52 kez görüntülendi.
bercan tutar banner

Bercan TUTAR – 06 Aralık 2024

 

Suriye’de yeniden alevlenen ve muhaliflerin Şam’a doğru yürüyüşüyle devam eden çatışmalarda bütün gözler Türkiye’ye kilitlenmiş durumda. Zira Suriye’de muhaliflerin elde ettiği başarıların arkasındaki potansiyel ve gizil güç olarak hemen herkes Türkiye’yi işaret ediyor.

Suriye’deki gelişmelere dair her ne kadar Türkiye resmi olarak müdahil olmadığını açıklasa da bütün dünya muhaliflerin Ankara’nın yeşil ışığı olmadan hareket etmesinin mümkün olmadığı kanısında. Haklılar da. Türkiye’nin sadece Suriyeli muhalifler üzerinde değil orada bulunan diğer aktörler üzerinde de özgül ağırlığı çok fazla.

Çünkü diğer aktörlerin Suriye’ye dayattığı bütün senaryolar çökmeye mahkûm. Teoriden pratiğe giderek meseleyi ve Türkiye’nin sahip olduğu oyun kurucu niteliği daha iyi kavrayabiliriz kanısındayım.

Bilindiği üzere akıllı güç (smart power) kavramsallaştırmasıyla tanınan Harvard’lı siyaset bilimci Joseph S. Nye’nin “Is The American Century Over? (Amerikan Yüzyılı Bitti mi?)” adlı kitabında önerdiği son reçeteler de emperyalist güçlere zaferi getiremiyor. Nye’nin “Fazla müttefik, gemi, silah, füze, para, patent ve film sahibi olmak küresel liderlik için yeterlidir” şeklindeki görüşünün dünya hâkimiyeti yerine üç koldan hezimete yol açtığı görüldü.

Zira Zbigniew Kazimierz Brzezinski’yi dışarıda tutacak olursak Henry Kissinger, Francis Fukuyama ve Samuel Huntington gibi isimlerde de gördüğümüz üzere Amerikan siyasi geleneği coğrafya ile jeo-politikayı ve sosyolojiyi göz ardı eden kurgusal bir stratejiye yani insan ile onun yaşadığı dünya ve kültürel tarihi istatistiki bir veriye ve somut bir askeri matematiğe indirgeyen ‘üstten dayatmacı fantastik ve ütopik bir yaklaşıma’ dayanır.

Bu nedenle ABD hep kafasındaki kurgusal stratejiyi gerçeğe dönüştürmeye çalışır. Bu stratejinin özünü ABD eski başkanlarından Woodrow Wilson 1917’de ABD Kongresinde yaptığı konuşmada şöyle ifade etmişti: “Güçler dengesi politikası öyle uygulanmalı ki bundan sonra hiçbir güç bizimle rekabet edecek seviyeye ulaşamasın.”

Zaman zaman bu kurgusal stratejiler Birinci ve İkinci Dünya savaşlarından sonraki dönemde başarıyla da uygulandı. Ancak gelinen noktada ABD’nin askeri, ekonomik ve yumuşak gücüyle küresel sistemdeki hegemonik ağırlığı artık kırılma noktasında bulunuyor.

ABD’nin küresel darboğazı giderek derinleşiyor. Bu aşamada Suriye’den çekilme bir tercihten ziyade kaçınılmaz bir son olarak görülmeli. İkinci kez seçilen Donald Trump seçim kampanyasında ilk döneminde de dile getirdiği Suriye’den çekilme seçeneğini sık sık tekrarladı yine. Oysa bu bir perdelemedir. Zira büyük güçler arasındaki jeopolitik mücadele çağı yeniden alevleniyor. Pentagon’un Ulusal Güvenlik Strateji Belgeleri’nde de vurgulandığı üzere ABD’nin başlıca düşmanları olarak Rusya, Çin ve İran’ın öne çıktığı görülüyor.

“Geleceğe dönüş” kapsamında önümüzdeki süreçte Rusya, Çin ve İran’a karşı yeniden mevzilenmenin hazırlıklarına başlayan ABD bu mücadelede başta Türkiye olmak üzere Avrupa ülkeleri ile Hindistan, Pakistan, Filipinler ve Vietnam gibi otonom davranmaya çalışan aktörleri yanına çekmek için özel bir çaba sarf ediyor.

 

İşte Suriye’nin şu anki politikasında Türkiye’nin bu kadar öne çıkmasının altındaki nedenler arasında jeopolitik önemimiz ve son dönemlerde elde ettiğimiz küresel kazanımların yanında Washington’ın geleceğe ve ülkemize yönelik projeksiyonlarının da büyük etkisi var.

