Faiz ve Ötesi – III – Fatih Ünlü

Fatih ÜNLÜ – 6 Mart 2025

Yazı dizimizin ilk iki bölümünde, faize dayalı bir sistemin ve risksiz kazanç arayışının ekonominin en iyiye ulaşmasında ve gelir dağılımında oluşturabileceği sorunlara değinmiştik. Bu yazımızda da sermayenin temerküzünün siyaset dâhil insan hayatına dair birçok süreci nasıl etkilediğini kısaca irdelemeye çalışacağız.

Bu noktada belirtmekte fayda var: Faiz ve finans sektörü ile ilgili tam bir yetkinliğimizin olduğunu iddia edemeyiz fakat biz sistemin genel zaaflarına ve kritik yönlerine dikkat çekmeye çalıştık ve çalışıyoruz.

Bu kadarına da bir planlamacı olarak ve DPT’den oda arkadaşım olan “Ebubekir Memiş*” ağabeyimiz gibi bir sistemin temel mantığını çözmeye ve mekanizmaların nasıl işlediğini anlamaya önem verdiğimiz için yapabildik. Bu gibi durumlarda bu tür makro bakışların elbette detaylı uzmanlık birikimiyle harmanlanması gerekir.

Herhangi bir sistemde ve süreçte “Burada gerçekte neler oluyor, sistem nasıl çalışıyor?”, “Bu işin amacı nedir, neticesi nedir?” gibi sorular hayati bir öneme sahiptir. Yerinde sorgulayıcı bir zihin özellikle geri dönülmesi zor işlerde birçok sorunun yaşanmadan aşılmasına vesile olabilir. Bu yoksa da, yönetimde, finansta, tıpta ve insan için önemli olan tüm alanlarda ideal olandan mahrum kalma riski ortaya çıkar.

Bilvesile, 2019’da bu dünya ufkunda kaybettiğimiz kıymetli rahmetli Babam Ramazan Ünlü’yü ve bütün geçmişlerimizi şükranla anıyor ve hepsine Rabbimizden gani gani rahmet niyaz ediyorum. Rahmetli Babam da herhangi bir işte “Bu işin amacı nedir?” gibi kritik soruları çok önemserdi.  Zaten o dönem zor şartlarda okumamızda hem rahmetli Babamızın hem de bize dualarıyla destek olmaya devam eden kıymetli Annemiz Gülseren Ünlü’nün okuma meraklarının ve gayretlerinin büyük katkısı olmuştur. Allah cümlesinden razı olsun, razı olduğunu ihsan eylesin.

Sermayenin Aşırı Güçlenmesi

Bankacılık ve finans sistemlerinin sermayenin temerküzünde büyük bir rol oynadığını biliyoruz. Bu süreçte, birçok insan ve grup hayal edilemeyecek bir düzeyde zenginleşmişler.  Bu kötü mü?  Verilecek cevap daha çok bu parayla ne yapıldığına ve paranın ne kadar topluma geri döndürüldüğüne bağlı.

Yakın tarih için konuşursak,  para sahiplerinde bu yönde bir çabadan ziyade zenginliğin daha çok zenginliği talep etmesi gibi bir durum daha çok görülmüş sanki. Burada, son dönemlerde yaygınlaşmaya başlayan ve kârın yanı sıra işin niteliğine ve insana, çevreye faydasına da bakan sorumlu yatırım türlerinden bahsetmezsek haksızlık yapmış oluruz. Fakat bunlar henüz genel eğilimi değiştirecek yoğunlukta değil.

İnsanların para kazanmak istemeleri, parayı talep etmeleri bir yere kadar anlaşılır bir durum. Para illaki rahat bir hayatın garantisi olmasa da çoğu zaman imkânlara erişmede ve konforu artırmada çok önemli bir anahtar görevi görebiliyor. Dolayısıyla meşru sınırlarda insanların kazanmak istemeleri normal. Ayrıca para kazananlar bir de hayır hasenatı ve topluma faydalı olmayı unutmuyorlarsa ne âlâ!

