ferhat ünlü 800-563 son

Ferhat ÜNLÜ – 30 Nisan 2025

 

En sonda söylenecek şeyi en başta söyleyerek yazıya girişeyim: Roma İmparatorluğu’ndan bu tarafa Avrupa kıtası içindeki ulusların birleşmesi tarihin en güç işlerinden biri olmuştur. Hatta bunun bir adım ötesine geçerek şunu da gönül rahatlığıyla ileri süreceğim. Avrupa diye adlandırdığımız, hatta haritamızı bile ‘Eurocentrik’ (Avrupa merkezli) belirlediğimiz kıta, tarihte ne zaman birleşse hep başka kıtalara saldırmanın bir fırsatını bulmuştur.

Makedonya’yı ve Yunanistan’ı birleştirdikten sonra ilk işi; Anadolu’dan başlayarak Doğu’yu diyarlarını fethetmek olan Büyük İskender bunun ilk prototipidir. Doğu ülkelerine yayılma stratejisi güden Sezar’dan Hadrianus’a bütün fetihçi imparatorlar Avrupa’nın birleşmesinden sonra gözünü Doğu’ya dikmiştir.

Bunun modern tarihteki en müşahhas örneklerinden biri de Prusya Krallığı’nın 18. Yüzyıl’ın ilk çeyreğinde 1713 yılında kurulduktan sonra, 1806 Napolyon Bonapart fetihleri nedeniyle büyük bir türbülansa girmesi olmuştur. Böylelikle Almanya’nın birleşmesi denilen o meşhur tarihi olay, 60 yıl ertelenmiştir. Almanya’nın nihai birleşmesi Bonapart fetihleriyle gecikince de bizle Azerbaycan gibi ‘iki devletli tek milletin bir emsali’ olarak Almanlar ve Avusturyalılar kelimenin hakiki anlamında hiçbir zaman birleşememişlerdir. 1934 yılında Naziler, Prusya tanımını tamamen ortadan kaldırdılar. Ancak Almanlarla Avusturyalılar kültürel olarak birdir ve bunun siyasi birleşmeye dönüşmesi bir dünya savaşının çıkmasına bakar.

 

AVRUPA TARİHTE SAVAŞLA DA BİRLEŞTİ

18’den 20. Yüzyıl’a atlayalım. 20. Yüzyıl’ın başında Hitler gelmiş ve Avrupa yeniden birleşmiştir! Çünkü kıtanın önemli yerlerini Naziler işgal etmiştir. Bir başka deyişle birleşme, Napolyon ya da Bismarck örneğinden çok daha şedit biçimde işgal, cinayet ve bilumum kötülükle özdeşleşmiştir. Şu halde bugün konuşulan ‘birleşik Avrupa ya da Avrupa NATO’su fikrinin kalıcı olacağını düşünmek pek gerçekçi olmaz. Böyle bir gereklilik var mıdır ayrı bir tartışmanın konusu. Ne var ki riskler ne olursa olsun Avrupa, küresel sermaye güçlendikçe kendi devletleri arasındaki bağları kuvvetlendirmenin bir yolunu arayacaktır.

‘Flashback’ yapıp gelelim Almanya’nın 19. Yüzyıl’ın ikinci yarısındaki birleşmesine… 1867 yılında Prusya kralı I. Wilhelm, Otto von Bismarck’ı başbakanlığa atadı. Bismarck; Danimarka, Avusturya ve Fransa’ya açtığı savaşlarla Alman bölgelerini bir bayrak altında topladı ve Alman İmparatorluğu’nu kurdu. Hitler’in yenilgisiyle 50 yılı aşkın bir süre sonra tekrar serbest kalan bu topraklar Polonya ile Rusya arasında üleştirilmiştir.

Ve Bismarck döneminin Almanyasına baktığımızda hakikaten Batı Avrupa’dan Doğu Avrupa steplerine uzanan derin, uçsuz bucaksız bir coğrafyayı izlemiş oluyoruz haritada. Dolayısıyla eğer Hitler, İkinci Dünya Savaşı’nın belirli bir evresinden sonra Rusya’ya, enerji amacı da için de yöneldiğiyse geçmişte bu toprakların Almanlara ait olduğunu düşünmesindendir. Tabii Hitler kafasıyla düşünürsek Yunanlar’ın da gelip Efes’ten bizi denize dökmeleri gerekirdi! Buna elbette yalnızca ahlaki olmadığı için değil, yapamayacaklarını bildikleri için de girişemezler. Tarih, ne devletlerin nesnel tarihi ne de yaşamış bireylerin öznel tarihi; basit bir mülkiyetçilikle ele alınamaz. “Bu benimdi” diyemezsin. Bir zamanlar öyleydi. Artık değil. “İstanbul Konstatinopolistir ve bizimdir” derseniz “Eski çamlar bardak oldu” cevabını alır ve üstüne kötek yersiniz.

