuçlarının analizi devam ediyor. Sonuçta muhalefetin bütünü olmasa bile CHP açısından başarılı bir sonuç var. Bunu net bir şekilde tespit etmek gerekiyor. Ancak kendi gözlemlerimize göre, bu başarının altında CHP’nin halkın destekleyeceği projeler üretmesi mi yatıyor yoksa Hükümetin bazı konularda başarısız olması mı? Sanki ikincisi daha etkili gibi duruyor. Çünkü CHP başta olmak üzere muhalefetin tamamı 14 ve 28 Mayıs’ta yapılan seçimlerden sonra ciddi bir kaos-kargaşa sürecine girdi. İttifakların bölünmesi, kurultaylar, muhalefet içinde sert tartışmalar, suçlamalar vs. Mayıs seçim sonuçlarından sonra yaşadığımız, adeta günlük rutinimiz olan olaylara dönüştü. Ek olarak projesizlik, 5 yıllık karnenin çok iç açıcı olmaması, önceki vaatlerin hatırlanmaması, nereden geldiği belli olmayan paraların ortaya çıkması, terör örgütlerinin siyasi ayaklarıyla girilen iletişim ve varılan ittifaklar vs. CHP’nin hanesine eksi puan yazdıran nedenlerdi. Ama ne olduysa, ağırlıklı olarak muhalefet seçmeninin partisine ve sandığa küseceği düşünülürken, iktidar seçmeni kendisini sandıktan geri çekti. Yine ek olarak 22 yıl sonra ilk defa AK Parti seçmeni, aktardığımız sıkıntıları yaşayan CHP’ye oy verdi. Sonuç olarak da AK Parti ilk defa bir seçimi ikinci sırada tamamladı.

Peki bu kadar krize rağmen CHP, rakibi AK Parti’ye nasıl ağır bir yenilgi yaşattı?

Bu soru önümüzdeki günlerin, haftaların ve belki de ayların sorusu olacaktır. Siyasetçiler, siyaset bilimciler, gazeteciler ve ilgili uzmanlar bu soru üzerine deyim yerindeyse kafa patlatacaktır. Biz de seçimin hemen ardından yazdığımız ilk yazıda bazı başlıklara değindik. Şimdi o başlıkları biraz açmak gerekir diye düşünüyorum.

Öne çıkan başlık doğal olarak ekonomideki olumsuz gelişmeler ve enflasyon baskısının vatandaşta artık dayanılmaz bir durum oluşturması. Ayrıca bu baskının herkese değil sadece dar gelirliye, emekliye, işçiye, çalışana yansıması da bu durumda etkili oldu. Sosyal medyaya yansıyan bazı görüntüler, haberler başta dar gelirli ve emekli olmak üzere vatandaşların “Neden ekonomideki sıkıntının faturası bana kesildi” sorusunu haklı olarak sormasına neden oldu. Sonuç olarak 10 ay önce iktidarı teslim ettikleri partiye demokratik bir çerçevede sandıkta ceza kesilmiş oldu.

Gelelim ekonomimizdeki durumun analizine. Çünkü ekonomideki durumu iyi tahlil edip bilmezsek sonuçları da yanlış değerlendiririz.

Hükümet, pahalılığın gerçek nedenlerini halka tam olarak ve açıklıkla anlatamadı…

Mesela millet Türkiye’nin son yıllarda yaşadıklarını normal kabul ediyor, özellikle muhalif kesim küçümsüyor….

Daha öncesine yani Cumhuriyet Mitingleri ile başlayan, e-muhtıra ile devam eden, MİT Müsteşarını ifadeye çağrılması, ABD’nin Suriye politikasını değiştirmesi sonrası ülkemize yönelik baş gösteren mülteci akını, Çukur-Hendek kalkışması, Rus uçağının düşürülmesi, Rus Büyükelçisinin öldürülmesi, PKK ve DEAŞ’ın ülkemiz içinde büyük ölçekli terör organize ederek vatandaşlarımızın ölmesi ve yaralanmasına yol açan terör saldırıları,  Gezi Olayları,  kumpaslarla yargı-polis darbeleri gibi her biri bir başka ülkede yaşansa o ülkenin istikrarını bozabilecek boyuttaki olayları (Fransa’daki yakın zamanda yaşanan olaylar buna örnektir) Türkiye ardı ardına yaşadı.