Fakat bazı gruplar ve insanlar konfor sınırlarının çok ötesinde paralar kazanmalarına rağmen yine de daha çok, daha çok kazanmaya çalışıyorlar. Pekâlâ, bu insanlar kazandıkları bu olağanüstü paralarla ne yapacaklar?  Aslında bir noktadan sonra para bu gibi insanlar ve gruplar için somut bir ihtiyaçtan ziyade bir güç aracına ve bir amaca dönüşüyor.

Malum, insan tek kişilik yaşar. İmkânları olduğunda belki çok daha lüks ve çok daha rahat yaşar ama milyonlarca insana yetecek bir serveti de olsa neticede en fazla birkaç kişilik yiyebilir, belki imkânları olduğu için biraz daha sağlıklı kalabilir. Fakat neticede on kişilik yaşayamaz, yaşlanmasını durduramaz ve başına gelebilecek hastalıklara da tümden mani olamaz vs.

Hayra hasenata harcanabilenler ayrı, paranın getireceği ilave refah mahdutken hatta kendine göre paranın birçok yükleri de varken insanlar neden daha çok para peşinde koşuyorlar?

Koşuyorlar çünkü -dediğimiz gibi- para zamanla somut bir ihtiyaçtan ziyade bir prestij ve güç aracına dönüşüyor. Sonra iş orada da kalmıyor. Dünyada parayla bu kadar güç edinen gruplar zamanla yönetim süreçlerine de el atıyorlar. Ve yönetim süreçlerini etkilemede de ciddi bir güç ediniyorlar.

İşte burada toplumun geleceği ve kamu yönetimi açısından çok büyük riskler ortaya çıkıyor.

Güçlenen Kesimler ve Kamunun Asli Görevi

Toplumda her kesim kendine göre taleplerde bulunur ve bunların da alınan kararlarda etkili olmasını bekler. Ama tüm bu talepler arasında süreci kamunun yönetmesi ve dengeleri gözeterek her kesime hak ettiğini vermeye çalışması beklenir. Bu arada da, ekonomik ve sosyal kalkınma için gerekli tedbirleri almayı da ihmal etmeden.

Nitekim kamu kesiminin toplumsal dengeleri çok iyi okuyup başardığı birçok alan da vardır. Örneğin, birçok ülkede işçi hakları ve çalışma saatleri birkaç asır öncesindeki anormal çalışma saatleri, çocuk işçi çalıştırılması ve ağır çalışma şartlarıyla kıyaslandığında çok büyük bir gelişme göstermiştir.

Burada başımdan geçen bir olayı da kısaca paylaşayım: Yıllar önce bir kış mevsimi Cenevre’de bir toplantıya katılmıştım. Toplantıdan sonra otelin karşısındaki alışveriş merkezindeki Migros’a meyve vs. alayım diye uğradım. (Mi-gros – yarı toptancı anlamına gelen Migros orada s harfi okunmadan telaffuz ediliyor.)

İlginizi çekebilir!  Ahiret Hatıraları – Fatih Ünlü

Markette saat 18’de lambaların bir kısmı söndü ve mağazanın kapanmak üzere olduğunu belirten anonsla kasalara doğru yöneldik. Bu arada, yanda kasalara doğru ilerleyen bir müşteri rafa uzandı ve tereyağı gibi bir ürünü alıp sepetine attı. Bunu gören görevli “Efendim, saat 6’dan sonra raftan bir şey alamazsınız.” diye onu uyardı. Müşteri de aldığı ürünü rafa geri koydu. Daha önce marketlerde saat altıda herkesin kasalara yöneldiğini görmüştüm ama geçerken alınan ürüne bile müsaade edilmediğine ilk orada şahit oldum.

Çalışma saatleri her yerde bu keskinlikte uygulanmıyor elbette ama neticede mesai kavramı artık birçok ülkede özenle gözetilen bir kavram. Bu da -başarıldığı ortamlar için- önemli bir gelişme.

Diğer yandan, kamu kesiminin bütçesindeki sınırlı kaynakları yapılması gereken işler arasında etkin ve makul bir şekilde tahsis etmesi, yani onları en gerekli ve verimli yerlere harcayabilmesi de hayati bir önemi haizdir. (Buradan kamunun doğru, etkin tahsis rolünü çokça vurgulayan Dr. Ahmet Tıktık ağabeyime de selam ediyorum.)

