Bercan TUTAR – 18 Ocak 2025
Dış politikası uzun bir tren kazası olan Joe Biden’ın ardından göreve gelen Donald Trump, Franklin D. Roosevelt’ten bu yana muhtemelen en ‘emperyal’ ABD başkanı olarak gösteriliyor. ABD için jeopolitik ortam olumlu fırsatlar kadar risklerle de dolu.
Trump’ın ilk görev döneminden önce Obama, Libya savaşına, Arap Baharı ile Suriye, Yemen ve Mısır’da iç savaşa, İran’da yeşil Devrim gösterilerine, Putin’in Kırım işgaline, DEAŞ’ın yükselişine, Çin’in güçlenmesine ve son olarak ayaklandırdığı İran halkını yüzüstü bırakıp felaketle sonuçlanan İran ile nükleer anlaşmaya (JCPOA) başkanlık etmişti.
Sonra Trump DEAŞ’ı Türkiye sayesinde yendi NATO’yu güçlendirdi, Ukrayna’yı silahlandırmaya başladı, İran’a baskıyı geri çekti, İsrail ve Arapları ülkeleri arasında normalleşme sürecini başlattı ve Çin ile ticaret savaşlarına başladı.
Joe Biden’ın görev süresinde işler ABD için yine kötü bir şekilde ters gitti. Amerika Afganistan’dan küçük düşerek adeta kaçtı, Ukrayna Rusya tarafından işgal edildi, ABD’nin askeri ve siyasi desteğini alan İsrail, Gazze’de dünya tarihinin görüp görebileceği en barbar soykırımlardan birine imza attı. Husi isyancıları Kızıldeniz’deki çoğu nakliyeyi engelledi, Sahra Altı Afrika Ruslar ve Çinlilere kaybedildi, Hayat Tahri Eş-Şam (HTŞ) Türkiye’nin yardımıyla Suriye’yi ele geçirdi ve son olarak Tayvan kuşatmasını artıran Çin, adayı ilhak çabalarını hızlandırdı.
Şimdi Trump ikinci kez başarısız bir Demokrat başkanın bıraktığı enkazı devralıyor. Trump’ı ve ABD’yi bekleyen en köklü sorun ise Avrupa, Ortadoğu ve Pasifik’teki belirli ve acil güvenlik zorluklarından, gıcırdayan eski dünya düzenine baskı yapan daha geniş jeo-ekonomik ve jeo-politik eğilimlerdir. Herkes dikkatini dünyanın farklı bölgelerindeki devam eden krizlere odaklamışken gerçek büyük resim genellikle görüş alanından kayıyor.
Yeniden küresel egemenlik peşinde koşacak olan Trump’ın işi çok zor. Tarihin akışını değiştirmesi kolay değil. Üstelik günümüzün küresel stratejik koşulları, Trump’ın ilk döneminin real-politik şartlarından çok farklı.
Çünkü 2017 Ulusal Güvenlik Stratejisi, dünya meselelerinde büyük güç rekabetinin geri dönüşünü simgeleyen çığır açıcı bir belgeydi. Aslında bu belgeyle ABD, Fukuyama paradigmasının ve Amerika’nın tek kutuplu sisteminin kesin olarak son bulduğunu ilan ediyordu.
2017’den itibaren Trump ABD’sinin temel hedefi II. Soğuk Savaş’ı başlatarak Amerika’yı Çin’e karşı uzun vadeli rekabete hazırlamak ve kaybettiği küresel liderliği yeniden ele geçirmekti. Ancak araya giren küreselciler Biden ile birlikte Rusya’yı hedef alarak Gazze soykırımı ile Ortadoğu’yu yeniden dizayn etmeye çalıştı. Ancak başaramadılar.
Şu an Rusya dört yıl öncesine göre çok daha güçlü. İran ile iki gün önce imzalanan strateji belgesiyle Kuzey Kore’den sonra ABD’nin yeminli düşmanlarından birini daha Batı karşıtı ittifak sistemine entegre etmeyi başardı. Ocak 2021’de orijinal beş üyeden şu anda üye sayısı ona çıkan ve 3 Ocak 2004’te BRICS’e resmen katılan Suudi Arabistan Rusya ile yaptığı petrol anlaşmalarıyla küresel enerjinin arz talebi üzerinde hegemonya kurdu.
Türkiye savunma sanayi atakları ve Suriye devrimindeki rolüyle bölgesinde hegemonlaşırken ABD’nin en sadık müttefiki Avrupalılar ise son dört yılı ekonomilerini daha da sanayisizleştirmek, yeniliği engellemek, Ukrayna’ya transferler yoluyla savunmalarını zayıflatmak, göç ve ifade özgürlüğü yaklaşımlarıyla sosyo-politik parçalanmalarını derinleştirdi. Hemen her Avrupa ülkesinde aşırı sağ ile büyüyen muhalif siyasi kıtadaki müesses nizamı dış müdahaleye gerek kalmadan içeriden çökertiyor.
Bu koşullarda, Trump’ın ilk stratejik seçeneği Rusya ve Terkiye gibi güçlü aktörlerle bir yumuşama süreci olacaktır. Yumuşamanın gerçek amacı unutmayalım ki dostluk değil. Gerçek amaç yıpranan Amerikan hegemonyasını yeniden tahkim etmektir. Unutmayalım ki Nixon ve Kissinger ikilisi, Amerika’nın çok zor bir durumda olduğu dönemde Sovyetlerle yumuşama politikası başlattı.
“1968 Kuşağı” tarafından yönlendirilen kültürel ve politik iç çalkantılar, Vietnam’daki popüler olmayan ve başarısız bir savaş ve zor bir ekonomik durum arasında sıkışmış durumdaydı ABD. Yumuşama, ABD’ye bir soluklanma fırsatı verdi ve uzun vadede, Reagan döneminde Sovyetlere karşı yeniden ivme kazanmasına olanak tanıdı. Bugün söz konusu olan zorlukların doğası 1970’lerden farklı olsa da genel resim oldukça benzerdir:
ABD ve ittifak sistemi, Çin liderliğindeki rakiplerinden ağır askeri-ekonomik baskı altındayken, özellikle Ukrayna ve Tayvan üzerinden felaketle sonuçlanacak büyük güç savaşı riskini karşılayacak konumda ve donanımda değil. Gerilimleri azaltma ve yumuşama stratejisi kapsamında Trump, Gazze’de sağladığı ateşkesin bir benzerini Ukrayna’da gerçekleştirip savaşı bitirmek istiyor.
Böylece bütün dikkatini müttefik sistemini yeniden dizayna verip Çin’e karşı yarım kalan ticaret ve teknoloji savaşını kaldığı yerden devam ettirmeye verecektir. Yani Çin hariç rakiplerine karşı detente/yumuşama politikasını devreye sokacak olan Trump, Avrupalılar başta olmak üzere İsrail, İngiltere, Japonya, Kanada ve Avustralya’ya karşı işse egemenliğini yeniden tesis etmeye odaklanacaktır. ABD’nin yeni dönemde derdine düşüp kendi ittifak sistemine savaş açması Türkiye ve Rusya gibi kendi bölgelerinde by-pass edilemeyen aktörlerin gücünü daha da pekiştirecektir.