celalettin yavuz kapak 2025

Prof. Dr. Celalettin Yavuz Güvenlik Politikaları Uzmanı, 20 Şubat 2025

 

ABD Başkanı Trump, seçim propagandası sırasında ve seçildikten sonra söylemiş olduğu gibi, henüz koltuğunda bir ayı bile doldurmadan Rusya-Ukrayna arasındaki savaşı sona erdirmek maksadıyla barış sürecini başlattı. 18 Şubat 2025’te Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da Rus ve Amerikan dışişleri bakanları ve heyetleri ilk kapsamlı görüşmeleri gerçekleştirdiler.

Trump ile Avrupa ülkeleri arasındaki gerilim yükselirken, Trump öncesinde Rusya-Ukrayna savaşında ABD ile birlikte hareketle Ukrayna’yı destekleyen Avrupa’nın önde gelen ülkeleri de Riyad toplantısından bir gün önce Paris’te bir araya gelerek olası Rusya-Ukrayna ateşkesi ve barış görüşmelerinde masada olmaları gerektiğini vurguladılar. Hal böyle olunca Rusya-Ukrayna barış süreci üzerinden ABD ile AB arasında bir bilek güreşi mi var, ya da en azından 1941’den beri ABD-Avrupa arasında var olan “Kuzey Atlantik” bağlantısında bir “kopma” tehlikesi mi olduğu yönünde bir analize ihtiyaç duyuldu.

Rusya-Ukrayna Savaşının Sebebi Ne idi?

Barış sürecini ve şayet gerçekleşirse olası sonuçlarının neler olabileceğini kestirebilmek için savaşı neden çıktığının hatırlanmasında yarar var. İlginç olan, tıpkı Aralık 2001’de Afganistan’ı işgal ederken tüm NATO ülkelerini ve diğer müttefiklerini bu ülkeye çeken ABD, Ağustos 2021’de apar topar Afganistan’dan çekilirken özellikle Avrupalı müttefiklerini şaşırtmış hatta üzmüştü. Benzer bir gelişme de bu kez, Trump yönetiminin adeta Ukrayna ve halen destekçisi olan Avrupa’ya sırtını dönerek Rusya ile barış sürecini başlatmasında yaşanıyor.

Hatırlanacağı üzere 2021 yılı Kasım ayından itibaren ABD-İngiltere ikilisi, her an Rusya’nın Ukrayna’ya saldırabileceği uyarısını öylesine yüksek seslerle haykırdı ki, bu ikaz adeta Rusya’ya “Hadi Ukrayna’ya saldırsana!” der gibiydi. Avrupa’da Polonya da bu Anglo-Sakson ikilisinin yanındaydı. Gelinen günde ise, Rusya ile savaşta sevk ettiği harp silah ve araçları ile, ayrıca Rusya’ya uyguladığı ve uluslararası camianın önemli bir kısmına uygulattığı yaptırımlarla Ukrayna’ya en büyük desteği veren ABD, sadece Ukrayna’yı değil, Avrupa ülkelerini de bir kez daha yarı yolda bıraktı.

Rusya’nın ana bahanesi, soğuk savaş sona ererken ABD’deki Baba Bush yönetiminin Sovyetlerin son Lideri Gorbaçov’a, “NATO’nun doğuya doğru genişlemesi” kapsamında Ukrayna ve Gürcistan’ın dahil edilmeyeceği yönünde verdiği sözdü. Ancak Milenyum’a girdikten bir kaç yıl sonra Gürcistan ve Ukrayna’da “Kadife Devrimler” adı altında, Batı dünyasına yakın hükümetler ABD kaynaklı uluslararası fon sahiplerinin desteğiyle seçtirildi. Bu hükümetler NATO ve AB üyesi olmak istiyorlardı.