Bir örnek verecek olursak, kamu sosyal harcamaları da ihmal etmemelidir, AR-GE harcamalarını da, eğitimi de, sağlığı da, savunmayı da, diplomasiyi de, aileyi de, yeni iş imkânları oluşturmayı da. Liste çok uzun ama milletin ve ülkenin geleceği için önemli olan her bir kalem gereklidir ve ona yapılacak tahsisin de ilaç gibi doğru dozda ayarlanması gerekir. Doz derken,  burada niteliğin de en az nicelik kadar önemli olduğunu belirtelim. Niteliğe gereken önem verilirse, az bir bütçeyle birçok büyük işler de başarılabilir.

Kamunun Etkin Tahsis Görevine ve En Doğru Kararları Almasına Mani Olan Nedir?

Kamu kesiminin yukarıda bahsettiğimiz görevlerini dönem dönem etkin bir şekilde yaptığı zamanlar çoktur. Bazen de yapılması gerekenler yapılamaz, çünkü karar alma süreçlerini bozan unsurlar vardır. Bunlar geçmişte de vardı. Örneğin, toplumun bazı kesimlerini -mesela aristokrasiyi- diğerlerinden üstün tutan yaklaşımlar vardı ki böylesi ortamların doğru kararlar üretmesi nadirattandır.

Son yüzyıllarda da kamunun görevini etkin yapmasına engel olan bazen geçmişle benzeşen bazen de çok daha farklı bir yapıda olan yeni engeller ve unsurlar ortaya çıktı. Bunların bir kısmı da sermayenin aşırı güçlenmesiyle ve sermayenin benimsediği yaklaşımlar ve yakın durduğu ideolojilerle ilgili.

Şimdi de çoğu zaman adı konulmamış ama fiiliyatta var olan ve kendini veya mensubu olduğu zümreyi üstün görme türlerine ve kararlarda asıl hak sahibi gibi hareket etme eğilimine çok rastlayabiliyoruz. Bunlar usturuplu ve kapalı kapılar ardında yapılmaya çalışıldığı için bazen geçmişteki kadar dikkat çekmeyebiliyor ama çok daha keskin olabiliyor.

Bu duruma yakın bir örnek olarak Rusya – Ukrayna savaşını verebiliriz. Bazı güçlü lobi ve çevrelerin bu savaşın başlamasına giden ortamın oluşturulmasında ve uzamasındaki rolü kolayından inkâr edilemez. Ama kamuoyu nezdinde tahminler dışında bu çevrelerin spesifik olarak kim oldukları bile tam bilinmiyor. Ama bunlar perde ardından insanların hayatları üzerine vahim planlar yapabiliyor ve bunları uygulayacak kanallar bulabiliyorlar.

Bu Etki Nasıl Oluşuyor?

Tırnak içinde “Paranın” süreçleri yönlendirmesinin bilinen kanalları var. Bunlardan birisi, siyasetin, parti faaliyetlerinin, seçim ve kampanyaların çoğu zaman paraya dayanması.

İdeolojik partiler bundan belirli ölçüde kaçınabilseler de zamanla onlar da benzer risklere maruz kalabiliyor veya ancak sınırlı bir kitleye ulaşmakla yetiniyorlar.

Siyasi faaliyet yürütmenin parayı zorunlu kılması zamanla sermaye sahiplerine siyasette de çok büyük bir güç veriyor veya etki alanı oluşturuyor. Bu, illaki diyelim küresel çevrelerden birileri gelip siyasi faaliyetleri finanse ediyor demek değil elbette. Bazen doğrudan destekleme yöntemi de kullanılabiliyor ama genel olarak hangi kaynaktan gelirse gelsin, paranın ve sermayenin siyasette haddinden fazla güç kazanması bir ülkedeki süreçleri ve dengeleri bozuyor. Sonuçta sorunlar arttıkça da bahsettiğimiz küresel çevrelere ilave etki alanları açılıyor.

