yeliz albayrak kapak 2025

Yeliz ALBAYRAK – 11 Şubat 2025

 

Seçim kampanyasından yemin törenine kadar tüm dünyanın ilgi ve hatta bir parça “umut” ile izlediği Trump yeni dönemi, yani deyim yerinde ise Trump 2.0, yukarıda da bahsettiğimiz üzere bir “Trumpokalips” haline dönüşme yolunda kararlı adımlar ile ilerliyor.

Tüm bu baş döndürücü gelişmeler beraberinde pek çok soru ve ivmelenmesi muhtemel sorunları da beraberinde getiriyor. Fakat bu noktada sorulması gereken en çarpıcı ve belki de en önemli sorular şunlar; Trump ne yapmak istiyor? İstediklerini gerçekleştirebilecek potansiyele ve güce sahip mi?

Buyurun en başından başlayalım…

10 Ocak 2025’te yeniden ABD Başkanı olarak seçilen Donald Trump 20 Ocak’ta resmen görevine başlar başlamaz tüm seçim kampanyası boyunca kullandığı “barış” söylemlerinin tam aksi istikametinde bir performans sergilemeye başladığını söyleyebiliriz.  Panama Kanalı, Grönland, Meksika Körfezi, Kanada ve şimdi de Gazze derken sadece iki hafta içerisinde Trump şimdiden birçok ülke ile ters düşmüş ve krize sebep olmuş durumda bile. Herkes tüm bu hamlelerin sebeplerini ve muhtemel sonuçlarını ölçüp tartarken meseleyi tek tek ele almakta fayda var.

Panama kanalı, 1880lerde Süveyş kanalını inşa eden mühendis tarafından yapımı ilk olarak planlanmış olsa da ardı arkası kesilmeyen salgın hastalık gibi felaketler sebebi ile kanalın inşa süreci 22.000 çalışanın hayatını kaybetmesinin akabinde sekteye uğramıştı. Ardından Theodore Roosevelt’in döneminde olaya el atan ABD’nin kontrolünde kanal nihayet 9000 işçinin daha hayatını kaybetmesinin ardından 1914 de hizmete açılmıştı. İşte Başkan Trump ’un bilhassa işaret ettiği yer de tam burası; kanala yapılan yüksek miktarda yatırım ve yaşanan can kayıplarına karşın kanalın Panama kontrolüne bırakılması ve hatta Trump’ın iddiasına göre Çin’in kanal üzerinde hakimiyet kurması…

Bu noktada Trump söylemini kanal tarafından ABD’ye uygulanan ücretlendirme ve kanalın üzerindeki Çin kontrolünün üzerine inşa etmekte. Tabi ki bir iş insanı gözüyle de hadiseleri değerlendiren yeni başkan, kanalın kontrolünün Panama’ya bırakılmasını da büyük “hata” olarak görmekte ve kanalda Çin menşeli şirketlerin varlığından da büyük rahatsızlık duymakta. Tabi tüm mesele bundan ibaret değil. Panama kanalının iki büyük okyanusu birbirine bağlayan stratejik konumunu da akılda tutmakta fayda var. Stratejik konumu ve ticari getirisinin önemini de işin içine katarsak deyim yerinde ise Trump parayı verenin düdüğü çalmasını istiyor, zira düsturu “Make America Great Again!”

Gelelim Meksika Körfezinin adının değiştirilmesi mevzusuna…

Yüzölçümü 1,6 milyon kilometre olan ve adı 400 yıldır Meksika Körfezi olan bölge ABD’nin Florida eyaletinden, Meksika’nın Yucatán eyaletine kadar uzanan stratejik bir körfez. Yeni Başkanın görevinin ilk günü imzaladığı kararname ile verilmek istenilen mesaj nedir diye düşünüldüğünde akla gelen il cevap “gövde gösterisi” olabilir. Seçim kampanyası boyunca tekrar tekrar dile getirilen ABD’nin küresel sistemde itibarının yükselmesi gerektiği ve bilhassa Trump’ın yemin töreninde sarf ettiği Amerika’nın “altın çağı” söylemlerinin yanı sıra “ABD’nin düşüşünün sonu” söylemlerinin sahaya yansımaları olarak da değerlendirilebilir.

İlginizi çekebilir!  New America – Coşkun Başbuğ

Ayrıca Meksika Körfezi’ni Amerika Körfezi olarak yeniden adlandırma girişimi, Trump’ın özellikle vurguladığı yeni dönem yükselen ABD milliyetçiliği, ekonomik çıkarlar ve küresel siyasi alanda “sert çocuk” olma istediğinin bir tezahürü olarak karşımıza çıkıyor. Uluslararası düzeyde tanınması muhtemel görünmese de bölgedeki tarihsel kimlik ve hali hazırda Meksika sınırında var olan gerilimlerin de ışığında durumun daha çekişmeli hale gelmesi oldukça muhtemel gözükmekte.

Grönland meselesi…

Peki nereden çıktı bu Grönland meselesi? Trump zikretmeden önce birçoğumuzun havsalasında pek de yer tutmayan bu buzul toprak parçası aslında küresel siyasette oldukça stratejik bir noktada duruyor. İlk yerleşim izlerinin M. Ö 2500 yıllarına kadar dayandığı ve tarih boyunca yerli İnuit halklarının yaşadığı bu ada, 10.yy. da Vikinglere ve İskandinav kolonilerine de ev sahipliği yapmıştır. 1721’de Danimarkalı misyonerler tarafından ziyaret edilmiş ve Grönland 1814’te Danimarka’ya bağlanmıştır. Ve tabi sonrasında 1979 da özerk hale gelmiştir. Tabi soğuk savaş sırasında Danimarka’nın Alman işgaline uğramasının akabinde telaşlanan ABD’nin adayı Almanlara kaptırmama çabalarını da eklemekte fayda var.