2010 yılında Ukrayna’da yapılan seçimlerde Rusya yanlısı Yanukoviç Cumhurbaşkanı seçildi. Yanukoviç’in Batı’ya sırt çeviren tavrı üzerine 2013 yılı sonlarından itibaren Ukrayna’da başlayan gösteriler, Şubat 2014’te Yanukoviç yönetiminin devrilmesine sebebiyet verdi. Yanukoviç can güvenliği için Rusya’ya kaçtı. Aynı yıl içerisinde Kırım Özerk Cumhuriyeti önce referandumla bağımsızlığını ilan ederek Ukrayna’dan ayrıldı, ardından da Rusya’ya ilhak etti. Bu tarihten sonra Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) bünyesinde kurulan ve üst yöneticisi bir Türk diplomatı olan grup kurularak sorun çözülmeye çalışıldı. Önce Eylül 2014’te Minsk-I, ardından uygulanmayınca Şubat 2015’teki Minsk-II Antlaşmalarına göre Ukrayna, özetle Rus çoğunluğun bulunduğu Ukrayna’nın doğusundaki bölgelerde uzlaşılan düzenlemeleri anayasa ile güvence altına alacaktı. Ancak Minsk-I gibi Minsk-II de uygulanmadı. Çatışmalar devam etti.

Mayıs 2019’da Cumhurbaşkanı seçilen Zelenski’nin seçim vaatleri içerisinde Rusya ile uzlaşarak sorunu çözmek de vardı. Ancak bu gerçekleşmedi. Aksine Ukrayna’nın doğusundaki Donbass bölgesinde çoğunluğu oluşturan Ruslarla Ukrayna askerleri arasındaki çatışmalar artarak sürdü.

Hatta bu Rus asıllıların gıda temin ve Rusya’dan destek almasının kısıtlandığını dahi bildiren Rusya Devlet Başkanı Putin, 22 Şubat 2022’de tüm dünyaya servis edilen konuşmasında bir bakıma Çarlık Rusya özlemini dile getiren, Ukrayna’nın vaktiyle Osmanlı Devleti’nden kendilerinin aldığını söyledi. Zaten iki güne kalmadan da Ukrayna’ya saldırdı.

İlginizi çekebilir!  MİT'in Tarihi Takas Operasyonunda Önemli İsimler

O ana kadar Rusya-Ukrayna arasındaki gerilimde arabuluculuk yapmaya çalışan Fransa ve Almanya gibi AB’nin ağır topları kerhen de olsa bu savaşta Ukrayna’dan yana tavır koydular. Hatta İsrail’in Gazze Şeridi’ne vahşet derecesindeki insanlık dışı saldırılarında olduğu gibi, adeta “patron” ABD’nin istekleri doğrultusunda hareket ettiler. Üstelik bu savaştan Ukrayna’dan sonra en büyük zararı Avrupa ülkeleri, özellikle de Almanya gördüğü halde…

Rusya-Ukrayna Savaşını Bitirme Girişimleri

Rusya-Ukrayna savaşının ilk haftaları geride kaldıktan sonra bölgedeki istikrara büyük önem veren, her iki ülke ile de tarihi, kültürel, siyasi ve ekonomik ilişkileri bulunan Türkiye’nin aracılığında Mart 2022 sonlarında taraflar İstanbul’da bir araya geldiler. Taraflar aslında masadan uzlaşarak kalkmışlardı. Ancak ne olduysa, dışişleri bakanları başkanlığındaki heyetler ülkelerine döndükten sonra kalıcı ateşkes devam ettirilemedi.

Rusya’nın iddiasına göre kalıcı barışın önündeki en büyük engel ABD ve İngiltere’nin Ukrayna’da Zelenski yönetimi üzerindeki baskın etkisiydi. Nitekim bu iddiayı doğrularcasına ABD, İngiltere ve Polonya ile Baltık Ülkelerinin sürüklediği AB, Ukrayna’ya silah, mühimmat ve gıda yardımlarında bulundu. Rusya’ya binlerce yaptırım uygulanarak, sözde Rusya’nın zayıflatılarak savaştan “el aman” dileyeceği beklendi.

Ama Rusya Avrupa’ya doğalgaz sevk edemese de, Avrupa’ya petrol ihraç edemese de, hatta Rus petrolü yaptırımlar sebebiyle Avrupalı armatörlerce taşınmasa bile, Hindistan, Çin ve Afrika ülkelerine daha düşük fiyatlar üzerinden yeni kurduğu petrol tankerleri filosuyla ihracatla engelleri aşmayı bildi ve pes etmedi. Pes etmeyince de ABD-Avrupalı ortakların beklentileri gerçekleşmedi. Hatta İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki saldırısına silah ve mühimmat yetiştirme gayreti de ortaya çıkınca, ABD ile Avrupa’nın Ukrayna’ya yardım önceliği de kaybedildi.

