
Prof. Dr. Celalettin Yavuz Güvenlik Politikaları Uzmanı, 24 Şubat 2025
Almanya’da 23 Şubat 2025 günü erken genel seçimler yapıldı. Sürpriz sayılmayan sonuçlar olsa da oldukça güç olacağı anlaşılan bir koalisyon hükümeti kurulacak gibi. Genellikle demokrasi bilincinin yerleşik olduğu ülkelerde iktidarlar erken genel seçimlere özellikle ekonomik alanda güçlük çekilen dönemlerde giderler. Yani her ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmak yerine, halkın ve ülkenin yararına erken genel seçim kararı alınır. Almanya’da da bu yaşandı.
Koalisyon Hükümetinin Başbakanı (Şansölye) Scholz, koalisyon ortağı FDP lideri ve aynı zamanda Maliye Bakanı olan Christian Lindner’i Kasım 2024 ayı başlarında görevden azledince erken genel seçimlerin önü açıldı. Avrupa’nın ve dünyanın önemli ekonomik güçlerinden biri olması yanında Türkiye’nin en büyük ihracat ülkesi de olan Almanya’da aynı zamanda 4 milyonu aşkın Türkiye kökenli insan yaşamaktadır. Bu özetlenen hususlardan da hareketle Almanya’da erken genel seçimlere gidiş süreci ve kurulacak olası hükümet üzerine bir analiz hazırlandı.
Almanya’da ‘Ampul’ Olarak Adlandırılan Hükümetin Zafiyeti Nelerdi?
Sosyal Demokrat SPD’nin en büyük ortak olduğu “SPD-Yeşiller-FDP (Liberaller)” koalisyon hükümeti, ya da temsil ettikleri renkler (Kırmızı-Yeşil-Sarı) sebebiyle trafik lambasını andırdıkları için “lamba veya ampul” olarak da çağrılan hükümet, belki de II. Dünya Harbi’nden sonra Almanya’da kurulan en silik, yurtiçinde olduğu kadar uluslararası sorunlarda da çözüm konusunda en etkisiz ve başarısız bir hükümetti.
Türkiye’de genellikle koalisyonun Başbakanı (Şansölye) Scholz basiretsiz gibi gözükse de, aslında koalisyonu oluşturan Yeşiller ve Liberallaer de çok farklı değildi. Uluslararası ilişkiler ve güvenlik politikaları açısından bakıldığında da bu koalisyon hükümetinin sınıfta kaldığı rahatlıkla söylenebilir. Yani “Trafik Lambası” hükümeti yurt içinde olduğu gibi yurt dışında da en azından 1970’li yıllardan beri alışık olunan etkin Alman dış politikasından çok uzaktı. Başka bir ifadeyle hükümetin Yeşiller Eşbaşkanı Bayan Baerbock dışişleri bakanı olarak son derece silik ve Almanya’da alışık olunan kişilikli bir dışişleri yönetiminden çok uzaktı.
Yeşiller, Türk kamuoyunun da yakından bildiği üzere özellikle tüm dünyada “insan hakları” konusunda çok duyarlı olup, bu konulardaki sorunların düzeltilmesi için uluslararası toplumu ayağa kaldırarak önerilerde bulunurdu. 2019 yılında Türkiye’nin kendi iç istikrarı/sınır güvenliği için PKK terör örgütünün Suriye uzantısı PYD/YPG’ye karşı Suriye’nin kuzeyinde ve Fırat’ın doğusundaki “Barış Pınarı Harekat”na bile “insan hakları ihlali” diye karşı çıkmıştı.
Ancak bu sözde insan hakları sözcüsü Yeşiller, 7 Ekim 2023’ten sonra Gazze Şeridi’nde taş üstünde taş bırakmayan, onbinlerce insanı sinek gibi katleden ve yaralayan, hastane, ibadethane, okul vs dinlemeden her türlü vahşeti işleyen İsrail’e, bırakın “Ne yapıyorsun, ne hakla yapıyorsun bu vahşeti?” demeyi, aksine “meşru müdafaa hakkını kullandığını” ifadeyle, İsrail’in talebi üzerine silah ve mühimmat yardımı yaparak bu vahşete ortak oldu. Tabii İsrail’in Lübnan’da Hizbullah’la mücadele bağlamında gerçekleştirdiği vahşet ve insan hakları ihlallerini de seyretmekle yetindi.