Neticede, insanlar halk iradesi tecelli ediyor diye düşünürken çoğu zaman gerçekte başka iradeler tecelli edebiliyor. Bunlar aşılmaz değil elbette ama önem verilmez ve sistemsel önlemler alınmazsa, tüm bunlar her kesimden dürüst siyasete çok güçlü bir mani oluşturuyor.

Bu konuyu “Meksika Cumhurbaşkanlığı Seçimleri” yazımızda detaylı ele almış ve o yazıda bu alanda çok önemli bir teorisyen olan C. Wrigth Mills’ten de bahsetmiştik.

Evet, para her şey demek değil elbette ama birçok toplumda çok şey demek. Ayrıca paranın da bir hiyerarşisi var. Dünyadaki etkin zümrelere ait ve belirli güçlerle sağlamlaştırılmış, tahkim edilmiş parayla sözgelimi yeni petrol zengini olmuş bir ülkenin parası aynı ağırlıkta görünmüyor. Bu yüzden alt başlığımızdaki ilk cümlede tırnak içerisinde “Paranın” ifadesini kullandık.

Diğer yandan, para ve kaynaklar iyi yönetilirse, kime ait olursa olsun, her halükârda bir güç unsurudur. Yönetilmez ya da yönetilemezse de bir yüke de dönüşebilir. Bu ayrı bir konu…

Bu etkinin oluştuğu ikinci bir alan da kamunun -neredeyse sürekli- borçlanma gereğidir. Kıymetli kardeşim Mehmet Yılmaz’ın da dediği gibi, kamunun topladığı vergilerin yaptığı işlerin finansmanına yetmediğini keşfeden bazı güçlü gruplar kamuya, hükümetlere borç verme işine özel bir önem vermişler ve bu metotla kamu üzerinde büyüyen bir etki alanı oluşturmuşlar. Bu durumun temelinde de kamuda ara ara nükseden aşırı harcama, israf,  hazır parayı iyi değerlendirememe ve nitelikten ziyade niceliğe önem verme gibi yaklaşımlar yatar.

İlginizi çekebilir!  Maaş Artışlarına Dair – Fatih Ünlü

Bir de hazır -ama aslı borç olan- para lüzumsuz şatafat ve lükse harcandığında hem kamunun itibarı zedelenir hem de bu borç zinciri sağlamlaşarak tam bir kısır döngüye dönüşür. Yap – İşlet – Devret gibi yeni yöntemler de vardır ama bunlar da iyi yönetilmezse benzer şekilde kamuyu dolaylı ve kontrolsüz bir şekilde borçlandırma yöntemidir.

Yazımızda etkisinden bahsettiğimiz sermayenin tek kaynağı finans sektörü değildir elbette ama birçok ülkede sermayenin güçlü bir finans ayağı da vardır. Sermayenin medya gücü, lobi kabiliyeti ve ötesi üzerinden etki oluşturması da başka vesilelerle detaylı ele alınması gereken çok önemli başlıklardır.

Tek Suçlu Para mı?

Karar alma süreçlerinde aksayan yönleri tümden siyasette – politikada paranın etkisine bağlamak şüphesiz doğru olmaz. Liyakatsizlik, yozlaşma, kayırmacılık gibi unsurlar da süreçleri inanılmaz ölçülerde bozarlar. Ama paranın, yozlaşmadaki ve liyakatsizliğin yaygınlaşmasındaki etkisini de yadsıyamayız.

Özetle, sermaye sahiplerinin, paranın asli patronlarının süreçlere sirayet ederek özellikle kamunun gücü üzerinden kendi güçlerini tahkim etmeye çalışmaları ve kendilerine tesir alanı açmaları çok görülen bir vakadır.

Sonuçta çeşitli müdahalelerle, belirli çevrelerin kendilerine yakın kişileri desteklemeleriyle, yönetimlerin halk için, millet için, ülkenin geleceği için en doğru kararları alma yetenekleri zayıflar, bazen de tümden kaybedilir. Burada zafiyet bazen kamu tarafından da gelebilir. Bu konuları da detaylarıyla “Dönüşüm ve Liderlik” başlıklı yazı dizimizde ele almaya çalışmıştık.

