celalettin yavuz kapak 2025

Prof. Dr. Celalettin Yavuz Güvenlik Politikaları Uzmanı, 8 Mart 2025

 

Avrupa’yı iyice köşeye sıkıştırmaya başlayan ABD’de Trump yönetimi, NATO ülkelerini GSYİH’larının %5’ini savunma harcamasına ayırmaları yanında, son olarak bunu yapmayan olursa Rusya’yı o ülke üzerine saldırması için teşvik edebilecekleri tehdidiyle de tedirgin etmeyi sürdürdü. Bu durumda “Avrupa daha uzun bir süre aciz kalabilir mi? Avrupa’nın elinde un var, şeker var, yağ var ama helvayı yapacak usta yok! Ustanın adı mı? Uzlaşma ve kararlılık!” diye düşünülerek ve Türkiye de dahil edilerek bu konu analiz edildi.

Trump’ın Tekrarlanan Tehdidi ve Avrupa’nın Uzun Yıllar Süren Aymazlığı

Trump, 2017-2021 dönemindeki başkanlığı sırasında da NATO ülkelerini GSYİH’larının %2’sini savunma harcamasına ayırmaları konusunda uyarmıştı. Bilindiği üzere bu karar aslında Obama döneminde, NATO’nun 2014 Galler Zirvesi sırasında alınmıştı. Aradan yaklaşık sekiz yıl geçtikten sonra, hele de Şubat 2022 sonlarında Rusya’nın Ukrayna saldırısı ve NATO ülkelerinin çoğunun Ukrayna’ya desteğiyle birlikte görüldü ki, bu %2’lik oran bile yeterli değildi. Hatta savaş başladığı sırada GSYİH’nın %1.2 civarında savunma harcaması yapan Almanya, bu maksatla 100 milyar avroluk ilave destek sağlayacağını da açıklamıştı.

Temmuz 2024’te Washington’da gerçekleştirilen NATO zirvesinde ise dönemin NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, GSYİH’nın %2’nin bile az olacağını, bunun asgari hedef olması gerektiğini ifadeyle daha fazla harcamaya olan ihtiyacın altını çizmişti.

Rusya-Ukrayna savaşının ilk üç yılı sırasında Avrupa ülkeleri 106 milyar avro tutarında askeri desteği Ukrayna’ya verirken, ABD tek başına bu miktara yakın yardımda bulunmuştu. Avrupa’nın desteğinin çoğu “kredi desteği”, yani “borç” iken, ABD’nin yardımları ise hibe şeklindeydi. Ancak Trump, bu miktarı 3 katından fazla arttırarak, ABD’nin askeri desteğinin 350 milyar doları bulduğunu iddiayla bunun geri ödemesi için de Ukrayna’nın nadir toprak elementlerinin işletmesini istedi.

Trump, ayrıca NATO üyelerinden GSYİH’larının %5’ini savunma harcamasına ayırmalarını söylerken, tehdit de etti. Şayet bu yapılmazsa NATO üyelerinden herhangi birine bir saldırı durumunda NATO Antlaşması’nın 5’nci maddesine uymayabileceklerini söyledi. Yani bu maddeye göre bir NATO ülkesi saldırıya uğrarsa, tüm NATO ülkeleri Üç Silahşörler gibi “Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için!” diyerek, saldırıya uğrayan üye ülkenin yanında yer almayı taahhüt emiş iken, artık bu taahhüt yerine getirilmeyecekti.

Trump, buna ilaveten, istediği olmazsa, Rusya’yı, gerçekleştirmeyen ülke üzerine saldırmaya teşvik edebileceği tehdidini de ekledi. Acaba Rusya Trump’ın söylemiyle bu  gaza gelebilir mi?

Aslında Avrupa’nın Trump’ın tehditleri veya müttefiklik ruhuna aykırı hareketleriyle ilk karşılaşması da değil. Hatırlanacağı üzere Temmuz 2019’da Türkiye’nin, Fırat’ın doğusundaki Suriye’nin kuzeyinde, PKK terör örgütünün uzantısı PYD/YPG’ye askeri harekatı sonrası Trump yönetimi müttefiklerine haber vermeksizin Suriye’deki askerlerinin çoğunu çekmişti. Bu gelişme üzerine Fransa Cumhurbaşkanı Macron da “NATO’da beyin ölümü gerçekleşti!” diyerek çok tartışılan bir konuya çanak tutmuştu. Hatta o dönemde Avrupa’da Türkiye’nin NATO üyeliği bile sorgulanır hale gelmişti.

Sultan IV. Murat: “Bugün yardım alan, yarın emir de alır!”