İlginizi çekebilir!  Hakan Fidan: Gazze'de Ateşkesten Memnunuz

 

TRUMP, AVRUPA KONUSUNDA ‘TAHSİLATÇI’

Eğer Avrupa birleştikçe çevresine saldıran bir kıta ise birleşme, Avrupa kıtasının periferisinin pek hayrına değildir. Donald Trump’nın, ABD Başkanlığı koltuğuna oturur oturmaz 20 Ocak’ta Beyaz Saray’a yerleşmesiyle başlayan

Avrupa Birliği’ni zayıflatma stratejisinin arka planında yatan faktörlerden biri bu olabilir. Trump böylesine bir tarih bilincine sahip olmasa bile Amerika Birleşik Devletleri ile Rusya masaya oturduğunda -tıpkı İkinci Dünya Savaşı bitiminde olduğu gibi- Avrupa’nın bu iki ülke tarafından bölüşüldüğünü bilir. İşte bu ‘tahsilatçılık’ güdüsüyle hareket ediyor olma ihtimali daha kuvvetli.

İmdi… Eğer Trump, önümüzdeki yaklaşık dört sene boyunca bir suikasta kurban gitmezse Avrupa Birliği dört yıl boyunca kendi içine bakacak. Bu dönemde ben ulusları tarih bilinçleriyle anlamanın zorunlu olduğunu düşünen bir insan olarak İngilizleri, Almanları, Fransızları ve İtalyanları yakından takip etmek gerektiğini düşünüyorum.

Türkiye’ye ilk ve en samimi yaklaşanlar hiç şüphesiz Birinci Dünya Savaşı’nda ülkemizi işgale İngiliz ve Fransızlar kadar heveskâr olmayan Akdenizli İtalyanlar olacaktır. Dün Roma’daki İtalya-Türkiye Zirvesi’nde Giorgia Meloni’nin sıcak davranışlarının kodlarını buralarda aramaz lazım. Sadece Akdenizli olduğumuz için değil Osmanlı, Roma’nın devamı olduğu için de eğer bir Avrupa Birliği olacaksa bunun Türkiyesi’nin olamayacağını en iyi İtalyanlar bilir.

Şundan emin olabilirsiniz: Eğer bir dünya savaşı çıkmazsa Avrupa Birliği Türkiye’ye gönülsüzce yaklaşır, savaş çıkarsa yıllar sonra eski sevgilisiyle buluşan bir kadın gibi tutkuyla üzerimize atlarlar. O zaman da bizim temkinli olmamız gerekir. Ama savaş durumunda Türkiye, Avrupa NATO’sunun; Türk Devletleri Teşkilatı üzerinden Çin’e uzanan ittifakının öncüsü olur. Siz bakmayın şimdi barış zamanı herkesin ayrı telden çaldığına… Savaş zamanı güçlü devletlerin etrafı dolar. Ne var ki tam da bu sebepten, eğer Avrupa asıl dünyayı savaşsız istiyorsa Türkiye’ye yaklaşmalıdır. Tabii bu süreçte biz de eksiklerimizi ivedilikle tamamlamalıyız. Ekonomi, Teknoloji, Kültür, Yapay Zekâ ve Savunmada nükleer dâhil büyük güç olmalıyız.

 

FİLOZOF KRAL AURELIUS’UN PAX ROMANA’SI

Roma-Osmanlı diyalektiğine gelirsek eğer 21. Yüzyıl’ın ikinci çeyreği; Pax Romana (Roma Barışı anlamına gelir) ve Pax Ottomana da olduğu gibi göreceli bir barış dönemi olacaksa Avrupa-Türkiye yakınlaşmasının barışta olması şarttır.

Dünyaya hem imparator, hem de filozof olarak geçmiş nadir isimlerden olan ve iki unvanın da harbiden hakkını vermiş bir adam olan Marcus Aurelius (Milattan Sonra 161-180 arası hüküm sürmüştür) Pax Romana’nın son ismidir.

