
Prof. Dr. Celalettin Yavuz, Güvenlik Politikaları Uzmanı – 11 Mart 2025
Devrim Suriyesi’nde 6 Mart 2025’te başlayan ve üç gün süren rejim karşıtlarıyla çatışmalar, aslında beklenmeyen bir gelişme değildi. Devrimin hemen arkasından, “World of Türkiye” adlı e-gazetemizde 12 Aralık 2024’te yayınlanan “Esad Sonrası Suriye’de Fırsatlar ve Riskler” başlıklı kısa analizde “Esad Gitti, Suriyelinin Başı Göğe Erdi mi?” şeklindeki ara başlığın altında şu ifadelere yer verilmişti: “Esad gitti, artık Suriye istikrara kavuşur!” ifadesi arzu edilmekle birlikte, Arap Baharı’nın yaşandığı Libya, Tunus ve Mısır dikkate alındığında bunun o kadar da kolay olmayacağı bilinmektedir. Hatta 2003’te ABD’nin işgal ettiği Irak’ta yaşananlar da örnektir.”
Bu analizin sonuç kısmında belirtilen ciddi sıkıntılar arasında “yeni hükümetin ülke yönetiminde yaşaması muhtemel karışıklıklar” da yer almıştı. Dolayısıyla Suriye’deki rejim değişikliği sonrası, bu son yaşananların gerçekleşmesi adeta “Perşembenin geliş, çarşambadan belli olur gibiydi.” Suriye’de yaşanan ve olası yeni çatışmalar üzerine yeni ve daha ayrıntılı analize ihtiyaç duyuldu.
Suriye’de Lazkiye-Tartus Ağırlıklı Çatışmalar
Olaylar devrimin ardından bir kaç hafta geçtikten sonra kontrolün güçlükle sağlanabildiği Lazkiye-Tartus bölgesinde patlak verdi. Ağırlıklı olarak Alevi-Nusayri ve nispeten Esad yanlısı kesimin yaşadığı bu bölgede 6 Mart 2025’te Beit Ana köyünde güvenlik güçlerince aranan bir şüphelinin, köy sakinlerince teslim edilmemesi üzerine başladı. Tırmanan gerilime paralel olarak güvenlik operasyonu başlatıldı. Bunun hemen ardından Esad rejiminin kalıntılarından bir kısmı hükümet güçlerine saldırdı. Esad’ın Rusya’ya kaçışının üçün ayının dolduğu 8 Mart’ta ise ülke muhtelif yerlerde artan çatışmalara sahne oldu. Açık kaynaklardan edinilen bilgilere göre Esad yanlısı gruplar bazı askeri noktaları ele geçirirken, ilk aşamada 11 güvenlik görevlisini de katletti. Otoyollarda da güvenlik birimlerine saldırılar gerçekleştirildi.
Esad rejiminin hakimiyeti sırasında yaşanan olaylar sırasında da “tarafsızlığa” özen göstererek Suriye’de ölen ve yaralanan sivil ve masum insanlarla ilgili bilgileri paylaşan İngiltere merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR), 7 ve 8 Mart günlerindeki çatışmalar sonunda 125 güvenlik gücü ve 148 Esad yanlısı silahlı militanın öldüğünü açıkladı.
Aynı kuruluşa göre güvenlik güçlerinin “Alevileri hedef” alan operasyonları sonucunda 745 sivil de hayatını kaybetti. Bu ve ve bölgeden gelen benzeri haberler üzerine Şam yönetiminden, olayları soruşturmak üzere “bağımsız bir ulusal komitenin kurulacağı” kararının alındığı bildirildi.
Konu Suriye dışına da taştı. TBMM’ye CHP’li bakanlarca bir soru önergesiyle sorulurken, BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Volker Türk tarafından da koordineli saldırılar sonrası kadınlar ve çocukların da bulunduğu ailelerin katledildiğine ilişkin haberlerden duyulan rahatsızlık bildirildi. Hatta ABD ve Rusya, Şam yönetiminden yaşanan çatışmalar konusunda açıklama istediler.