Bu gelişmelerin akabinde 2. Dünya Savaşı sonrası adaya konumlandırılan ABD, Thule Hava Üssünü de unutmamak gerekli yani ABD’nin Grönland merakı pek de yeni sayılmaz. Aslında daha da geriye gidersek meselenin evveliyatını bilmekte de fayda var, 2019 yılında Trump’ın un Grönland’ı satın alma denemesinden çok daha önce 1946 yılında Başkan Truman Danimarka’dan 100 milyon dolar karşılında Grönland’ı satmasını teklif etmişti. Hatta biraz daha geriye gidersek 1867 yılında Alaska’nın Rusya’dan satın alınması sırasında bu fikir ilk olarak gündeme gelmişti fakat dönemin dış işleri bakanı William Seward İzlanda ve Grönland’ı ABD topraklarına katmayı düşünmesine rağmen girişim başarısız olmuştu.

Bu kadar tarihi bilgiden sonra gelgelelim meselenin aslına…

Mevzunun ayyuka çıkmasının akabinde tüm analizlerde gördüğümüz “Grönland’ın “keşfedilmemiş hidrokarbon yatakları” ve “nadir elementler” konularının yanı sıra asıl mesele soğuk savaş sırasında da stratejik bir önemi olan adanın ABD savunması için önemi ve en önemlisi eriyen buzullar ile yeniden şekillenen Arktik deniz ticaret yollarına erişim noktasındaki adanın stratejik önemi. Tüm dünyanın henüz önemini kavrayamadığı Arktik bölgenin eskiye oranla %30 daha hızlı ısınıyor olması hasebi ile ortaya çıkan ve çıkmaya aday yeni deniz ticaret yollarına erişim de yine ABD’nin bölgeye olan iştahını kabartmakta zira ortaya çıkan yeni deniz ticaret yolları Süveyş ve Panama Kanallarına kıyasla lojistik maliyetlerini oldukça azaltabilir ve ulaşım noktasında mesafeleri kısaltabilir.

İlginizi çekebilir!  Trump'tan Rusya'ya Yaptırım ve Vergi Tehdidi

Önce Rusya sonra Çin’i uzun süredir kendine rakip gören ABD’nin karşısına son zamanlarda Panama Kanalı dahil her yerde çıkan Çin, tabi ki Grönland de devam eden inşaat projeleri de dahil olmak üzere birçok projede aktif olarak yer almakta. Bununla beraber 2018 yılında Çin Hükümetinin yayınladığı “Beyaz Kitap” ile Çin, kendini “yakın Arktik Ülkesi” olarak tanımlayarak Arktik Bölge’nin kendisi için ne denli önemli olduğunun da altını çizmiştir. İklim değişikliği sebebi ile ortaya çıkan yeni alternatif ve düşük maliyetli ticaret rotaları da Çin tarafından dikkatle izlenerek Arktik deniz ticaret yollarını da ” kutup ipek yolu” olarak nitelendirerek Kuşak Yol projesine eklemlenmiştir.

Yine Çin’in bölgedeki Arktik deniz ticaret yolları için buzkıran ürettiğini ve Arktik Bölgede Rusya ile ortak çalışmalar içerisinde olduğunu hatırlamakta fayda var. Tüm bunları ve Arktik bölgeye erişim noktasında Grönland’ın stratejik önemini de üst üste koyduğumuzda, Trump’ın Grönland ısrarının sebebi çok daha net bir şekilde anlaşılabilir zira Grönland hidrokarbon yataklarının yanı sıra Rusya ve Çin’e karşı kullanılabilecek ticari ve askeri stratejik öneme sahip. Özetle meseleyi sadece hidrokarbon meselesi olarak ele almak oldukça yüzeysel bir değerlendirme olacaktır.

Son olarak günlerdir gündemde olan Trump’ın akıl almaz “Gazze” söylemi…

Akıl almaz kelimesi bu konunun absürtlüğünü tarif etmek için oldukça yetersiz kalsa da bu söylem yukarıda anlattıklarımızdan pek de farklı bir yerde durmuyor, yani Trump’ın küresel düzende ABD’yi tekrar tek süper güç yapma çabaları ile gayet uyumlu. Bu öyle bir söylem ki tüm konuyu orada yaşam ve var olma mücadelesi veren insanları tamamen yok sayarak aksettiriyor ve hiç utanmadan bölgeden yazlık bir liman ve geçeğin “riviera”sı olarak bahsediyor. Filistinlilerin başka ülkelerde “barış” içinde yaşayabileceklerini söyleyerek kendince hatta “iyilik” bile yapıyor… Hiçbir insani, hukuki ve ahlaki temele dayanmayan bu apokaliptik söylem ne yazık ki Trump’ın yeni dış politika ve küresel sisteme ABD’nin yeri söylemi ile uyumlu.

Trumpokalips dönemi

Tüm yukarıda işaret ettiğimiz konuların aslında tek odak noktası Trump’ın dünyayı sürüklemeye çalıştığı yeni Trumpokaliptik “ben yaptım oldu” minvalindeki yeni Trump 2.0 döneminin ayak sesleri ve kendince yorumladığı “MAGA” anlayışının sahadaki yansıması. Panama Kanalı konusundan tutun da Grönland ’den ve hatta Gazze’ye kadar tüm bu hamleler bize yeni döneminde Trump’ın barış söyleminin içinin çok farklı bir düşünce ile dolu olduğunu gösterirken baskı, tehdit ve ekonomik yaptırımların yanı sıra ben yaptım oldu zihniyetiyle işleri yürütme eğiliminde olacağının yani kaotik bir “Trumpokalips” döneminin eşiğine olduğumuzun sinyallerini de vermekte.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.