Tüm bunların sebebi, “patron” ABD istediği içindi. Burada ABD derken, Trump yönetimi değil Biden yönetimi kast edilmektedir. Zaten Biden yönetimi döneminde Rusya-Ukrayna savaşı sırasında da “patron” ABD’nin istekleri yönünde hareket etmişlerdi…
ABD ve İngiltere gibi Anglo-Sakson ikilisi adeta Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması için arı kovanına çomak sokmaya hazırlandığı başlangıç safhasında Almanya, Fransa ile birlikte Rusya ile uzlaşma arayışı içerisindeydi. Hatta iki ülkenin liderleri taker teker Moskova’da konuyu Rus Lider Putin’le görüşerek çözmeyi de denediler. Ancak bu görüşmeler etkisiz ve sonuçsuz kaldı. Zira her iki ülke lideri de Putin’in Ukrayna konusundaki isteklerine cevap veremediler. Her ikisi de kerhen de olsa ABD-İngiltere ikilisinin peşine takıldılar.
Aslında Şansölye Scholz, Rusya-Ukrayna krizine aşırı bir temkinlilikle yaklaşırken, ortağı ve Yeşillerin dış politika konusunda son derece deneyimsiz, hatta “cahil” denebilecek Dışişleri Bakanı Baerbock, daha atak ve doğrudan Ukrayna yanlısı bir politika izledi. Yani bu savaş konusunda Scholz’un koalisyon hükümeti içerisinde bile tam bir uzlaşma yoktu. Scholz, burada da kerhen Yeşillere ayak uydurdu.
Aynı farklı yaklaşım Almanya ve ABD arasında Rusya-Ukrayna savaşında da mevcuttu. Almanya, savaşı kaybetmediği gibi Rusya’nın dikte edeceği bir barışa rıza göstermeyecek bir Ukrayna hayal ederken, Biden yönetimindeki ABD’nin beklentisi Rusya’nın yıpratılarak uzunca bir süre saldırı yapabilecek silahlardan mahrum kalması idi. Bu sebeple de Ukrayna’ya, Rusya’yı yıpratacak uzun süreli bir savaşın idamesi maksadıyla ABD ve AB’den her birinin 100’er milyar dolarlık maliyeti aşan silah ve mühimmat sevkiyatı gerçekleştirildi. Bir nevi vekalet savaşı vardı ve burada Ukrayna ile AB, ABD’nin vekili konumundaydılar.
Ukrayna’nın desteklenmesinin gerekçesi ise Rusya’nın NATO ülkelerine de saldırabileceği değerlendirmesiydi. Bu konuda gerçeğe en yakın ifade, Macaristan Başbakanı Orban’ın, AB’nin “4 lastiği patlak” bir arabaya benzetimi idi. Orban, ısrarla Rusya’nın kendisinden çok daha güçlü NATO’ya saldırmaya niyeti olmadığını tekrarlamıştı. Sonunda bu vekalet savaşı ekonomik açıdan Almanya’yı da vurdu.
Ülkenin, zayıf yönetimi ve görece zayıflayan ekonomisi sebebiyle AB ve küresel ölçekte lider konumu ciddi hasar aldı. Hele de 2024 yılı içerisinde Çin’in, daha önce hayran olunan Alman otomobillerinin ithalatını kesmesi, tam tersine kendi ürettiği daha yüksek teknoloji ürünü elektrikli veya hibrit ürünleri AB pazarına sürmesi de Alman sanayiine küresel ölçekte bir darbe gibiydi.
Ekonomide durgunluk da başlayınca halkın hükümete olan güvenini ölçen, hemen her gün şeffaf olarak yayınlanan “Siyaset Barometresi” (Politbarometer)’nde, koalisyon hükümetinin ve liderlerinin puanlarının düşüşü açıkça görülebiliyordu. Buna karşılık anamuhalefet Hırıstiyan Birlik Partilerinin (CDU/CSU) ve radikal Almanya için Alternatif (AfD)’in puanı yükselmekteydi.
Bu gelişme 2024 Eylül ayında gerçekleştirilen Thüringen, Saksonya ve Brandenburg eyalet seçim sonuçlarına da yansıyınca, kamuoyu yoklamaları sonunda hükümete duyulan güvenin azaldığını gören koalisyon hükümeti, Eylül 2025’te yapılması gereken erken genel seçimlerini 23 Şubat 2025’e çekti. Koalisyon Hükümeti, seçim sonunda hüsrana uğrayacağını bile bile erken seçim kararı alırken, maksat Almanya’nın ve Alman vatandaşlarının refahı ve geleceği idi.
