ceyhun bozkurt kapak 2025

Ceyhun BOZKURT – 17 Şubat 2025

 

Yıllar önce Yeniçağ gazetesinde çalışırken “Kanlı Tesadüf” diye bir haber yapmıştım. Danıştay 2. Dairesi üyelerine yönelik 17 Mayıs 2006 tarihinde yazdığım haberde, dönemin İçişleri Bakanı’nın görev yaptığı dönemlerdeki son derece sarsıcı suikastlara atıf yapmıştım. Sonra bir başka meslektaşım(!) Hrant Dink suikastı sonrasında benim haberimi kopyala yapıştırla almış, sadece Dink suikastını ekleyerek benim yazıyı imzasını atarak “güncellemişti”.

Türkiye ve dünyada böyle çok sayıda tesadüf (!) olduğuna eminim. Suikastlarda, terör saldırılarında, toplumu sarsan olaylarda…

Eski ABD Başkanı Roosevelt’e atfedilen söz gibi… Uluslararası ilişkilerde, istihbarat dünyasında, siyasette tesadüf değil, önceden planlanmış şeyler söz konusudur.

Geçmişe bakalım… Türkiye’yi sarsan tüm terör saldırıları, suikastlar, toplumsal olaylara bakın… Ya o dönemde, ya o gün(lerde) önemli bir hamle yapılıyordur. Ama bir saldırı, eylem vb. olay, tüm bağımsız politikayı alt üst edebilir.

Türkiye maalesef çok sayıda böyle saldırıya maruz kaldı. Ne zaman bağımsızlık adımı atsak, bir ya da birkaç gün sonra ağır saldırıya uğradık. Bunlardan bazılarını alt alta sıraladığımızda aslında 15 Temmuz’da nasıl büyük bir tehdidi püskürttüğümüzü görüyoruz. Etkilerini kırdığımız halde 23 Ekim’de TUSAŞ’ta terör saldırısı yapabildiler.

Özellikle son 30 yılda yaşadığımız bazı olayları alt alta sıraladığımızda, Türkiye’nin daimi bir saldırı altında tutulduğunu anlıyorsunuz. Sıralayacak olursak:

MUAVENET’İN VURULMASI:

Çekiç Güç, Irak’a ilk ABD saldırısı sonrasında, Irak’ın kuzeyindeki Kürtleri koruma gerekçesiyle bölgemize yerleşmesinden itibaren hep tartışma konusu oldu. Terör örgütü PKK’ya destek verdiğine yönelik raporlar basına yansımış, Türk ordusunda ve milletinde ABD-İngiliz-Fransızlara yönelik büyük tepki oluşmuştu. Ancak her ne hikmetse her Haziran ve Aralık ayında gücün görev süresi 6 aylığına uzatılmıştı. 1992 yılı, Çekiç Güç tartışmalarının en yoğun olduğu yıllardan biri olmuştu. Daha yılın başında Çekiç Güç’teki ABD helikopterlerinin Cudi Dağı’ndaki PKK terör örgütü inlerine yardım malzemeleri attığının ortaya çıkması, bütün okları bu melanet güce çevirmişti. O yılın 26 Haziran’ında Çekiç Güç’ün görev süresi 6 ay daha uzatılmıştı.

Sonraki oylama 6 ay sonraydı, yani Aralık ayında. Tartışma Haziran’dan hemen sonra “neden uzatıldı” olarak başlamış, “artık uzatılmamalı” diye devam etmekteydi.  Cumhuriyet gazetesi “Irak’ta Kürt Devletine Doğru” manşetiyle çıkmış, yanında “Çekiç Güç bölgeden çekilsin” başlıklı haberinde uzmanların açıklamalarına, bu gücün yıkıcı faaliyetlerine dikkat çeken bilgilere yer vermişti. Gazetenin haberinde isim verilmeden askeri yetkililerin görüşüne de başvurulmuş, “Çekiç Güç’ün faaliyetleri Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde de rahatsızlık yaratıyor” mesajı verilmişti. Askerin mesajı şu satırlarla verilmişti: Orduda kimi çevreler, Çekiç Güç’ün “olası bir Kürt devleti” hazırlığı içinde olduğunu öne sürerken, bu gücün PKK’ya destek verdiği ve yardım ettiği yolunda da kuşkular olduğunu bildirdiler.