Aurelius, yazıp çizmiş filozof kralların ne müşahhas örneklerindendir. Hayatı boyunca insana erdemi, iyi huyluluğu tavsiye eden Filozof Kral’ın, iş iktidar etmeye gelince Machiavelli’den yaklaşık 1300 yıl önce önce epey Machiavelist davrandığı da vakidir. Gerçi sonradan, gücü eline alınca ülkeyi elinden geldiğince adil yönetmiştir, ama nihayetinde bir Roman İmparatorudur. Pek çok sefere çıkmış, savaş vermiş ve otorite sağlamak için güç kullanmıştır. Seferde Viyana’da iken ölmüştür. Yaşlılığında daha merhametli ve bilge olduğunu öne sürülebilir. Ama Aurelius’un, yazdığı gibi bir hayatı tam anlamıyla yaşayabildiğini hiçbir babayiğit ileri süremez.

İlginizi çekebilir!  Fenerbahçe sezona rekorla başladı: Avrupa'da zirvede!

Kaldı ki Niccolò di Machiavelli (1469-1527) de sanıldığı kadar kötülük tavsiye eden biri değildir. Machiavelli filozoflar için iyi bir önderdir, siyasiler için ise pek değil. Çünkü Machiavelli’nin felsefesinde ahlaki değerler ölçütlerine göre iyilik ve kötülük. çoğu zaman iç içe geçen belirsizleşen kavramlara dönüşürler. Aurelius da siyaset felsefesini buna göre kurar.

Ben tam da bu noktada Aurelius’un Machiavelli’nin teorisinin bana göre özü olan ‘Sıfır Toplamlı İktidar Teorisi’ni çözmekle kalmayıp hayatını ona göre yaşadığı için bilge bir filozof ve iktidar elindeyken olabildiğince adil bir kral olduğunu ileri sürebilirim.

Pasta teorisi olarak basitleştirebileceğimiz bu teoriye göre iktidar miktarı asla değişmeyecek bir pastadır. Dolayısıyla her güçlenen iktidar, rakiplerin güçlerinden, bir başka deyişle payından alacaktır. Aurelius, iktidarın son aşamasında büyümenin sonlandığını ve tıpkı bireylerin yaşlılığında olduğu gibi göreceli bir huzurun, barışın ülkeye hâkim olması gerektiğini anlamıştı. O yüzden Roma’nın iktidar pastasını büyütmeye çalışmamış, var olan pastayı korumaya ve elinden geldiğince adil dağıtmaya çalışmıştır.

 

AVRUPA BU KEZ BÜTÜNLEŞMEYE MUHTAÇ

Bana kalırsa filozof krallardan hiçbiri bu noktaya erişememiştir. Misal Aristoteles’in öğrencisi Büyük İskender, elindeki pastayı en iyi şekilde kullanmak yerine “Derdin neydi de iktidar pastasını büyütmek uğruna bugün milletin turistik ziyaret için bile gitmeyi pek düşünmediği, en azından erindiği Hindistan’a at ve fil sırtında gitmeyi göze aldın?” sorusunun sorulacağı bir hayat yaşamıştır. Ve daha ötesi cevap da soruda zaten gizlidir. İktidar uğruna…

Hint demişken bazıları Budist Aşoka’yı (MÖ 268–232) da filozof kral addeder, Fatih Sultan Mehmet’i de, Kanuni Sultan Süleyman’ı da, ABD’nin kurucu babalarından Thomas Jefferson’ı da… Jefferson, Amerika Birleşik Devletleri’nin üçüncü başkanıdır. O bir filozof devlet adamı ise Mustafa Kemal Atatürk’ü de aynı kefeye koymak gerekir.

Metnin sonuna gelmişken; Avrupa ülkelerinin, sonunda başka ülkelere saldırabilme potansiyelleri yüksek olduğu için asla birleşmemeleri gerektiğini ileri sürmeyeceğim. Çünkü artık eskisi kadar kolay seferlere çıkamazlar. Avrupa’da savaşın başladığı 20. Yüzyıl başında Kapitalizm olgunluğa erişmiş, sömürge paylarından alınan alınmış ve daha fazla pasta için silahlar hazırlanmıştı. O zaman ulus devletler güçlüydü, bugün öyle değildir. Bugün birleşme olacaksa ulus devletler buna gerçekten ihtiyaç duyduğu için olacaktır.

Zira küresel sermaye büyük tehdittir ve güçlü ulus devletler birbirlerini zayıflatma pahasına savaşa girmezler. Bütün bunlara dayanarak Pax Romana ya da Pax Ottomana fikrinin ve dolayısıyla filozof Kral Marcus Aureilus’un ‘us’unun, yani aklının önümüzdeki çeyrek yüzyılda galip geleceğini düşünüyorum. Yani barışın… Yüzde 20’lik bir yanılma payı da bırakmak kaydıyla…

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.