Trump yönetiminin Ukrayna’yı adeta bir paçavra gibi kenara atarak, Rusya ile olası bir barış görüşmesi öncesinde pazarlık gücünü oldukça düşürmesini hayretler içerisinde izleyen Avrupa, bir taraftan Avrupa’nın kendi öz savunması için neler yapılabileceği üzerinde çabalıyormuş gibi görünürken, diğer taraftan özellikle İngiltere ve Almanya da hala Trump yönetimiyle bir uzlaşma arayışı içerisindeler.

Trump yönetimindeki ABD, “Güçlüyüm, o halde haklıyım!” düsturuyla en yakın müttefiklerini bile tehdit edebiliyor. En başta iki komşusu Kanada ve Meksika’yla ticaret savaşını başlatan ABD, aynı savaşı Çin’le de arttırarak sürdürüyor. Avrupa ülkeleri de her an bu savaşa dahil edilebileceği tehdidinde bulunuyor.

NATO müttefiki Danimarka’ya ait Grönland adasını eninde sonunda alacaklarını söylediği gibi, kuzey komşusu Kanada’yı da 51’nci eyalet yapma sevdasından vazgeçmediğini sıkça tekrarlıyor.

Trump, 5 Mart 2025’teki Kongre konuşmasında yurt içinde yaptıklarına ilaveten, ABD’nin “Adaletsiz Paris İklim Anlaşmasından yozlaşmış Dünya Sağlık Örgütünden ve Amerikan karşıtı BM İnsan Hakları Konseyi”nden çekildiğini açıkladı.

Dışişleri Bakanlığı, Savunma Bakanlığı ve istihbarat örgütlerinde maliyet düşürecek çalışmaları başlatan Trump yönetimi, tarihinde en yakın müttefik ülkesi olan İngiltere ile de köprüleri atmış durumda Daha önceleri seçilen başkanların ilk yurt dışı ziyaretleri İngiltere olurken, bu kez Trump Suudi Arabistan’ı ziyaret edecek. Gerekçesi de Suudi Prens Salman’ın ABD’de 1 trilyon dolarlık yatırım yapma sözüyle “ABD’ye çok iyi davranıyor” olması.

İlginizi çekebilir!  Sen De Haklısın - Planlama Notları - II

Aslında Trump’ın Avrupalı müttefiklerinden istekleri haksız da sayılmaz. Yıllardır Avrupa’nın güvenliği için bu kıtada askeri varlığı bulunan ABD, “Savunmanız için dünyanın savunma harcaması yapıyorum ama siz benim kadar duyarlı değilsiniz!” diyerek çıkışıyor. Tabii bu yardımın karşılığında, tutulmasını istediği “emri” de vermekten geri kalmıyor. Tıpkı Osmanlı sultanlarından IV. Murat’ın, yardım için gelen yabancı heyetler konusunda tereddüt eden Sadrazama “Verin lala. Bugün yardım alan, yarın emir de alır!” dediği gibi…

Avrupa Kendi Güvenlik Mimarisini Kurmaktan Aciz mi?

Dünyanın en uzun süreli, en etkili ve en güçlü ortak savunma örgütü NATO, gelinen günde entübe edilmiş bir hasta gibi can çekişiyor. Trump 4 yıl süreyle başkan. Ondan sonraki başkanın NATO’yu yeniden toparlamak isteyebileceği düşünülebilir. Ancak Cumhuriyetçiler, hele de bazı hallerde Trump’ı bile geride bırakan Başkan Yardımcısı Vence gibiler başkan seçilirse, en az 4 yıllık yeni bir dönem daha entübe edilmiş NATO’nun işlerliği söz konusu olamaz.

Trump sonrasında Demokratlardan bir başkan seçilse bile artık bu ABD’ye güven duyulabilir mi? Onun yerine acaba Avrupa “kendi söküğünü dikebilecek” hale gelemez mi?

Avrupa’nın dışında kendi güvenliğini sağlayabilmek için gerekli maddi kaynak, insan kaynağı, silah sistemleri üretimi ve teknolojiye sahip olan kaç ülke ya da topluluk var?

Avrupa’nın nüfusu 500 milyon civarında. GSYİH açısından dünyanın en zengin 20 ülkesi arasında Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, İspanya, Polonya, Hollanda var. G-7 ülkelerinden 4’ü (Almanya, Fransa, İngiltere ve İtalya) gene Avrupa’da. Bazı küçük ülkeler dışında hemen tüm AB ülkelerinin refah düzeyi dünya ortalamasının çok üzerinde.