Üst düzey bir askeri yetkili, bu konudaki tedirginliğini, “Ben tek bir Amerikalı bile görsem, ondan kuşkulanırım” şeklinde ifade ederken, bir başka askeri yetkili de, “Zaten kuşkularımız nedeniyle Zaho’daki karargaha Türk subayları yerleştirdik. Tüm uçuşlarına mutlak surette bir Türk subayı katılıyor” diye konuştu.

Tesadüfün (!) Böylesi - Ceyhun Bozkurt

Bu haberlerin yapıldığı günlerde, aktardığımız manşetten de iki gün sonra, yani 2 Ekim 1992 tarihinde yayın organlarının haber merkezlerine şu bilgi geçmeye başladı: ABD uçak gemisi Saratoga, beraber NATO tatbikatı yaptığı Türk savaş gemisi Muavenet’i vurmuştu.  Muhribimizde vurulan şerin Kaptan Köşkü ve Sancak tarafı olması da dikkat çekiciydi. Başta gemi kaptanı Deniz Kurmay Yarbay Kudret Güngör olmak üzere 5 askerimiz şehit oldu. ABD tarafından “kaza” diye açıklanan saldırının kaza olmadığı açıktı. Türkiye Çekiç Güç’e tavır aldığı, terörle mücadelede gerilla harbine uygun bir konsept değişikliğine gittiği, dönemin Genelkurmay Başkanı’nın Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki denetimden yeni döndüğü bir dönemde bu saldırı gerçekleşti. Kaza değildi. Çünkü Muaveneti vuran Sea Sparrow füzesinin ateşlenmesi için çok sayıda aşamadan geçmesi, üstüne üstlük ateşlendikten sonra da yönlendirilmesi söz konusudur. Ayrıca füzenin ateşlenme mekanizmasına getirilmesi için hiçbir tehdit unsuru yoktur. Yani kaza ile değil, bile isteye ateşlenmiştir.

İlginizi çekebilir!  ABD'de nitrojen gazıyla ilk idam

GAZİ OLAYLARI

Türkiye, Eşref Bitlis’in şehadetinden sonra, bölgede ağırlıklı olarak ABD planlarına direnişe geçmişti. Terörle mücadelede ABD’ye rağmen adımlar atıyordu. Bu adımlardan biri sınır ötesi harekatlardı. Türkiye, 1995 yılının Mart ayında tarihinin en büyük sınır ötesi harekatına hazırlanıyordu. Harekatın adı Çelik-1’di. 1993-1995 (Ağustos) tarihleri arasında Hakkari Dağ ve Komando Tugay Komutanlığı görevini yürüten emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu, yazdığı “Unutulanlar Dışında Yeni Bir Şey Yok” kitabının 285. sayfasında şu bilgileri aktarmıştı:

Kuzey Irak’a yapılacak olan genel operasyonun adı Çelik-1’di ve 10 Mart 1995 günü başlayacak, 6 Tugay, 35000 asker katılacaktı.

Ancak bölgede süren yoğun yağış, harekatın birkaç gün ertelenmesine neden olmuştu. Yeniden hazırlıklar başladığında Türkiye’de çok büyük bir kargaşa patlak verdi: Gazi Olayları. Bu karışıklığı aktarmadan önce, bu politikalarımızın müttefikimiz (!) ABD’yi pek memnun etmediği çok açıktı. ABD ve Amerikan ordu yayınlarına, Türkiye ile ABD arasındaki gerilim açık veya üstü kapalı olarak ifade ediliyordu.