Almanya’da Erken Genel Seçimlerin Tarihçesi ve Almanya’da Yaşanan İlginç Paradoks
Almanya’da II. Dünya Harbi’nden sonra gerçekleşen erken genel seçimlerin 4’ncüsü gerçekleştirildi. İlki 1983’te gerçekleştirilen erken genel seçimlerin ikincisi iki Almanya’nın birleşmesinin ardından 1990’da, Helmuth Kohl’un çok güçlü olduğu koalisyon hükümeti döneminde Doğu Almanya’daki yeni eyaletler ve yeni seçmenler de dikkate alınarak bir bakıma mecburiyet sonucu yapıldı. Üçüncüsü ise 2005’te SPD’li Şansölye Schröder’in, Sosyal Demokratların en güçlü olduğu Kuzey Ren Westfalya eyaleti seçimlerini kaybetmesi üzerine bir yıl öne çekilerek 2005’te yapılmıştı.
Seçimler öncesinde Almanya’da ilginç bir paradoks da yaşandı. Son kamuoyu yoklamalarında %30’lar civarındaki Hıristiyan Demokratların arkasından oy oranı %20 civarında değerlendirilen AfD, Rusya-Ukrayna savaşında Almanya’nın, Ukrayna’ya destek vermesini eleştirip, bir bakıma Rusya yanlısı gözükürken, o dönemde ABD-AB ikilisinin Ukrayna politikasının da karşısındaydı. Gelinen günde ise ABD’de Trump yönetimi adeta Ukrayna’yı yok sayarak Rusya’ya yaklaşırken, önceki dönemde Almanya’da ABD ile “ortak” olan koalisyon hükümeti yerine bu kez aynı ABD, o dönemin eleştirel muhalefeti AfD ile “ortak” gibi hareket ediyor. Hatta Trump yönetimindeki bakanlardan mültimilyarder Musk bile AfD’nin seçim propagandasına destek verdi.
Almanya’da en azından son 40-45 yılda klişeleşen “Sosyal demokratlar ekonomiyi batırır, Hristiyan Demokratlar düzeltir!” şeklinde bir söylem vardır. Nitekim 2005’te Schröder erken genel seçimlere giderken Merkel, ekonominin düzeltilmesi için seçmene açıkça “acı reçete” sunarak çıkmış ve seçimleri önde göğüslediği gibi 2021 yılına kadar 16 yıl süreyle Almanya Şansölyesi olarak görev yapmıştı. Gerçekten de acı reçeteyi uygulamış ve hem Almanya’nın içinde ekonomiyi düzeltmiş, hem de küresel ölçekte Alman ekonomisini ayakta tutmayı başarmıştı.
23 Şubat 2025 Erken Genel Seçimlerinin Sonuçları ve Olası Koalisyon Hükümetleri
23 Şubat akşamı büyük ölçüde belirlenen sonuçlara göre Hıristiyan Demokratlar (CDU/CSU) oyların %28.6’sını alarak 630 sandalyeli Federal Alman Meclisi (Bundestag)’ne 208 milletvekili gönderiyor. İkinci sıraya %20.8 oranında oy ve 152 milletvekilliği ile “nazi” yakıştırması da yapılan aşırı radikal AfD yerleşti.
Üçüncü sıraya Şansölye Scholz’un liderliğindeki SPD büyük bir kayıpla %16.4 oy ve 120 milletvekilliği ile yerleşirken, koalisyon ortaklarından Yeşiller de oy kaybı yaşayarak %11.6’lık oranla 85 milletvekili çıkardı. Dikkate değer bir diğer husus da Sol Parti (linke)’nin %8.8 oyla 64 sandalye çıkartması ve tabii ki koalisyonun küçük ortağı Liberallerin (FDP) %5’lik barajın altında kalarak (%4.3) bu dönem Bundestag’da temsil edilemeyecek olmasıydı.
Cumhurbaşkanı Steinmeier’in hükümeti kurmak üzere CDU/CSU Lideri Friedrich Merz’i görevlendirmesi beklenmektedir. Schröder Hükümeti döneminde 2000-2002 yıllarında Hristiyan Birlik partilerinin Federal Meclis Grubu Başkanlığı görevinde bulunan Merz, aynı dönemde CDU Genel Başkanı Angela Merkel’in bu görevi de üstlenmek istemesi üzerine Grup Başkanlığından ayrılmak zorunda kalmış, 2009’da milletvekilliğinden de ayrılarak bir süre avukatlık yapmış ve uluslararası şirketler için çalışmıştı.
Daha önce dönemin Şansölyesi Merkel’in politikalarını parti içinden eleştiren biri olarak da bilinen 64 yaşındaki Merz, siyasete bir süre sonra geri dönerek 2018 yılında Merkel’in desteklediği Kramp-Karrenbauer’in rakibi olarak CDU’nun genel başkanlığına aday olmuş ancak 35 oyla kaybetmişti.
