Bercan TUTAR – 25 Ocak 2025
Yemin içip görevine başlayan Donald Trump’ın Amerikan derin devleti ve neo-liberal ideolojiyle savaşı heyecanla izleniyor. Ancak dünyanın gözü Trump’ın küresel güç dinamiklerini yeniden şekillendirme iddiasındaki güce dayalı jeo-politik kumarının nasıl sonuçlanacağında. Grand stratejisini kendine eşit bir rakip olarak gördüğü Çin’i kuşatma ve frenlemeye dayandıran Trump eğer bunu yapamazsa alternatif seçenek olarak SSCB ile yaptığı gibi Pekin ile de uzlaşmaya varıp dünyayı paylaşmaya dayalı bir dış politika doktrinini hayata geçirmeye çalışıyor.
Çin’e yönelik büyük hedefine ulaşmak için Hint ve Asya-Pasifik’teki müttefiklerini yeniden organize etmekten çok daha fazlasını yapmak zorunda olduğunu biliyor Trump. Bunun yolu da Avrupa’dan çok Rusya ve Türkiye’yi yanına çekmekten geçiyor.
Bu hedef hem iddialı hem de risklerle dolu. En sonda söyleyeceğimizi şimdiden dile getirirsek Trump, Ukrayna’yı Rusya ile daha geniş bir anlaşma karşılığında takas etmeyi ve ABD’nin Avrupa’ya olan taahhütlerini azaltmayı planlıyor.
Türkiye’yi ise Ortadoğu’da İsrail’i frenleyerek ve Suriye’nin siyasi ve ekonomik inşasında başat aktör olarak görerek yanına çekmeyi düşünüyor. Burada elbet PKK/YPG terör örgütlerine dair Türkiye’nin hassasiyetleri öncelikli rol oynuyor. Trump’ın yeni atadığı Pentagon ve Ortadoğu temsilcileri İran’ın baskı altına alındığı, İsrail’in frenlendiği ve Rusya’nın çekildiği Ortadoğu’da sadece Türkiye’nin ayakta kalabilmesini olumlu anlamda rasyonalize edebilecek pragmatik vizyona sahip isimlerden oluşuyor.
Kuşku yok ki Trump, Türkiye’nin sadece Suriye’de değil bütün Ortadoğu’da da en başat aktör olmasından rahatsız görünmeyen bir yaklaşıma sahip. Çünkü Çin’i kuşatma veya Çin’i istediği şartlarda masaya oturmaya zorlama stratejisinin Türkiye ve Rusya olmadan sonuca ulaşmayacağını çok iyi biliyor
Türkiye ve Rusya’ya yönelik yeni açılmalarla birlikte Trump’ın kendi hinterlandını da güçlendirmesi gerekiyor. Grönland, Kanada ve Panama Kanalı’nı ABD etkisi altına alma girişimleri de dahil olmak üzere Avrupa’ya yeni bir dizayn verme hedefi var. Meksika da bu anlamda menzilde olan ülkelerden.
İçeride ise yüksek tarifelerle ithalata olan bağımlılığı azaltmayı hedefleyerek ABD ekonomisini yeniden sanayileştirmeye çalışıyor Trump. Bu politikalar, Trump’ın nihai hesaplaşma olarak gördüğü şeyin sahnesini hazırlıyor. O da şu… Kendisini ve müttefiklerini en büyük tehdit olarak gördüğü Çin ile tarihi yüzleşmeye hazırlık. Bu strateji haliyle Amerika’nın çıkarlarını güvence altına almak için muazzam askeri ve ekonomik gücün kullanılacağı bir tür neo-emperyalizmi temsil ediyor.
ABD Başkanı, I. Dünya Savaşı’na katılmadan önceki süreçte olduğu gibi uluslararası çatışmalara doğrudan müdahale etmekten özellikle kaçınan ancak kazanma ihtimali olduğunda ortaya çıkan bir strateji izleme taraftarı. Bu doktrin bazı Trump destekçilerinin tercih ettiği eski izolasyonculuktan ve kabuğuna çekilmekten çok uzak.
Trump’ın yaklaşımı hem küresel düzeni yeniden şekillendirmeye yönelik cüretkâr bir girişimi hem de Joe Biden tarafından desteklenen sözde “kurallara dayalı düzen”in reddini yansıtıyor. Liberal kurallara dayalı düzeni henüz yazılmamış olan “Trump’ın kurallarıyla” değiştirmek istiyor.
Yemin içtiği 20 Ocak’tan bu yana imzaladığı veya iptal ettiği kararnameler veyahut kabinesine atadığı isimler ile bu isimlerin yaptığı ilk diplomatik temaslar Trump’ın yeni doktrinin işaretlerini fazlasıyla veriyor.
