Doç. Dr. Cenk BEYAZ – 11 Ocak 2025
Türkiye’de nüfusa dair meseleler son günlerin öne çıkan konularından biri olmaktadır. 2023 yılı sonu itibariyle ilan edilen Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi’ne göre Türkiye’de nüfus daha önceki yıllara kıyasla azalan bir artışla büyümesine rağmen çok çarpıcı bir biçimde azalma eğilimini sürdürmektedir. Öyle ki 92 bin 824 kişi artışla 85 milyon 372 bin 377 olan Türkiye nüfusunun artış hızı binde 7,1’den binde 1,1’e gerilemiştir.
Aynı zamanda bir kadının 15-49 yaş aralığında doğurabileceği ortalama çocuk sayısını ifade eden toplam doğurganlık hızı 1,51 çocuk olarak gerçekleşti. Bir nüfusun kendini yenileme eşiği olarak kabul edilen 2,1 çocuk sayısı düşünüldüğünde Türkiye’nin nüfusunda gelinen durumun ne kadar endişe verici olduğu hesaba katılmalıdır.
Ancak Türkiye için doğurganlığın azalması yepyeni bir durum değildir. 2022 yılı sonu itibariyle toplam doğurganlık hızının 1,63 olduğu aynı zamanda 2014 yılından itibaren mütemadiyen bir düşüş eğiliminin varlığı unutulmamalıdır. Bu anlamda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2007 yılında Başbakan iken yaptığı “en az 3 çocuk” vurgusunun ne kadar yerinde bir tespit olduğunu, aynı zamanda kişisel yahut keyfi bir temenni olmadığını hatırda tutmak gerekir.
Türkiye’nin karşı karşıya olduğu bu durumun elbette Türkiye’ye has sebepleri mevcuttur. Ancak tüm dünyada geçmiş yıllara kıyasla nüfusun azalması, azalarak artması veya hiç artmaması gibi durumların yaşanıyor olduğu da bir gerçektir. Genel olarak değerlendirildiğinde doğurganlığın azalarak artması ya da azalması gibi durumların arkasında kentleşme, aile yapısının değişmesi, eğitim düzeylerinin artması, kadının iş hayatına daha fazla oranda dahil olması, evlilik yaşının ileriye atılması, anne olma yaşının ilerlemesi, çocuk sahibi olunmak istenmemesi gibi birçok sebebi bulunmaktadır. Türkiye özelinde bu gibi sebeplerin varlığı söz konusu olmakla birlikte 6 Şubat depremlerinin etkileri ve yurt dışına göçün önceki yıllara göre fazla oluşu gibi etkenler de mevcut manzaranın meydana gelmesinde bir hayli etkili olmuştur.
Genç Bir Ülke Olarak Türkiye
Yüksek doğum ve ölüm oranlarından düşük doğum ve ölüm oranlarına geçişi temsil eden demografik geçişin son evrelerinde olduğu ifade edilen Türkiye’nin nüfus artışında olumsuz bir gidişatın ön planda olmasına rağmen bölgesindeki ülkelerin nüfuslarına oranlarına kıyasla çok daha genç bir nüfusu vardır.
Bu anlamda 2023 yılı sonu itibariyle 15-24 yaş grubundaki genç nüfus, toplam nüfusun yüzde 15,1’ini meydana getirmiştir. 12 milyon 875 bin 39 kişilik bir genç nüfusa sahip olan Türkiye’nin daha alt yaş gruplarındaki nüfusu da düşünüldüğünde başta bölge ülkeleri ve Avrupa Birliği’ne üye 27 ülke olmak üzere dünyanın birçok ülkesinin nüfusundan çok daha fazla bir büyüklüğe sahiptir. Genç nüfus oranı olarak Türkiye’ye en yakın ülke 12,5 ile İrlanda olurken, AB-27 ortalaması ise 10,6 olmaktadır. Bu durum Türkiye için muazzam imkan ve fırsatlar sunmaktadır.
Bu durumu gerçek anlamda fırsata dönüştürebilmek için ise genç nüfusun üretken, verimli ve sürdürülebilir hayat koşullarına sahip olmaları gerekmektedir. İstihdam, eğitim, sağlık vb. alanlardan nitelikli hizmet alımı ve sunumu açısından bağımlı olmayan ve katma değer üreten bir nüfus yapısı Türkiye’nin hâlihazırda 10-15 yıllık süreç içerisinde önünde açık olduğu öngörülen demografik fırsat penceresini işler ve verimli kılması için çok önemlidir. Ancak bu pencerenin krizden çok fırsata dönüşebilmesi için ise yaşlılık oranının yüzde 15’i aşmaması gerekmektedir. Bu bağlamda fırsat penceresinin açıp kalıp kalmayacağı bir ölçüde yaşlanma süreçleri ile ilişkili olmaktadır.
Giderek Yaşlanan Bir Ülke Olarak Türkiye
Uluslararası bir ölçek olması bakımından 65 ve üzerinde yaşa sahip olanlar yaşlı nüfus olarak kabul edilmektedir. Türkiye’de yaşlı nüfus oranı her geçen yıl artış göstermekte, bu oran 2023 yılı sonu itibariyle 10,2’lik bir seviyeye ulaşarak 8 milyon 722 bin 806 kişiye karşılık gelmektedir. Yaşlılık çalışmalarında yüzde 10’luk seviyenin aşılması “çok yaşlı” nüfus kategorilerine dahil olma anlamına gelmektedir.
Türkiye, bir yandan hala genç bir nüfus yapısına sahipken diğer yandan ise literal manada giderek yaşlanan hatta “çok yaşlı” bir toplum haline evrilmektedir. Dünyada nüfus eğilimleri dikkate alındığında nüfusların azalması, azalarak artış göstermesi olgularının yanında yaşlanan nüfusların artması demografik dönüşüm yaklaşımı açısından olağan karşılanmaktadır.
2025 yılının Aile Yılı olarak ilan edilecek olması, öncesinde Nüfus Politikaları Kurulu’nun ihdas edilmesi nüfusa ilişkin kaygıların somutlaşması ve görünür olması açısından oldukça kıymetlidir. Bu bağlamda doğurganlığın azaltılmasına ve ailenin korunmasına yönelik mevcut durumun tespiti, tedbirlerin alınması ve politikaların geliştirilebilmesi başta Kurul olmak üzere tüm toplumun çabasını gerekli hale getirmektedir. Ancak nüfus ve ailenin yanı sıra muhtemel politikalar açısından yaşlılığın da dikkate alınarak süreç içerisinde eskiye kıyasla daha iyi hale getirilen hizmet ve politikaların sürdürülebilirliği Türkiye için çok önemli olacaktır.