Merz’in koalisyon hükümetini kurmak içinde önündeki en uygun siyasi parti Scholz’un liderliğindeki SPD’dir. İkisinin milletvekili sayısı 328’i bulmakta ve hükümet kurmaya yetmektedir. Ancak SPD Lideri Scholz, seçim sonuçları alındıktan sonra koalisyon görüşmelerine katılmayacaklarını açıkladı.
Bir diğer ihtimal; Yeşiller ve Linke (Sol Parti) ile 357 sandalyeye ulaşarak üçlü bir koalisyon hükümetinin kurulabileceğidir. Burada Linke ile koalisyon ihtimali ise düşük bir ihtimaldir.
Bir diğer ihtimal ise ikinci sıradaki radikal AfD ile koalisyondur. Ancak seçimlerden bir kaç gün önceki bir TV düellosu sırasında Merz ile AfD Lideri Alice Weidel arasında esen sert rüzgarlara izleyiciler de tanık oldular. Bayan Weidel’in “Rusya’nın Almanya’yı artık nötr olarak algılamadığı” şeklindeki sözüne “Az önce haince bir söylem kullandınız… Hayır Bayan Weidel, biz nötr değiliz, biz Ukrayna’dan yanayız, Ukrayna’nın bizim politik düzenimizi savunmasından yanayız!” diyen Merz, ayrıca “Sizin ülkemizde asla politik sorumluluk üstlenmemeniz için elimden geleni sonuna kadar yapacağım!” ifadeleriyle de sanki koalisyon ortaklığına yolları kapayacağını söyler gibiydi.
Sonuç
Almanya’da Merz’in koalisyon hükümeti kurması pek de kolay değildir. SPD’nin hükümette yer almayı Kabul etmemesi halinde uyum sorunu yaşayabilecek bir koalisyon söz konusudur. Yeni hükümeti ülke içinde ekonomik ve sığınmacı sorunları yanında, AB’nin lider ülkelerinden biri olarak Rusya-Ukrayna barış sürecine destek verip vermeme konusunda da büyük sorumluklar beklemektedir. ABD’nin artık çekilir yanı kalmayan diplomasi dışı “hödükçe” tutumuna karşı yeni bir “Avrupa Güvenlik Mimarisi” kurulma sorumluluğu da sıradadır.
Her ne kadar çok güç de görünse, siyasette “Dün dündür, bugün bugündür!” gerçeği üzerinden hareketle koalisyon hükümetinde AfD de yer alırsa Almanya-Rusya ilişkileri gibi Almanya-ABD ilişkileri de daha iyi gelişebilir. Bu durumda başta Fransa ve Polonya olmak üzere, ABD ile oldukça ayrışan ülkelerin iknasında da güçlükler yaşanacağı açıktır.
Kesin sonuçlar belli olmadığı için henüz Türkiye kökenli kaç milletvekili seçildiği bilinememektedir. Gerçi seçilenlerin ne yazık çoğu Türkiye lehine bir proje üretmeyi bırakın, Yeşillerden Cem Özdemir gibiler sözde “Ermeni soykırım yasa tasarısını” bizzat Bundestag’a getirerek Türkiye’ye karşı en büyük aleyhtarlığı yaşatmışlardır.
Şayet yeni hükümet, son yıllarda güven bunalımı yaratmayı sürdüren ABD’nin desteği dışında yeni bir Avrupa Güvenlik Mimarisi tesis etmeyi düşünürse, Türkiye’yi ne bir rakip olarak görmeli, ne de “Türkiye, istemediğimiz halde bize yanaşıyor!” şeklindeki kibirli yaklaşıma gitmemelidir. Şayet hala Rusya’yı Avrupa için bir tehdit olarak görüyorlarsa, Avrupa ve Almanya için en ciddi müttefiklerden birinin Türkiye olduğunu görememek ancak “jeopolitik miyopluk” olabilir. Tabii Türkiye’nin de çok hızlı kabuk değiştiren bu küresel güvenlik ortamında Avrupa ve Almanya’ya kolayca “Evet” de demeyebileceği de akılda tutulmalıdır!
Elinize sağlık, Almanya ve seçim sonuçları hakkında ayrıntılı bir analiz.
Teşekkürler Mustafa Hocam. Lütfen paylasiniz.
Kaleminize ve yüreğinize sağlık gerçekten çok güzel bir analiz yapmışsınız Almanya’da yapılan seçim sonuçlarının bu kadar detaylı anlatılması ve önemine vurgu yapılması beni iadesi ile memnun etmiştir ve bilgi sahip olmamı sağlamıştır.
Teşekkürler Ahmet Bey. Sağlıklı günler dilerim.