Bu olayların ayrıntısına ülkemizi nasıl menfi etkilediğine değinmeyeceğim. Çünkü yazı çok uzar.

Sadece 8 yıl önce yani 2016’nın 15 Temmuz’undaki kanlı işgal/darbe girişiminden itibaren yaşananlara kısaca bakalım. Bu darbenin ekonominin üzerinde yaptığı çok büyük bir tahribat var. Her şeyden önce yabancı sermaye korktu ve kendini çekti. Yerli sermaye de ürktü. Biliyorsunuz ekonominin güven endeksi denilen bir ölçüt, faktör var. Güven endeksinin düşük olduğu ülkelerde yatırımlar düşüyor, verilen kredilerin faizleri yükseliyor veya kredi açılmıyor.

15 Temmuz sonrası FETÖ’cülere ait sermaye sahiplerinin çoğu sermayelerinin önemli bir kısmını yurtdışına transfer etti. Türkiye’de kalan işyerleri ise yargı kararı ile ya kapatıldı veya o işyerlerine kayyum atanarak el konuldu. FETÖ ile mücadelenin finans ayağına haklı olarak darbe indirirken, bunun ekonomiye olası olumsuz yansımaları ile ilgili tedbirler alınmadı.

Önce Suriye, sonra Irak’ta PKK ve DEAŞ’a yönelik olarak peşi sıra yapılan çok kapsamlı askeri harekatlar ile aynı zamanda yurt içinde binlerce polis, jandarma ve askerin katıldığı güvenlik operasyonları yapıldı ve terörün Türkiye içinde temizlenmesi sınır komşularımız Irak ve Suriye’de sınırımıza mücavir 40 km derinlikte terör örgütünün yok edilmesi sağlandı. Neticede sınıra yakın il,  ilçe, kasaba ve köylere tehdit teşkil eden silahlı, roketli vs. terör saldırıları ortadan kaldırıldı.

Hatay’dan başlayarak bütün Suriye, Irak ve İran hududunda sınıra duvar örülmesi (ki büyük kısmı yapıldı) ve sınır boyunca teknolojik ve yüksek güvenlikli sağlam gözetleme kuleleri yapıldı, duvarın üzerine teller, kameralar, radarlar, sensörler, sınır boyunca asfalt güvenlik yolu, sınır devriye araçları, gözetleme dronları, İHA ve SİHA’lar, KALEKOL’lar, gerektiğinde sınırdaki birlikleri takviye eden arka cephede kurulan askeri üsler inşa edildi, donatıldı, personel alındı.

Yine sınır ötesinde, komşu ülkelerde kontrol altına alınan alanda kurulan seyyar askeri üsler kuruldu, askeri personel bulunduruldu.

Terörün beli alınan bu tedbirler sayesinde kırıldı ve teröristler bu sayede etkisiz hale getirildi. Yani bu işler bedavadan olmadı.

Sınırın güvenliğe alınmasıyla kaçak göçmen ve mülteci akımı önlendi.

Sınırımız dışında güvenlik altına alınan bölgelere Türkiye’de kalan bir kısım mülteciyi yerleştirme imkanı doğdu.

Diğer önemli bir husus ABD’nin bölgeye yönelik politikalarına karşı duran Türkiye kendi menfaatlerini ile bölge ülkeleri ve halklarının çıkarlarını dengeleyen ve  önceleyen bir politika takip etti. Ancak Türkiye’nin izlediği politikalara karşı, ABD ve bölgede çıkarı olan Batılı diğer emperyalist ülkeler Türkiye’yi sıkıştırmak ve politika değişikliğine zorlamak için gizli ve açık ekonomik ve siyasi yaptırımlara başvurdular. Türkiye’ye finansal yatırımlarda bulundular. Askeri malzeme ve teknoloji alanında kısıtlamalara gittiler. Bölgede başta Rusya ve İran olmak üzere komşu ülkelerle ticaretimize ambargolar ve kısıtlamalar koydular. Bu ambargo ve kısıtlamalara uymazsak uluslararası finansal yaptırımları daha da ağırlaştıracaklarını söyleyerek tehdit ettiler. Bu suretle bir yandan komşularımızla ticaretimizi zorlaştırdılar bir yandan kısıtladılar. Türkiye’nin komşularıyla ticaretini daraltmaları elbette ekonomimizin gelişmesini yavaşlattı.