Avrupa’da yukarıda sayılan ülkelere İsveç, Norveç, Finlandiya, Çek Cumhuriyeti, İrlanda, Belçika vb ülkeler de eklendiğinde görülecek ki, küresel teknoloji alanında da oldukça iyi bir konuma sahipler. Üstelik silah teknolojisinde de Fransa, İngiltere, Almanya, İtalya, İspanya ve Norveç hala gelişmiş ülkeler arasındadır. 2023 yılı küresel silah ticaretindeki ilk 10 ülke arasında ikinci sırada Fransa, 5, 6, 7 ve 8’inci sırada Almanya, İngiltere, İtalya ile İspanya gelmektedir.

Bu arada İngiltere ve Fransa aynı zamanda nükleer silahlara sahip ülkelerdir. Bir bakıma un, şeker ve yağ olduğu halde helva yapamayan bir Avrupa mevcuttur. Yani maddi kaynak, insan kaynağı, teknoloji ve silah sistemleri sanayii olan Avrupa, kendi güvenlik mimarisini oluşturmakta bocalamaktadır.

Avrupa’da Ortak Savunma Alanındaki Çabalara Örnekler

Aslında AB’de ortak güvenlik ve dış politika (ODGP) oluşturma çalışmaları 1993 Maastricht Antlaşması uyarınca rayına oturtuldu. Güvenliğin askeri yönünün ODGP’nin bir parçası şeklini alması bu antlaşma ile gerçekleştirildi. 50 bin kişilik bir Avrupa Kolordusu kurulması planlandı ancak 3000 kişilik bir kuvvet oluşturulabildi.

1998’de Saint Malo’da gerçekleştirilen İngiliz-Fransız zirvesinde Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği (AGSP)’nin Avrupa entegrasyon sürecine eklemlenmesi gerektiği belirtildi. Birlik bünyesinde gerektiğinde uluslararası krizlere müdahale edebilecek caydırıcı askeri kuvvetler ile desteklenen bir yapının ihdas edilmesi gündeme getirildi. Bu bağlamda 1999 Helsinki Zirvesinde İtalya, Fransa, Almanya ve İngiltere tarafından hazırlanmış olan “Askeri yapılar ve AB tarafından sevk ve idare” başlıklı belge kabul edildi. Gerekli karar alma mekanizmaları ve gelecekteki askeri kuvvet gücü belirlendi.

Bu askeri teşkilat içerisinde 2003 yılına kadar yaklaşık 60 bin kişilik bir gücün oluşturulması, 400 savaş uçağı ile 100 savaş gemisinin bu çerçeveye dahil edilmesi öngörülmüştü. Ancak bünyesinde kara, deniz, hava, jandarma unsurlarının da bulunduğu bu oluşum, AB’yi savunmaktan çok “barışı koruma, insani yardım, kurtarma operasyonları ve kriz bölgelerine yönelik acil müdahaleler” için öngörülmüştü.

AB üyeleri, Kosova krizinin zirveye çıktığı 1999 yılında ayrı bir AB politikası niteliğinde olan bir AGSP’ ye sahip değilken, 2003 yılından itibaren AGSP çerçevesinde Balkanlarda ve Avrupa kıtası dışında askeri ve sivil operasyonlar düzenleyebilecek imkan ve kabiliyetlere sahip oldu. 2007 Lizbon (Reform) Anlaşması’yla AGSP’yle ilgili hükümler ilk defa Birlik antlaşmalarında yer aldı.

İlginizi çekebilir!  İsrail… Ateşkes… Katliam… - Mustafa Yıldız

Daha sonra Kasım 2017’de AB’nin ortak bir askeri savunma oluşturma girişimi doğrultusunda oluşturulan Kalıcı Yapılandırılmış İşbirliği Savunma Anlaşması (PESCO) adıyla, çeşitli misyonlarda konuşlandırılmak üzere personel ve mühimmat alımı ile eğitim ve altyapı oluşturulmasını içeren bir örgütlenmeye gidildi. Ancak anlaşmaya katılım gönüllülük esasına dayanmakta, üye devletlerin katılımı zorunlu tutulmamaktadır. O dönemde İrlanda, Malta ve Portekiz kararsız kalırken, Danimarka ve AB üyeliğinden çıkma sürecindeki İngiltere PESCO’ya katılmayacaklarını açıkladılar.

AB içerisinde ortak karar alma mekanizması, ABD gibi federal ancak dış işlerinde merkezi yapıya sahip bir devlete göre çok farklıdır. Zira AB’nin dış politikasındaki aktörlerin çeşitliliği, üye devletlerin farklı konularda farklı dış politika tercihleri sebebiyle ortak karar almakta sorun yaşanmaktadır.