Olaylardan önce ABD medyasındaki bazı ilginç açıklamalar, yazılar şöyle:

  • Şubat 1995’te CNN’e çıkan bir CIA görevlisine moderatör “Siz ajanlarınızı bir yere yığarsanız orası karışacak demektir. Söyleyin bakalım hangi ülke karışacak?” sorusunu yöneltti. CIA görevlisi bu soruya “Türkiye” diye yanıt verdi ve şöyle devam etti: “Önümüzdeki dönemde dünyanın en çok karışacak ülkesi Türkiye’dir. Siz bunun henüz farkında değilsiniz, ama şu anda Türkiye gizli servislerin ajandasında bir numaraya yerleşmiştir.”
  • Mart 995 başında The New York Times gazetesinde John Darnton, şöyle yazdı: “…Türkiye, 1923 yılından bu yana en ciddi dönüm noktasında; Batı karşıtı irtica hareketi güçleniyor. Kıbrıs sorunu Türkiye’nin başına bela. Türk yetkililer büyük bir Alevi ayaklanmasından korkuyor…” Bu yazının özeti aynı gün International Herald Tribune gazetesinde yayımlandı.
  • Aynı dönemde küresel finans çevrelerinin yayın organı The Wall Street Journal’de Peter Waldman imzalı yazı ise adeta Gazi Olaylarının habercisi niteliği taşıyordu: Aleviler ve Sünniler Anadolu köylerinde yıllardır birbiriyle çatışıyor. Türkiye nüfusunun üçte biri Alevi. Türkiye’de 20 milyon Alevi var. Atatürk’ün demir pençesi ve laiklik adı altında Aleviler sindirildi. Şimdi Alevilik tekrar uyanıyor. Eskiden kapalı perdeler ardında, evlerde yapılan Alevi ayinleri açığa çıktı. Sünnilerin Refah Partisi’ne karşı kurulacak bir Alevi Partisi, iç savaş demektir…
  • Merkezi Washington’da bulunan, CIA tarafından denetlediği bilinen Mediterranean Affairs şirketi tarafından yılda dört kez yayımlanan Mediterranean Quarterly isimli derginin 1995 kış (Aralık-Ocak-Şubat) sayısında Obrad Kesic imzalı yazı da, adeta CIA’nın eylem bilgisi gibiydi: “ABD Dışişleri Bakanı Warren Christopher, 30 Eylül 1994 tarihinde Türkiye’ye, temel insan haklarına taahhüt ve sorumluluğuna karşın Kürt bölücülere karşı savaşı sürdürmemesi uyarısında bulundu. (…) Türkiye’nin Kürtler ile olan sınırını sıkı denetim altına almasından önce, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Peter Tarnoff, Türk hükümetinin gittikçe ulusallaşan ve işbirliğinden uzaklaşan tutumundan dolayı, Washington’un duyduğu hoşnutsuzluğu belirten bir mesaj iletmek üzere Ankara’ya gönderildi… Türk hükümeti bölgesel konularda genellikle Amerikan çıkarlarına ters düşen bir şekilde, kendi yönünü tayin etmeyi sürdürdükçe, ABD ve Türkiye arasındaki ilişkiler bozulmaya devam edecektir.”
İlginizi çekebilir!  Stop Angeles – Coşkun Başbuğ

Görüldüğü üzere ABD’nin Gazi Olaylarından önce adeta Türkiye’yi “benim politikalarımı bozacak şekilde bağımsız hareket etme yoksa içini karıştırırım, Türk ile Kürt, Alevi ile Sünni çatışması çıkarırım” mesajları göndermiş.