Suriye’de Yaşanan Çatışmalara Türkiye’den 180 Derece Farklı Değerlendirmeler
Lazkiye, Tartus, Humus ve Hama ile çevresinde çıkan çatışmalar konusunda Türkiye’de bir kez daha kutuplaşma yaşandı. İktidar yanlıları olayın sadece Esad kalıntılarının yeni rejimi etkisizleştirmek maksadıyla provokasyona yöneldiklerinin altını çizdiler. Hatta bu olayların bir Siyonist-İran işbirliği içerisinde gerçekleştiği de sıkça iddia edildi.
Muhalefet ise, Suriye’de el-Şara yönetimi üzerindeki etkisinden hareketle, rejimin Alevi katliamlarını bir an önce durdurması gerektiğinin altını çizdi. Hatta “Terörist, kravat takınca teröristliği sona mı eriyor?” denilerek, Şara da suçlandı.
Hatırlanacağı üzere devrim gerçekleştirildikten sonra iktidar medyası, hükümet açıkça belirtmese de devrimi Türkiye’nin gerçekleştirdiğini savunup sahip çıkarken, muhalefet de bunun bir Siyonizm-CIA (ABD) işbirliği olduğunu ileri sürmüştü. Burada “Şayet Siyonist-CIA işbirliği olsa bu kargaşa neden çıksın?” diye bir soru yöneltilse, buna da hemen “Çıkacak iç savaşa Türkiye’yi çekmek için!” diye yeni bir komplo teorisi de üretilebilir sanıyorum!
Hatay’da, Suriye’deki Aleviler ve Süryanilerle sürekli temas halinde olan, onlarla üzülüp, onlarla birlikte sevinen çok sayıda vatandaşımız var. Aynı grup içerisinde bulunduğum bazı kişiler sosyal medya üzerinden Lazkiye ve Tartus bölgesindeki çatışmalarda ölen ve yaralanan sivil insanlarla ilgili görsel yayınları da paylaştılar.
Aynı esnada iktidarın sözcüleri ise Suriye’de bir provokasyon çıkartılmak istendiğini, Suriye yönetiminin bu “Esad rejimi artıklarına papuç bırakmaması” gerektiğinin altını çizdiler.
Ancak olay o kadar ciddi ki, Suriye Geçici Hükümeti’nin Lideri Şara, olayları yatıştırmak maksadıyla birlik ve beraberliğe ağırlık veren yatıştırıcı konuşmaları yanında son olarak olayların araştırılması için bir soruşturma komisyonu da kurulduğunu ifade etti. Komisyon sonuçları 30 gün içerisinde kendisine sunacak. Sonuç nasıl belirlenecek şu anda kesin bir şey söyleyebilmek mümkün değildir.
Olaylar Basit Bir ‘Provokasyon” Olarak Geçiştirilebilir mi?
Olayların patlak verdiği bölgelerde dezenformasyon (yanlış bilgilendirme) kokan, Şara’nın ana çekirdeği HTŞ’li silahlı grupların Alevi-Süryani Suriyeli vatandaşların evlerini basarak yağma yaptıkları da sosyal medyada gündeme geldi. Bilindiği üzere 27 Kasım 2024’te Esad rejimi karşıtlarının ilk harekete geçtiği günlerde Türkiye’nin kontrolündeki Suriye Milli Ordusu (SMO)’nun münferit yağma olayları duyulurken, Şara’nın yönetimindeki HTŞ’nin yağmaya karışmadığı yazılıyordu.
Öte yandan Esad döneminde de sivil ve masum insanları “özne” yaparak yayınlar yapan İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR)’nin bu son olaylarda Alevilerin “toplu olarak infaz edildiği” yönünde yayınlanan haberleri de bir tarafa bırakılamaz. Zaten bu sebepledir ki Şam yönetimi konunun araştırılması için komite görevlendirdi.