ABD-İngiliz stratejistlerinin de etkisiyle Ukrayna ilk kez Ağustos 2024’te Rus sınırlarını aşarak Kursk bölgesine saldırdı. Bu harekatın hedefi, ufukta görünen olası bir barışta, Kursk ile Rus işgali altındaki Donbass ve Kırım bölgesini takas etmekti. Ancak Rusya’nın böyle bir niyetinin olmadığı son derece nettir ve ABD’de Trump yönetimi de Rus liderlerden farklı düşünmemektedir.

Rusya-Ukrayna Barış Sürecinde Son Gelişmeler

ABD’de Trump yönetimi ilk girişimini 18 Şubat’ta Riyad Toplantısı ile gerçekleştirdi. Sadece ABD ve Rusya dışişleri bakanları ve heyetleri ilk görüşmeyi gerçekleştirdiler.

Avrupa ülkeleri ise Riyad Toplantısı’ndan bir gün İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Polonya, İspanya, Baltık ve İskandinav ülkelerini temsilen Danimarka liderleri ile AB Konseyi Başkanı ve NATO Genel Sekreterinin katılımı ile Paris’te toplandılar. Toplantı sonunda, barış sürecinde Avrupa’nın da masada olması gerektiği üzerinde uzlaşma sağlanırken, İngiltere’nin Ukrayna’nın güvenliği için 100 bin asker gönderilmesi teklifine Almanya ve Polonya katılmadılar.

Riyad Toplantısının gerçekleştiği gün Türkiye ziyaretinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüşen Ukrayna Lideri Zelenski, görüşme sonrasında topraklarından taviz vermeyeceklerini ifadeyle, Türkiye’nin de barış sürecinde masada olması gerektiğini söyledi. Ancak taraf olan Ukrayna gibi ne Türkiye, ne de Ukrayna’ya milyarlarca avroluk silah yardımı yapan Avrupa ülkelerinin çağrılmadığı Riyad Toplantısı’nda ABD ile Rusya’nın Ukrayna’nın zengin nadir toprak elementlerinin paylaşımı konusunda müzakere yapmış oldukları öğrenildi. Zira ABD Başkanı Trump, Ukrayna’ya yapılan yardımlar karşılığında bu nadir toprak elementlerinden en az 500 milyar dolarlık bir payın beklentisini dile getirmişti.

Zelenski’nin İstanbul’da görüştüğü Erdoğan da barış süreci konusunda “Son 3 yıldaki aktif diplomasimizde Rusya, Ukrayna ve Amerika arasındaki görüşmeler için ülkemiz ideal bir ev sahibi olacaktır. Türkiye’nin Ukrayna egemenliğine ve toprak bütünlüğüne olan desteğini ifade ettim. Görüşmelerin kalıcı barışla sonuçlanması için her türlü desteği vereceğimizin altını çizdim!” şeklindeki sözleriyle Türkiye’nin katkı vermeye hazır olduğunu açıkladı.

İlginizi çekebilir!  NATO Genel Sekreteri Stoltenberg'den dikkat çeken Çin-Rusya çıkarımı

Buraya kadar özetlenen hususlara bakıldığında ABD’nin Rusya-Ukrayna savaşının sonlandırılmasında Ukrayna gibi, bu savaşta ABD ile birlikte hareket eden İngiltere dahil, Avrupa ülkelerini de dahil etmeyeceği anlaşılabilir. Tabii Türkiye’yi de…

Ancak Riyad Toplantısından sonra ABD Dışişleri Bakanı Rubin, barış sürecinde “tarafların taviz vermesi gerektiği”nden hareketle, “Avrupa’nın da müzakerelere dahil olacağını” söyledi.

Trump yönetiminin diplomasi tanımaz hoyrat tutumu sonucu ABD-Avrupa arasındaki Atlantik hatlarının kopma noktasına geldiği bir sırada, Rubio’nun bu sözü belki de Avrupa ülkelerinin biraz da olsa rahatlamasına sebebiyet vermiş olabilir.

Her ne kadar zamanla Ukrayna ve Avrupa’nın ağır topları olan ülkeler (İngiltere, Almanya, Fransa, İspanya, İtalya, Polonya vb) ile AB kurumsal temsilcileri barış sürecinde masaya davet edileceklerse de, asıl sözü Trump yönetiminin söyleyeceği anlaşılmaktadır. Olası bir barışta Rusya, Ukrayna’nın AB ile ekonomik entegrasyonuna karşı çıkmaz iken, NATO üyeliğine karşı olduğunu tekrarlamış ve Trump yönetimi de kabul etmiştir.