O tarihte şifreli maçların izlenmesi için vatandaşlar kahvehaneleri dolduruyordu. Gazi mahallesindeki kahvehaneler Galatasaray maçı dolayısıyla 12 Mart akşamı doluydu. 4 kıraathane ve bir pastaneyi hedef alan saldırı bu saatlerde gerçekleşti. Saldırıda 2 vatandaşımız hayatını kaybetti. Ölenlerden biri saldırganların aracını gasp ettiği taksici, bir diğeri ise Doğu Kıraathanesi’nde oturduğu sırada kurşunların hedefi olan Halil Kaya’ydı. Kaya, yaşlı bir vatandaşımızdı. Kimsesi yoktu, fakirdi. Çevredekiler ona dini anlamda değil, yaşından dolayı “dede” diyordu. Ancak dönemin Amerikancı medyası son dakika haberlerinde “Bir Alevi dedesinin öldürüldüğünü” duyurunca İstanbul’daki Alevi vatandaşlarımız Gazi Mahallesine akmaya başladı. Kurşunları sıkanlar da, olayları bu şekilde duyurup gerilimi tırmandıranlar da aynı merkezden emir almışlardı. Bir tarafta polisimizin içine sızan gladyo unsurları diğer tarafta vatandaşlarımızın içine sızan terör örgütleri. Devleti ve milleti karşıya getirmeyi amaçlayan büyük provokasyon günlerce sürdü. Olayların durdurulmasında etkili olan dönemin 1. Zırhlı Tugay Komutanı Tümgeneral Rıza Küçükoğlu, yıllar sonra konuştuğu bir belgeselde olaylarda yabancı servislerin etkili olduğunu söylemişti.

Amaç terörün ve bölünme senaryolarının belini kırmak isteyen Türkiye’ye zarar vermekti.

ULUDERE, UĞUR MUMCU SUİKASTI…

Daha birçok olayda bunu yaşadık. Uludere bombalamasının olduğu gün, Türkiye ile Rusya arasında Rus gazını Karadeniz’den Avrupa’ya taşıyacak Güney Akım imzaları Moskova’da atılmıştı. Ayrıca TSK’ya sızan FETÖ militanlarına rağmen yoğun bir şekilde PKK terör örgütüyle mücadele yürütülmeye başlamıştı. Ancak bir anda Amerikan Silahlı İnsansız Hava araçlarından gelen sözde istihbarat ve TSK içinde Hava Kuvvetleri’ne sızmış bulunan FETÖ militanlarının etkisiyle kaçakçılar, terörist diyerek bombalandı. Normalde çok az kişiyle yapılan kaçakçılık faaliyetinin yoğun kalabalıkla yapılması da dikkat çekici.

Yine Gazeteci Uğur Mumcu katledildiği dönemde ABD-İsrail ile PKK arasındaki ilişkiyi araştırıyor, ayrıca o tarihlerde dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, Suriye ile problemleri çözmek için adımlar atıyor, ABD ise Irak’ı, Bağdat’ı bombalıyordu. Türkiye’nin ABD’ye tavır almaya çalıştığı, bağımsız güvenlik ve bölge politikaları üretmeye çalıştığı günlerdi. Hatta ile ülke arasında ilginç bir İncirlik krizi de vardı. Cumhuriyet tam da suikast günü 24 Ocak 1993 tarihinde, birinci sayfasından şu habere vermişti:

Tesadüfün (!) Böylesi - Ceyhun Bozkurt

Cumhuriyet gazetesi, 24 Ocak 1993

Bütün bunları, ABD’ye karşı bağımsızlık mücadelemizin önemli isimlerinden dönemin Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis ve silah arkadaşlarının yıldönümü olması nedeniyle hatırlattım. Bize “kaza” olarak yansıtılan ama bütün verilerin suikast olduğunu gösterdiği şehadetleri öncesinde Bitlis Paşa, Çekiç Güç’ün ve sözde müttefiklerimizin terör destekçiliğine karşı etkin mücadele yürütmüştü. Raporlarla ve sahadaki eylemliliğiyle Eşref Bitlis Paşa, Türk bağımsızlığının simge isimlerinden oldu.

17 Şubat 1993’te, ABD’nin emperyalist planlarına karşı Diyarbakır’da yapacakları bir toplantı için havalanan uçağı kalkıştan hemen sonra Ankara Yenimahalle’de PTT bahçesine düştü. Türkiye’ye gelirken Kuzey Kutbu’ndan geçerek gelen uçak, Ankara’da buzlanmadan (!) dolayı düşmüştü. Bizlerin inanmasını beklediler. İnanmadık, inanmayacağız.

Daha detaylı bir yazıda bu mücadeleyi aktaracağız. Eşref Bitlis Paşa ve silah arkadaşlarını rahmet, minnet ve dua ile anıyorum.

Mekanları cennet olsun.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.