Suriye’de devrimin gerçekleşmesinin ardından tarafımdan yapılan analizler ve sesli değerlendirmeler sırasında, “devletleşmemiş” ve “milletleşmemiş” Suriye’de yeni rejimin işlerinin kolay olmayacağı zaman zaman tekrarlanmıştı. Bu sebeple bir ulusal TV kanalında, birden fazla kez milletvekili seçilen bir gazeteci ile fikirlerimiz uyuşmamıştı. Yaşanılan günü en iyi şekilde kamuoyuna yansıtmayı öne çıkartan gazetecilere söz yok. Ancak bazıları, hele de “milletvekili seçildiği için her şeyi en iyi kendilerinin bileceği” şeklindeki güç zehirlenmesi yaşayabiliyorlar. Bu sebeple de güvenlik politikaları alanında mutfağından yetişen ve akademisyenlikle uzmanlık alanını taçlandıranlara karşı da bilgiçlik taslayabiliyorlar. Bu muhterem de Suriye’nin başının göğe erdiğini, sorunların geride kaldığını iddia edebilmişti.
Daha önce da tarafımdan ABD işgali sonrası Irak’ta, Arap Baharı sonrası Libya’da, ABD ve müttefikleri çekildikten sonra Afganistan’da yaşanan birçok olumsuzlukların, arzu etmesek de Suriye’de de yaşanmasının kaçınılmaz olacağı ifade edilmişti. Rusya’ya kaçan Esad’ın ve yandaşlarının, bıçakla keser gibi yeni rejimi rahat bırakması düşünülemezdi. Keza Lübnan ve Suriye’den ayakları kesilen İran için de aynı şey söylenebilir. Hatta, Suriye’deki askeri üslerinin devamı konusunda görüşmeleri sürdüren Rusya’nın da rahat duramayacağı akla gelebilir.
Keza, Esad rejimi döneminde özerk hareket etmeye başlayanlar (PYD/YPG) de rahat durmayabilir. Hatta devrimi gerçekleştiren gruplar içerisinde de “nimetlerden faydalanma” konusunda çıkan nifaklar sebebiyle de çatışmalar çanak tutulabilir.
Bir diğer husus da Suriye’de olası yeni bir iç savaş bataklığına Türkiye’yi de sokma çabasıdır. Bunu isteyebilecek ülkeler arasında İsrail ve İran ilk akla gelenlerdir.
Ancak tüm bunların dışında yeni rejimin hukuk sistemindeki “açık” pek dillendirilmemektedir. Anayasa için en az 4 yıllık süre biçiliyor. Peki ülke hangi hukuk kurallarına ve hangi anayasaya göre yönetilecektir? Daha önceki yönetim döneminde olduğu gibi yeni dönemde de ülkedeki dirlik ve düzenin sağlanabilmesi için yeni anayasa ve yasalara ihtiyaç vardır. Aksi halde yeni yönetim “aklına eseni uygulayan”, hukuk dışı bir rejim olarak algılanır. Bu durumda hem ülke giderek karışır ve iç savaşa sürüklenebilir, hem de ülkenin en çok ihtiyacı olan ABD ve AB ülkelerinin yaptırımlarının kalkması gerçekleşemeyebilir. Üstelik İsrail’in işgal süresi de sona ermez.
Ülkenin Geleceği İçin Neler Yapılabilir?
İktidar medyası pek dokunmasa da Şara’nın ilk Ankara ziyaretinde Anıtkabir’i ziyaret etmediği biliniyor. Keşke birileri ona Atatürk’ü sabırla anlatabilse. İstiklal Harbi sırasında bir taraftan işgal kuvvetleriyle, bir taraftan iç isyanlarla ve hatta zaman zaman İstanbul hükümetiyle mücadele ederken bile bir Meclis topladığını, bu Meclis’in bir yıl içerisinde 1921 Anayasası’nı çıkarabildiğini anlatabilse…
Suriye gibi “milletleşme” ve “devletleşme” sürecini tamamlayamamış ülkelerde yeni anayasa için 4 yıl bekletmek, ülkeye adeta karışıklıkları davet etmek gibidir. Aksi taktirde keyfilik alır başını gider. Zaten tüm gruplar silah bırakmadığı ve yönetimin elinde etkin harp silah ve araçları ile düzenli ordu da bulunmadığı için iç savaş kaçınılmaz hale gelebilir.