Pandeminin, bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de 2 yıl boyunca ekonomi ve finansal kaynaklar üzerinde menfi etkisi hissedildi. Tedarik zincirinin kırılması nedeniyle bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de malların genel fiyat seviyelerinin yükselmesi nedeniyle enflasyonun hissedilir seviyelere yükseldi ve halkın satın alma gücü giderek düştü.

Bu arada sanayi kesiminin ve genel olarak ekonomik faaliyetin zarar görmemesi bakımından hükümetin bu kesimlere parasal kaynakları ile desteklemesi bazı vergilerden sarfı nazar etmesi bu politikanın ticari kesimi ve sanayi sektörünü rahatlatmasına neden oldu. Bu suretle halkın öncelikle pandeminin oluşturduğu olumsuz etkiyi daha az hissetmesi sağlandı.

Ancak halkın sıkıntı çekmemesi için piyasaya pompalanan paranın  ileriki yıllarda tedrici olarak çekilmesi planlanırken önce Ukrayna savaşının patlaması sonra da bir süredir belli aralıklarla lokalize olarak yaşanan depremin haricinde Kahramanmaraş merkezli ve dünyada çok ender görülen büyük bir alanda şiddetli bir depremin yaşanması planları alt üst etti. Bu depremde 11 ilimiz ve 13 milyon nüfus etkilendi ve yaklaşık 100-110 milyar dolarlık bir fatura daha devletin ve milletimizin önüne kondu.

Yine bu arada pandemi nedeniyle inşaat sektörünün 2 yıl durgunluğa girmesi konut sıkıntısının artmasına, dolayısıyla ev fiyatları ve kiraların yükselmesine neden oldu. Ardından yaşanan büyük deprem ve İstanbul depremi gibi beklenti eski konutlardan kaçışı getirince konut sıkıntısının daha da artmasına kiraların ve ev fiyatlarının enflasyonun en az iki hatta üç misli üzerinde artışına neden oldu.

Depremden hemen bir kaç ay önce ise yaklaşan genel seçimler nedeniyle  muhalefetin tahriki ile EYT’nin çıkarılıp 2 milyon 400 bin insanımızın bir anda emekli edilmesi, bu yükün de hazineye yüklenmesi piyasaya sürülen para arzının kontrolünü zorlaştırdı ve enflasyon tekrar yükseldi.

Bu yaşananlar nedeniyle genel seçim sonrası  enflasyonu kontrol altına almak için yeni bir orta vadeli program uygulamaya konuldu ve deprem bölgesine yönelik harcamalar hariç tutulmak üzere parasal anlamda sıkılaştırmaya gidildi. Bir nevi kendimize acı reçete uygulamak durumuna geldik. Ancak bunu yaparken sanayideki üretimi düşürmeden üretimi  ihracata yönlendirerek iç ticareti kısıtlayarak, cari açığı azaltıp, enflasyonu düşürüp ekonomiyi düzlüğe çıkarmak için ilk 2 yılı fedakarlık gereken üç yıllık bir program uygulamaya konuldu. Ancak bu arada yapılması gereken bir yerel seçimde kapıya dayanmıştı.

İşte mümkün olduğunca kısaca bahsettiğim bütün bu sebeplerden ötürü enflasyon bir türlü kontrol altına alınamadı. Dolayısıyla pahalılık dar ve sabit gelirlileri vurdu.

Bugünlere kadar uyguladığı ekonomik politikalar nedeniyle işsizliği düşüren, ekonomiyi sürekli canlı tutan ve ülkeyi büyüten, muazzam bir alt yapı inşa eden, İzlediği sosyal politikalar nedeniyle  özellikle dar ve sabit gelirlerden oy alan hükümet yukarıda saydığımız nedenlerden ötürü ekonomik sıkıntıları aşmada gecikmiş oldu ve bu sebeplerle dar gelirli halkın tahammülü kalmadı.