Gerçi daha DEAŞ 10 Haziran 2014’te Irak ordusunu hallaç pamuğu gibi sallayıp Musul’u aldığında Foxnews’te konuşan Washington Post yazarı David Ignatius ile ABD’nin Afganistan ve Irak işgallerinin mimarlarından Paul Wolfowitz “Türkiye’nin uyarısını dinlemeliydik” itirafında bulunmuştu. Fakat Yahudi lobisi, Kongre ve Pentagonda yuvalanan yeminli Türkiye düşmanları Amerikan yönetiminin Ankara’ya karşı Suriye’de pozitif adımlar atmasını uzun süre engelledi.

İlginizi çekebilir!  Peso’dan Dolar’a Arjantin Ekonomisi

Trump daha 2016’daki kampanya sürecinde Ortadoğu’da kilit ülke konumundaki Türkiye ile çalışmak niyetinde olduğunu gösteren bir isimdi. Suriye’den çıkış stratejisinde Türkiye’ye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a özel bir önem veriyordu. Hatta Haziran 2017’de Pentagonun “The Tank” diye isimlendirilen en güvenlikli odasında yapılan toplantıda Trump, General James Mattis’ten ABD’nin yeni dönemde Ortadoğu, Avrasya ve Pasifik’teki askeri, ekonomik ve siyasi stratejilerine dair detaylı bir brifing almıştı. New York Times’ta yer alan habere göre Türkiye’den bir rakip olarak bahsedilen brifing bittiğinde ABD Başkanı Trump “İşte bunlar tam da yapmak istemediğim şeyler” diye yanıt vermişti.

Yani Trump, ‘Derin ABD’nin düşman olarak hedefe koyduğu Türkiye stratejisine inanmayan ve bunu yıkmak isteyen bir anlayışa sahip. Trump’ın kişisel kararı olarak sunulmaya çalışılan Suriye’den çıkış ve ibreyi yeniden Türkiye’ye çevirme hamleleri aslında ABD devletinin karşı karşıya bulunduğu reel politik dayatmalardan kaynaklanan bir zorunluluktur.

Nitekim ABD eski başkanlarından Ronald Reagan’ın danışmanlığını yapmış olan Doug Bandow National Interest’taki yazısında çekilme kararını Trump’ın “Önce Amerika” doktrininin ilk ve en önemli aşaması olarak yorumladı. Ortadoğu’da İsrail ve Suudilere dayalı politikalar izlemeyi sert şekilde eleştiren Bandow “Suriye’de bulunmak aptallık. Yemen ve Afganistan’dan da çekilmeliyiz” görüşündeydi.

Öte yandan “Trump: Kimseye Benzemeyen Bir Başkan” kitabının yazarı Conrad Black ile Trump yanlısı diğer bazı kalemler Suriye’den çekilmeyi “Körfez ülkeleri ile İsrail’in kirli işlerini yapmaktan kurtulma” olarak değerlendirmişti. Örneğin İngiliz gazeteci yazar John R. Bradley “Şahinlere aldırmayın. Trump’ın Suriye kararı cesur ve alkışlanması gereken tarihi bir hamle” demişti.

Trump daha 2016’da İsrail, İran, Rusya ve Körfez cenderesindeki Suriye çıkmazını Türkiye kartı ile aşmaya çalışmıştı. Ne var ki Trump’ı bir kaşık suda boğmak isteyen cenah özellikle de sağ ve soldaki savaş çığırtkanları Trump’a karşı kenetlendiler.

Başını Washington Post, New York Times ve CNN’in çektiği kartel medyası ile İsrail basını çekilmenin Türkiye, İran ve Rusya’yı güçlendireceğini dillendirdi. Fransa, Almanya ve İngiltere ise DEAŞ ile mücadelenin bitmediğinin altını çizerek buradan terör örgütü YPG’ye meşruiyet sağlamanın derdindeydi.

Fakat NATO üyesi bir ülke ile bir terör örgütünü aynı kategoride tutanları uyaran Suriye eski büyükelçisi Theodore Kattouf üst perdeden atıp tutanlara New Yorker’daki yazısında “ABD’nin askeri varlığı sahadaki DEAŞ dışındaki dengeleri değiştirmek için yetersizdir” gerçeğini hatırlatmıştı.

ABD’nin Suriye’den çekilmesini “Kürtlere ihanet” diye pazarlamaya kalkan kesimin hedefinde ABD Başkanı Trump ile Cumhurbaşkanı Erdoğan vardı. Middle East Institute’ten Charles Lister “Suriye’den çıkmak Irak’tan çekilmekten daha kötü olacak” diyordu. Bu cenahın bayraktarlığını ise İsrail yapıyordu.