Peki, Trump doktrini diyebileceğimiz kurallar nelerden oluşuyor? Bunlar, bir ülkenin egemenliğinin diğerininkine eşit olmadığı klasik bir “güçlünün haklı olduğu” realitesine dayanıyor. Çünkü Trump’ın dünyasında güç dengesini, uzlaşı veya barışı normlar, değerler, hukuki ve ahlaki kurallar veya eşitlik değil, sadece sahip olunan kudret, kuvvet ve güç belirleyecek.
Gücü ve savaşmayı unutmuş Avrupa bu yaklaşıma uyum sağlamada büyük zorluklar yaşıyor. Latin Amerika’daki aktörlerde de Avrupa kadar olmasa da bazı sorunlar ortaya çıkacak. Hint ve Asya-Pasifik ile Ortadoğu’da ise İran dışında pek bir sorun çıkmayacak görünüyor. Çünkü Körfez, İran ve İsrail üçgenindeki Ortadoğu’da kilit aktör olarak Türkiye öne çıkıyor.
Avrupa’yı Rusya kartıyla istediği formata sokmayı düşünen Trump, benzer bir taktiği Ortadoğu’da da Türkiye ile denemek istiyor. Çünkü ne İsrail ne İran ne de İsrail, Trump’ın küresel vizyonuna katkı sağlayacak çapta ve derinlikte aktörler. Bu pozisyondan çok uzaklar. Dolayısıyla İsrail başta olmak üzere diğer ülkeleri bulduğu her fırsatta eleştiren Trump’ın Başkan Erdoğan’ın siyasi liderliğini ve kararlılığını övüp Türk ordusuna methiyeler dizmesi boşuna değil.
Bazı Rus analistler Trump’ın başarılı olması için Rusya’nın gücüne saygı duymayı da öğrenmesi gerektiğinin altını çiziyor. Eğer bunu yapabilirse Joe Biden’ın Rus lider Vladimir Putin ile başaramadığını başarabilir Trump. Çünkü kendisini bir barış elçisi ve uzlaşmacı olarak gören Trump, gücün her iki tarafta da kabul edildiği bir dengeye yani güce dayalı konsensüse inanan biri.
Bu bağlamda Trump doktrininin inceliklerini en iyi anlayan aktör kuşkusuz Türkiye. İşte bu nedenle Trump’ın söylemini tek başına Ukrayna’ya odaklanmakla karıştırmamalı. Zira Trump için Ukrayna krizi, tıpkı Gazze ve Suriye gibi küresel satranç tahtasındaki birçok taştan sadece biri. Kuşku yok ki Trump’ın jeo-politik hırsları Ortadoğu ve Doğu Avrupa’nın çok ötesine uzanıyor. Odak noktası, müttefikler ve rakipler için angajman şartlarını yeniden müzakere ederken eşit rakip olarak gördüğü Çin’e karşı Amerika’nın üstünlüğünü pekiştirecek veya bu olmazsa da Pekin ile berabere kalacakları yeni bir uluslararası düzeni yeniden yazmayı hedefliyor Trump.
Revizyonist aktörlerin Trump’a ve doktrinine bakışına gelince… Bütün gözlerin çevrildiği Çin ihtiyatlı bir bekleyiş içinde. Uzlaşıya da mücadeleye de hazır konumda olduğu mesajını veriyor. Rusya, haklı olarak ABD’ye bazı konularda hâlâ sakıncalı piyade muamelesi yapıyor. Sütten ağzı yandığı için Trump’ın sunduğu yoğurda üflüyor. Ve netice olarak Trump’ın hamlelerini görmek istiyor. Fakat her açıdan da iyimser bir bekleyiş içinde. Çünkü Ukrayna’da avantaj Rusya’da.
Yeni Amerikan doktrinine en hazırlıklı ve eli en rahat ülke birçok uzmana göre de sadece Türkiye. Hem ABD’nin konjonktürel hamlelerine uyum içinde hareket edebiliyor hem ABD’nin hamlelerine karşı durabiliyor hem de ABD’nin rakip olarak gördüğü veya sorun yaşadığı aktörlerle çok iyi ilişkiler içinde. Çünkü dünyanın gidişatını çok iyi okuyor.
Son yıllarda Osmanlı’nın imparatorluk refleksleriyle hareket eden Türkiye, ABD ve Avrupa’nın şimdiye kadar ‘yumuşak karnımız’ olarak gördüğü ‘Kürt kartını’ geçersiz hale getiren tarihi hamlelerde bulundu. Kritik adımlar attı. Oyunu değiştiren başarılara ulaştı. Hatta son dönemlerde ‘Kürt jokeri’ni çekerek Batı’nın başımızda demoklesin kılıcı gibi salladığı ‘Kürt kartı’nı ellerinden aldı/alıyor.
Bu nedenle Trump doktrininde Türkiye ayrıcalıklı bir yere sahip. Bu konumunu da yaptığı milli, özerk ve bağımsız oyun kurucu hamlelerle elde etti. Bu pozisyon ABD ve Trump için Türkiye’nin Ortadoğu’yu da aşan küresel çaptaki stratejik ağırlığını daha da ayrıcalıklı hale getiriyor.