
Ceyhun BOZKURT – 24 Şubat 2025
Günümüzde hegemonya mücadelesi çok sert geçmeye aday görünüyor. Küresel coğrafyada yaşanan çatışmalar, savaşlar, terör saldırıları, gerilimler, ekonomik mücadele vb., her hegemonya mücadelesi gibi çetin geçeceğini gösteriyor.
Mücadelenin merkezi de aynen iki küresel harbin merkezi olduğu üzere Afrika, Avrupa, Asya kıtasının yanı sıra bu sefer Amerika kıtası, hatta AUKUS gibi yapılar üzerinden Avustralya gibi görünüyor. Ukrayna merkezli Rusya’yı kuşatma girişimi, bizim çevremiz de dahil olmak üzere Doğu Akdeniz, Ortadoğu, Kafkasya, Karadeniz jeopolitiğindeki gerilimler, askeri hareketlilikler, İsrail’in Filistin saldırganlığı ve Suriye’de işgal girişimleri vb. olaylar görüldüğü üzere doğrudan bizi de ilgilendiriyor.
Yeni Bir Dünya Kuruluyor
Türkiye de bu konuda önemli adımlar atıyor, gelişimler kaydediyor. Milli güç kapasitesi artırmaya yönelik çalışmalar siyasette, ekonomide, askeriyede ve ilgili çok sayıda alanda sürüyor. İlk küresel savaş sonrasındaki paylaşım tam oturmayınca, ikinci küresel savaş yaşanmıştı. O küresel savaş Avrupa, Asya ve Kuzey Afrika merkezliydi. Sonrasında benzer bir süreç işletildi. Günümüzde o dönemde yapılan paylaşımın, kurgulanan sistemin sorgulandığı, parçalandığı görülüyor. Sorgulayıp parçalayanların başında sistemi kuran ABD olması dikkat çekici. Özellikle Trump’ın Başkanlık koltuğuna oturmasından sonra dünyada yeni bir düzenin ayak sesleri yankılanıyor. Yeni bir dünya kuruluyor, Türkiye de oradaki yerini alıyor gibi.
Bundan yaklaşık 80 yıl önce de benzer bir hareketlilik vardı. Büyük çoğunluğu Avrupa, Asya ve Kuzey Afrika merkezli yaşanan küresel savaş bitmiş, yeni dönemde herkes bir pozisyon almaya çalışıyordu. Yeri tartışılan ülkelerden biri Türkiye’ydi. Dünyada ABD liderliğinde bir Batı-Atlantik, Sovyetler Birliği liderliğinde Doğu kutbu yükselirken, Türkiye’nin yeri konuşuluyordu. O dönem Stalin liderliğindeki Sovyetlerle yaşanan notalar savaşı ve Türk Boğazları’nın ve Kars ile Ardahan’ın Sovyet hedefleri haline gelmesi Ankara’yı Washington-Londra hattına itti. NATO’ya giriş için başvururken, paktın iki lideri Amerikalılar ve İngilizler ise Ankara’ya soğuk bakıyordu. Ama bir taraftan da Sovyetler’in güneyinde bulunması, Türk Boğazları ve Montrö üzerinden sıcak denizler hedefini kilitleyebilme potansiyeli, Ortadoğu petrol bölgeleriyle komşu olması gibi nedenlerle Türkiye’yi tam dışlayamıyorlar, yoğun müzakere yürütüyorlardı. Üstüne üstlük İncirlik’te bir Amerikan üssü kurulması da planlanıyordu. Böylece görüşmeler, toplantılar, müzakerelerin ardı arkası kesilmiyordu.
Doğu-Batı Mücadelesinde Türkiye’nin Konumu
Tam da o tarihlerde, bundan 74 yıl önce tam da bu zamanlarda 26 Şubat 1951 tarihli bir Amerikan Ulusal İstihbarat Raporu yayımlandı. O raporda Soğuk Savaş sürecine yönelik analizler, Türkiye ile birlikte ele alınıyordu. Türk devletinin İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki gücü, direnç kapasitesi, stratejik önemli gibi konuların ele alındığı rapor, o tarihteki milli güç kapasitemizi görmek açısından dikkat çekici. “Doğu-Batı Mücadelesinde Türkiye’nin Konumu” başlıklı ve gizli damgalı raporun giriş cümlesi, yazılış amacını ele almakta: Türkiye’nin Batı ile uyumunu sürdürme iradesi ve yeteneğini, savaş halinde Türkiye’nin izleyebileceği hareket yollarını değerlendirmek.
Bazı maddelerde yapılan askeri analizler ise dikkat çekici. Türkiye’nin olası Sovyet genişlemesine karşı direneceği ve bağımsızlığını koruyacağı aktarılan raporda, askeri olarak Türklerin Bulgarları durdurabileceği, olası Sovyet saldırısına karşı da iki-üç ay boyunca organize bir direniş sürdürebileceği, önemli bir Batı desteğiyle de Türkiye’nin güneyinde bir sığınak alanı oluşturabileceğine dikkat çekilmiş.
Amerikan istihbarat raporunda, o tarihte Türkiye’nin gücü olarak özetle şu veriler sıralanmış:
- Ulusal birliği, nüfusunun homojenliği Türk halkının SSCB’ye muhalefeti.
- 1,5 milyon kişilik bir seferberlik potansiyeline sahip, 280 bin kişilik kompakt, modern bir ordu.
Ancak raporda aktarılan zayıflıklar günümüz açısından önemli dersler içeriyor.
- ABD askeri ve ekonomik yardım programlarına rağmen TSK’nın yetersizliği. Tedarik hizmetleri, teknik olarak nitelikli astsubay sayısı kritik düzeyde yetersizdir ve hâlâ etkili bir hava kuvvetinden yoksundur.
- Türkiye’nin ekonomisi ağır bir savunma yükünü kaldıramaz. Ekonomi büyük ölçüde tarımsal olduğundan, Türkiye hem tüketim malları hem de askeri malzemeler için dış tedariklere fazlasıyla bağımlıdır.
Görüldüğü üzere 1951’deki fotoğrafa bakıldığında, Türkiye o dönemdeki saflaşmada Batı tarafına yönelmişti ve neticesinde 1952 yılında bu hedefine ulaştı. Günümüzde ise Batı kutbuyla mesafeli yaklaşıma sahip olarak kendisine bağımsız manevra alanı oluşturmaya çalışıyor. Bu sayede de hem Batı ile hem Doğu ile eşit iletişim ve işbirliği alanlarını oluşturmakla kalmıyor, Türk Devletleri Teşkilatı gibi kendi güç merkezlerini inşa ediyor. Bu yaparken de rapordan aktardığımız zayıflıkları ortadan kaldırmış bir güç olarak hareket ediyor. Sadece o zayıflıkları onararak güce çevirmiyor. Yeni güç merkezleri de oluşturuyor.
Bu hedeflerimizin son Türk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş hedefleri olduğunu da unutmamak gerekir. Siyasi iradenin bu hedeflerin arkasında durması birçok projenin hayata geçmesinde olumlu katkı yaptı. Cumhur İttifakı’nın iki liderinin ortaya koyduğu Türk/Türkiye Yüzyılı vizyonu, 2053, 2071 hedefleri önümüzde duruyor. Her ne kadar her mecrada birileri pusuya yatmış olarak bu hedefleri ortadan kaldırmak, Cumhur İttifakı’nı parçalayıp Türkiye’yi yeniden uydu devlet yapmak istese de hangi düşüncede olursa olsun vatan sevdalılarının seslerinin gür çıktığını da biliyoruz.