Burada dar gelirli vatandaşlarımızı anlamak mümkün. Ancak tuzu kurular, yıllarca istikrarlı bir şekilde sürekli büyüyen Türkiye’nin bu gelişmesinden mülk anlamında epeyce nimet edinmiş kesimler, kendilerini aydın olarak görenler bu sıkıntıyı anlamadı, halkın sıkıntısını paylaşmadı. Yine muhalif medyanın ve kendini aydın olarak nitelendiren çevrelerin, bölgedeki ülkelerde ve ülkemizde yaşanan siyasi, sosyal, ekonomik gelişmelerden haberdar olduklarını iddia etmelerine rağmen emperyalist ve Siyonist ülkelerin izlediği politikalardan ötürü ortaya çıkan terörü ve ekonomik sıkıntıları, darbeleri ve teröristleri kimlerin finanse edip desteklediğinden haberdar olduklarını söyleyebilir miyiz? Kesinlikle hayır.

Bu gelişmeleri doğru değerlendiriyor olabilirler mi? Yine kesinlikle hayır.

Değerlendirmedikleri gibi Atatürkçülük’ten ve tam bağımsız Türkiye gibi sloganik söylemlerde bulunurlarken Amerikan emperyalist politikalarına ve Siyonist politikalara çanak tutup sahip çıktılar. Onların argümanlarını ve politik  söylemlerini kullandılar.

Yani algı operasyonları yaptılar, bu gerçekleri anlatmadılar. Anlatmadıkları gibi, vatandaşın önüne alternatif bir ekonomi projesi de koymadılar, manipülasyonlar yaptılar. Böylece ekonomiye daha büyük zararlar verdiler.

Şimdi hükümetin önünde iki yol var. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıkladığı gibi ya bu sorunları, vatandaşın mesajını anlayıp buna göre teşkilatlanma, politikalar üretecekler ya da güneşin karşısındaki buz gibi erimeye devam edecekler.

Bu seçimden gerekli dersleri çıkarıp artık faiz merkezli değil üretim eksenli ve halka dayanan bağımsız ekonominin gereklerini yapmalı, enflasyonu durdurmaya ve pahalılığı önlemeye çalışılmalı. Dar ve sabit gelirlileri rahatlatmak adına bütçeden çeşitli hizmet familyasından veya yatırımlardan kısıp kaynak aktarmak yerine zengin ve refahı yüksek kesimden daha fazla vergi alıp dar gelirliye aktarmak gerekiyor.

Basit bir örnekle bir işletme sahibi 3 adet lüks aracını şirketinin üstünde gösteriyor, 2 aracını eşi ve oğlunun özel  kullanımına  bırakıyor, benzin gideri ve bakım dahil bütün masrafı vergiden düşüyor. Vatandaşın çoğunluğu ise 10 litre benzin almakta zorlanıyor ve bu tuzu kuru kesimi finanse ediyor.

Özetle bu tespitler yapılır, gerekli adımlar atılırsa, vatandaşın alım gücü artar, ekonomideki milli mücadele genele yayılır ve vatandaş rahatlar. Olmazsa enflasyon canavarı, Türk siyaset tarihinin en başarılı partisi diyebileceğimiz AK Parti, güneşin karşısındaki buzun erimesini engelleyemez.

ceyhun bozkurt
Ceyhun Bozkurt

Ceyhun Bozkurt 1978 yılında Muş’ta doğdu.İlk, orta ve lise eğitimini Muş’ta tamamladı.Muhabirliğe, üniversite öğrenimim devam ederken 2000 yılında Aydınlık Dergisi’nde başladı. Aydınlık'ta başladıktan kısa bir süre sonra yayın hayatına başlayan Ulusal Kanal'da da televizyon muhabirliğini devam etti. Sonrasında sırasıyla Avrasya Radyo Televizyonu (ART), Yeniçağ Gazetesi, Aydınlık Gazetesi ve Yeni Birlik Gazetesinde haberler ve köşe yazıları yazdı. Kanal D'de yayını yapılan İsimsizler Dizisi'nin ilk sezonunda Senaryo Danışmanlığı görevini yaptı. Şimdilerde ise Bozkurt, SuperHaber'de köşe yazarlığı yapmaktadır.

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.