ersoy dede 800-563 yeni-1

Ersoy DEDE – 05 Nisan 2025

 

“Faşist baskı” ne demek?

Bugün karşımızda yalnızca ideolojik bir ayrışma değil, çok daha derin bir mesele duruyor. Ekrem İmamoğlu’nun yolsuzluk ve terör soruşturmaları kapsamında tutuklu yargılanması, toplumun bir kesimi tarafından açıkça bir siyasi operasyon olarak yorumlanıyor. Öyle ki, yolsuzluk ihtimalini tartışmayı bile reddediyorlar.

Elbette bir siyasetçiyi fikirleri nedeniyle destekleyebilirsiniz. Türkiye’nin geleceği için vizyoner bir lider olduğuna inanabilirsiniz. Eğitimden sağlığa, ekonomiden dış politikaya uzanan çizgide ortaya koyduğu politikaları beğenebilirsiniz. Ve bu ülkeyi, “şu değil de bu kişi yönetsin” diyebilirsiniz. Doğal, insani ve demokratik bir tavırdır bu.

Peki ya o sevdiğiniz isim gerçekten yolsuzluk yaptıysa?

Henüz mahkeme sonuçlanmadan kimseyi suçlu ilan etmek doğru değil. Ama ortada, yargının tutuklu yargılamayı gerekli gördüğü ciddi iddialar varsa, hiçbir şey olmamış gibi davranmak da doğru değil. Evet, bu bir siyasi operasyon olabilir. Ama olmayabilir de. Ekrem İmamoğlu yolsuzluk yapmış olabilir — ya da olmayabilir. Bu kararı verecek olan biz değiliz; hukuk.

Bu yüzden belki de en çok ihtiyaç duyduğumuz şey sabır ve sağduyu.

Gelelim işin bir diğer boyutuna. İmamoğlu’na oy vermeyenler ya da CHP seçmeni olmayanlar bu meseleyi büyük oranda hukuki bir süreç olarak değerlendiriyor. O mahallede bir kafa karışıklığı yok. En fazla, “Yolsuzluk yaptıysa bile bu durum siyaseten İmamoğlu’na yarar” yorumu yapılıyor. Bir mağduriyet algısı oluşur, buradan da siyasi güç sağlar deniliyor.

CHP’de tablo karışık

CHP cephesinde ise tablo daha karmaşık. Kimileri sürecin kesinlikle bir siyasi komplo olduğunu savunurken, kimileri de içten içe “Ya iddialar doğruysa?” diye düşünmeden edemiyor. Ne var ki işte tam da bu ikinci grup, linç ediliyor.

İlginizi çekebilir!  ANKA-IV’ün Söyledikleri – Dr. Eray Güçlüer

Üstelik bu insanlar yüksek sesle konuşmadılar bile. Sadece susmayı tercih ettiler. Beklediler. Düşünmek, gözlemlemek, yargının ne söyleyeceğini görmek istediler. Ama sustukları için, mahallelerinin ‘ağır abileri’ tarafından hedefe konuldular. “Sessiz kalmak” bile affedilmedi.

Karşımızda artık, konuşmayanı döven, sorgulayanı dışlayan, şüphe edeni hain ilan eden bir azgın azınlık var. Tartışmaya kapalı, ideolojik saplantılarına hapsolmuş, her konuda tek ve mutlak bir doğru olduğuna inanan bir kesim. Kendi gibi düşünmeyeni, aynı refleksi göstermeyeni, kendi inandığı biçimde tepki vermeyeni yaşatmak istemeyen bir zihniyet bu.

Bir yandan “Kutuplaşmayalım, barış içinde yaşayalım” diyoruz. Ama bu mümkün mü? Karşı mahallenin ötesinde, artık kendi mahallesinde bile farklı düşüneni “kılıçtan geçiren” bir kitleyle nasıl barış içinde yaşanır?

Toplumun her kesiminden insanın, bu karanlık fanatizme karşı uyanması gerek. Aksi takdirde ne demokrasi kalır elimizde, ne de birlikte yaşama umudu.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.