Bazı okuyucularımızın aklına paranın o kadar da güçlü olmadığı – görünmediği otoriteryan rejimler veya komünist ve sosyalist sistemler de gelmiş olabilir. Malum, bu tür rejimlerde de farklı mahiyette birçok sorun vardır ve yönetim kademesi ve bürokrasi süreçlere yine keskin bir şekilde hâkimdir ama oralarda da paranın tümden önemsiz olduğu söylenemez.

Ele aldığımız konu çok kapsamlı olduğu için eksik bir tablo çizmemek amacıyla şu husustan da kısaca bahsedelim. Kamu kesiminin de -muhtemelen kendisine yakın- sermaye oluşturma çabalarına da çokça rastlanır. Bu konuda birçok yöntemin uygulandığını biliyoruz ama bizce bunun en etkin ve halkın yararına olan yolu küçük veya büyük başarı vaat eden bütün girişimlerin desteklenmesi, sermayeyi tabana yaymaya yönelik girişimler ve kooperatifler vs. yoluyla insanların birlikte hareket etmelerinin teşvik edilmesidir.

Sonuç

“Paranın” tarihte de bir gücü vardı şüphesiz. Ama şu anda kurumsallaşmış, çok organize ve farklı yöntemlerle çoğu zaman uyumlu hareket eden devasa bir güç haline dönüşmüş durumda. Shakespeare’in Venedik Taciri eserindeki “Shylock” karakterinin oyunun sonunda düştüğü durumla sermayenin günümüzdeki konumu arasında olağanüstü bir fark var. Bunu bu tür konuları çalışmış arkadaşlar çok daha iyi bilirler.

Birçok işte olduğu gibi, bu yazımızda bahsettiğimiz maniler de aşılmaz değildir elbette. Bu tür dengeleri bozucu etkiler Sistemin alacağı önlemlerle, güçlü siyasi liderlik ve güçlü, bağımsız ama hukuki normlardan ayrılmayan, imtiyaz adalarına dönüştürülmemiş kurumlarla engellenebilir şüphesiz.

Ama böylesi bir süreci yönetmek büyük bir ustalık ister. Yönetilemezse bu kez de bürokratik vesayet riski ortaya çıkar. Adı konulmuş veya konulmamış sermayenin siyaset üzerinde etki kurarak süreçleri yönlendirmeye çalışması da, bürokrasinin vesayeti de, kuralların göz ardı edildiği bir yönetim tarzı da veya uluslararası bağlantılı organize çevrelerin tahakkümü de toplumun hayrına değildir. Olmadığı da birçok örnekle görülmüştür. Çünkü tüm bunlar Ayet-i Kerimelerde de buyurulduğu üzere adaletten ve liyakatten sapmalara sebep olur. Bu sapmalar da iyi yönetimin en büyük düşmanıdır.

“Muhakkak ki Allah size emanetleri ehline, liyakat sahiplerine vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğini zaman da adaletle hükmetmenizi emreder.”

(Nisa Suresi, 58. Ayeti Kerime Meali)

Yazılarımızda bazen belirli çevrelerin hoşlanmayacağı tehlikeli alanlara girdiğimizin farkındayız. Ama önemli hususların söylenmeden es geçilmesinin de Allah Katındaki sorumluluk açısından vebalinin çok daha büyük olduğunu da biliyoruz. Bu yüzden ara ara görebildiklerimizi dilimizin döndüğünce yazmaya çalışıyoruz. Umarız faydalı oluyordur.

Netice olarak şu hususu da arz edip yazımızı bitirelim:

Toplumların en iyiye ulaşmalarına engel olan unsurlar üzerinde daha çok kafa yormalı ve her kesimin kendi alanında söz sahibi olduğu ama diğer alanları haksız tesir altında bırakmaya çalışamadığı bir ortam oluşturmalıyız…

Allah’a emanet olun.

====

* Bu vesileyle, Ebubekir Memiş Abimizin uzun yıllar içerisinde çok geliştirdiği “Fidan” Kuran-ı Kerim okuma programından da kısaca bahsedelim. Fidan programı 7’den 70’e Kuran-ı Kerim’i okumayı süratle öğrenmek için çok güzel bir kaynak. İsteyenler yazılım platformlarından programı ücretsiz indirebilirler.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.