Bu bağlamda verilecek örnekler arasında Fransa ve İspanya’nın “Akdeniz için Birlik” projesine Almanya ve Polonya temkinli yaklaşırken, Almanya-Polonya ikilisinin “Doğu Ortaklığı” (Azerbaycan-Moldova-Ukrayna-Belarus-Gürcistan-Ermenistan’la) Fransa ve İspanya temkinli yaklaşmaktadır. Rusya-Ukrayna savaşında Macaristan ve Slovakya farklı telden çalarken, İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki vahşetine İrlanda ve İspanya kaygısız kalamamıştır.

Avrupa – Türkiye Arasında ‘Ortak Savunma’ İşbirliği Mümkün mü?

Türkiye her ne kadar AB’nin siyasi ve ekonomik karar alma süreci dışında bırakılsa da, NATO üyesi olması sebebiyle büyük ölçüde Avrupa’yla “ortak savunma” içerisindeymiş gibi görülebiliyordu. Ancak soğuk savaş sonrası gelişmeler, Avrupa için Sovyetler ve Varşova Paktı gibi çok ciddi bir tehdidin ortadan kalkmasıyla Avrupa, Türkiye’ye sığınmacı krizlerinde ve Ortadoğu’dan olabilecek mülteci akımlarında bir tampon ülke gibi görmenin dışında bakmadı. Türkiye’yi 45 yıl oyalayan ve çok büyük kaynak kaybı ile insan kaybına sebebiyet veren terör örgütleriyle mücadelesine bırakın destek olmayı, zaman zaman köstek bile oldu.

Gelinen günde, uluslararası güvenlik politikaları alanında çalışmaları ile bilinen “Kopenhag Okulu”nun tanımladığı gibi, aslında Avrupa için dışarıdan olası bir tehdit yok iken, özellikle ABD ve İngiltere’nin algı yönetimiyle bir “güvenlikleştirme” çabası meyvelerini verdi. Yani aslında Avrupa için tehdit olmayan Rusya, bu güvenlikleştirme çalışmalarıyla tehdit haline getirildi. Rusya’ya rağmen “Kadife Devrimler” ile Sovyetlerden ayrılan Gürcistan ve Ukrayna gibi ülkelerde yönetim değişiklikleri ve verilen sözlere rağmen bu iki ülkenin ısrarla “Doğuya doğru genişleme” prensibi doğrultusunda NATO’ya üye yapılmak istenmesi, sonunda Rusya’yı tehdit haline getirdi.

Son Rusya-Ukrayna savaşından sonra Türkiye, her ne kadar tarafsız kalmışsa da, bölgede Rusya’ya karşı ortak savunmada yararlanılabilecek en belirgin güç olarak sahneye çıktı. Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin rayına girmesi, Türk Dünyası-Türkiye ilişkilerinde giderek artan yoğunluk, Suriye’deki rejim değişikliği sonrası Türkiye’nin üstlendiği rol, PKK terör örgütünün tasfiyesi için daha önceki girişimlere nazaran çok daha umutlu başlangıç ve başta İHA/SİHA’lar olmak üzere, Türk savunma sanayiinin son yıllardaki belirgin atılımları dikkate alındığında, üstelik ABD’nin ardından sayıca en büyük silahlı kuvvetlere sahip olması, AB açısından tüm netliğiyle görülebilmektedir.

AB, Türkiye’yi de içine alan bir “Avrupa Güvenlik Mimarisi” yoluna gider mi? Büyük bir ihtimalle evet. Ancak bu kez Türkiye hemen atlamamalıdır. Türkiye’nin aslında güvenliği açısından Avrupa’ya çok fazla ihtiyacı yoktur. Ancak Trump’ın başlattığı “Ticaret savaşları”, AB’ye örgütlenme şeklinde bağlanmayan Türkiye’ye ekonomik açıdan ciddi hasarlar verebilir. Zira Türkiye’nin en büyük kısmı ihracat olmak üzere, ticaretinin neredeyse yarısı AB ülkeleriyledir. Bu arada AB ile ortaklık sayesinde, Türkiye’deki olası terör olaylarının en azından “dost” ülkeler tarafından desteklenmesi önlenebilecektir.

Sonuç

Avrupa, eninde sonunda yeni bir güvenlik mimarisi kurma yoluna gidecektir. Zira artık ABD’nin güvenilir müttefikliği büyük hasar almıştır. En azından ekonomik ve askeri açıdan güçlü ülkeler bu yola gider ve giderken de diğerlerini ikna edebilirler. Bu tür bir oluşumda Türkiye’ye biçilecek rol NATO’da olduğu gibi sadece “askeri” ittifak şeklinde değil, AB üyeliği gibi sağlam bir bağla ortak edilirse kabul edilmelidir.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.