Yeni bir iç savaş demek, yeni sığınmacı dalgaları da demektir.
Sonuç
Suriye’nin geleceği henüz netleşmedi. Yönetim, bir taraftan Esad yanlısı silahlı grupları takiple izole etmeye çalışırken, diğer taraftan da silah bırakmaya yanaşmayan grupları kontrol altına almaya çalışıyor. Ancak elinde “profesyonel” ve iç güvenlik harekatında kullanabileceği kolluk kuvvetleri ve bunlara rehberlik edebilecek yeni hukuk sistemi de yok gibi.
Diğer taraftan yeni yönetime “ekonominin düzeltilmesi” için tanınan süre, Esad döneminde çöken sistemin kısa sürede kalkınmasına yetmeyecek kadar kısa olabilir. Oysa Şara yönetiminin elinde sihirli değnek yok. Memurlarına ve güvenlik güçlerine bile maaş vermekte sıkıntı çekebileceği gün gibi aşikar. Bu sebeple mutlaka asgari ölçekte de olsa kaynak bulmak mecburiyetindedir. Aksi takdirde provokasyonlara son derece açık olan ülkede dirlik ve düzeni sağlamakta yaşanan sıkıntılar giderek katlanabilir.
Bu kabus daha da genişleyecek diye düşünüyorum daha çok mazlumlar da ölecek düşüncem bu yönde
Dileriz öyle olmasın.
Suriye Devleti Yıkılmış ve bitmiştir. İstikrar ve güvenden uzak kabile anlayışı mevcut olan mesepsel ayrılıklar yanında İsrail, Abd ve ayrılıkçı kürt güçleri arasında sıkışmış bir millet mevcut suriyede..
KAN BİTMEYECEK
Şara’nın Suriye’yi yönetebileceğini sanmıyorum. Kargaşa devam edecek ve sıkıntısı bize bulaşacak.
Eğer mezhep kavgası devam ederse, Suriyeli sorunları artacak.
İsrail’in aldığı yerlerden çıkacağına da inanmıyorum.
İsrail ve Yunanistan, kuruldukları nadan beri toprak genişletmişlerdir.
Yunanistan daha dün denecek zaman içinde 18 adamızı işgal etti.
Esat’a kafa tutup, Sünni Arapları misafir alan ancak, Alevi, Nusayri Suriyelilere kayıtsız kalan hükümet, meshepçiliğini bir kez daha ortaya koymuş, huzursuzluğun alt yapısına ek yapmıştır.
Şara, Şeriatla yönetmeyi seçebilir. O zaman da Anayasa’ya gerek duymaz. Âlim dediği birkaç kişinin fetvasıyla yönetir.
Ağam, bence biraz süre tanıyın. Şu ana kadarki gelişmeler temkinli de olsa umut vaat etmeyi gerektiriyor.
Dilerim böyle olmaz. Bu insanların da huzura ihtiyacı var.
SDG nin Şara yönetimi ile anlaşma yaptığı haberleri gündemde. Bence ülkemizi en çok ilgilendiren bu olacak. SDG Suriye ordusuna entegre edilirse Ülkemizin operasyon yapması mümkün olmayacaktır.
Şara dış tepkileri yumuşatabilmek için çaluşmakta.
Mustafa Hocam, bugün iki ayrı medya mensubuna konu hakkında röportaj verdim. Anlaşma maddelerinde ucu açık gibi olanlar varsa da, Suriye, bölge ve Türkiye açısından “temkinli” bir iyi gelişme olduğunu söyleyebiliriz. Anlaşılan o ki, AB askerlerini Suriye’den çekecek. Bu da Türkiye açısından önemli bir gelişme olur. Terörsüz Türkiye söylemi için umutlar daha da artar.
Süriyenin icinde cok basli bir Ecderya var Bunlara gerekli Para ve Silah zaten disaridan geliyor. AB mi? ABD ninmi yaninda olalim diyede cok cesitli Fikir ayriliklari var. OLAN Fakir halka oluyor.