Keza Ukrayna’nın “Kırım, Donetsk, Luhansk, Zaporijya ve Herson’un Rus kontrolünden çıkarak Ukrayna sınırlarına dönmesi şartının” aksine, Trump’ın bir süre önce “bunun mümkün olmayacağı”nı söylemiş olduğu gibi, Rusya’nın bu bölgerden çıkmaya niyeti yoktur. Hele de özellikle bu bölgelerde bulunan, nadir Toprak elementlerinin değerlendirilmesinde Rusya ile uzlaşabilirse…

Sonuç

Barış sürecinin başlamış olduğu varsayılırsa, Zelenski ve Erdoğan’ın isteklerinin aksine Türkiye’nin de barış masasında yer alamayacağı anlaşılmaktadır. Ancak bölgeye barış ve istikrarın gelmesi, özellikle inşaat ve lojistik sektörü olmak üzere Türk ekonomisine yeni imkanlar katabilecektir.

Avrupa’nın anlı şanlı ülkeleri, bu savaşı gelişmeden önleyebilecek iken, ABD’nin peşine takılarak Avrupa’nın güvenliği gibi, kendi insanlarının refah ve huzurunu tehlikeye attıklarını anladılar mı bilinmez. Ancak bu gelişmeleri dışarıdan izleyenlere, merhum İsmet Paşa’nın “Büyük devletlerle ilişkiler, ayıyla yatağa girmeye benzer!” sözünü hatırlatmaktadır. ABD’nin Göronland’ı istemesi, Ticaret savaşını çağrıştıran Avrupa ülkelerini aşağılayan hareketleri biraz daha devam etse, belki de NATO dahil Transatlantik bağlantısı kopma noktasına gelebilirdi. Tabii ki bu tehlikenin hala devam etmekte olduğu bir gerçektir.

Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski ise kuşkusuz ki bu gelişmelerden en ciddi rahatsızlığı duyan kişidir. Zaten son günlerdeki vücut dili de bunu açıkça göstermektedir. Üstelik Zelenski yönetimindeki Ukrayna “Avrupa ülkeleri gibi sadece bir büyük devletle değil, bir çok kendisinden oldukça büyük devletlerle yatağa girdi!” Bunun sonucunda onbinlerce Ukraynalı asker hayatını kaybetti. Ülke nüfusunun en az 10 milyonu yerinden yurdundan oldu.

Topraklarının yaklaşık %25-30’unu, üstelik en değerli kesimini kaybetti. Yurtdışına kaçan Ukraynalıların çoğunun geri dönmeyeceği düşünülürse, önemli bir insan gücü kaynağını da kaybetti. Herhalde ilk genel seçimlerde kendisi de kaybedecek veya aday dahi olmayacaktır. Ama şurası kesin ki, altyapılar dahil Ukrayna’nın işgalin dışında kalan bölgelerinin imarı için de 500 milyar doların üzerinde telaffuz edilen kaynaklara ihtiyaç olacaktır. Kısacası Rusya yaptırımlardan kurtulacak, muhtemelen Avrupa’ya yeniden petrol ve doğalgaz satacak, hatta el konulan AB bankalarındaki 200 milyar avro civarındaki varlıklarından kesilen faizleri de geri alacaktır. Özellikle Almanya ve Fransa, Avrupa’nın kaybeden ülkelerinin başında gelirken, savaş sonunda ABD ve AB’ye borç ödeme durumuyla da karşı karşıya kalan Ukrayna, baş kaybeden olacaktır.

Bu barış sürecinde Avrupa’nın büyük ülkeleri yeni bir güvenlik testinden geçeceklerdir. Bu ABD’ye daha fazla güvenilemeyeceğinden hareketle Avrupa’da yeni bir güvenlik mimarisi kurmanın gerekliliğini anlamalıdırlar. Anlaşılmaz bir kibirle sürdürdükleri “Türkiye’nin Avrupa’ya ihtiyacı olduğu” yanlışından kurtularak, Avrupa’nın da Türkiye’ye her zamankinden daha fazla ihtiyaçları olduğunun idrakı ile hareket etme erdemi göstermelidirler. Sizce gösterebilirler mi?

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.