İsrail’in Adalet Bakanı Ayelet Şaked açık şekilde “Suriye’den çekilme kararı İsrail’e yardımcı olmazken Erdoğan’ı güçlendiriyor” dedi. Suriye’deki terör örgütü mensuplarını açıkça savunan İsrailli bakan “YPG sayesinde Batı’nın DEAŞ’la savaşı başarıya ulaştı. Onlar müttefiklerimiz ve Türklere karşı verdikleri mücadeleyi kazanmalarını umuyorum” diyerek manipülasyonlara devam etmişti.

İlginizi çekebilir!  Eyleyici Yapay Zekâ ve ‘Büyük Veri’ Tehlikesi - Ferhat Ünlü

2018 ile 2019’da Foreign Policy ve Bloomberg gibi Yahudi lobisi tekelindeki yayın organlarında da İsrailli bakanın karalama ve çarpıtmalarını aratmayan analizler revaçtaydı. Hemen hemen bütün yorumlarda ABD’nin Erdoğan’a boyun eğdiği ve tıpkı Irak’ın İran’a teslim edilmesinde olduğu gibi Suriye’nin de gelinen aşamada altın tepside Türkiye’ye sunulduğu tezleri işleniyordu.

Trump’ın 2018 yılında dile getirdiği ABD’nin Suriye’den çekilmesi kararını destekleyen Rusya ve İran kanadı ise Fırat’ın doğusunun Türkiye’nin denetimine girmemesi için çırpınıyordu. Astana’daki ortaklarımız, ABD denetimindeki yerlerin Türkiye yerine rejim güçlerinin eline geçmesi için gayret gösteriyordu. Nitekim bu amaç doğrultusunda YPG, Münbiç kırsalında işgal ettiği yerleri Esed rejimi güçlerine teslim etti.

Fakat Rusya ve İran’ı Suriye’de frenlemek isteyen Trump’ın devreye sokacağı politika yarıda kaldı. Yerine Joe Biden gelince çekilme 2020’de rafa kaldırıldı. Şimdi Trump yeniden seçilince Suriye’nin yeniden hareketlenmesi bir rastlantı değil. Trump koltuğa oturmadan muhaliflerin siyasi güç haritasını olabildiğince kendi lehlerine değiştirmeye çalışıyor.

Çünkü Trump gelince yine Türkiye ile çalışmak isteyecek. ABD için Suriye’de Türkiye’den daha iyi bir seçenek görünmüyor. Bu bağlamda ABD’nin Suriye temsilcisi Jim Jeffrey’nin de vurguladığı gibi Beyaz Saray terör örgütü PKK/YPG’den desteğini çekmek zorunda. PKK/YPG’nin Suriye’de mini bir devlet istediğini itiraf eden Jeffrey 2018 sonunda Atlantik Konseyi’nde yaptığı konuşmada “Biz devlet altı yapılanmalarla sürekli bir ilişki kurmayız. Böyle bir ittifak içinde olmayız” diyerek ABD’nin PKK/YPG’nin biletini kestiğini açık bir dille vurgulamıştı.

Fakat verilen sözler her zamanki gibi tutulmadı. Bu bir emperyal öteleme ve oyalama taktiğiydi.

Aynı oyalama taktiğini Türkiye Astana’daki ortaklarından da gördü. 2018 ve 2019’da çatışmaları azaltıp siaysi çözüm sürecini hızlandırmak için Türkiye, İran ve Rusya beş farklı gerginliği azaltma bölgesinin kurulması konusunda anlaştı. Fakat Rusya ve İran’ın destek verdiği Esad rejimi bu beş bölgeden dördünü işgal edip Astana sürecini kökünden baltaladı.

Şimdi hem ABD hem Rusya hem de İran gibi aktörler Suriye’nin siyasi geleceğine dair Türkiye’ye verdikleri sözü tutamamanın ve yapılan anlaşmalara uymamanın sonuçlarını yaşıyor. Suriye’de artık bir dönemin sonuna gelinmiş durumda.

ABD bundan sonra büyük güçlere karşı mevzilenecek. Hedefinde İran, Çin ve Rusya var. Rusya ve Türkiye’yi yanına çekip İran’a tam saha presi uygulamak istiyor. Zaten Trump yönetimi de derin ABD’nin lobileri de PKK/YPG’den yüz çevirmeden Türkiye’yi durduramayacaklarının bilincinde.

Geldiğimiz aşamada ABD, Türkiye olmadan Rusya ve İran’ı frenlemenin imkânsızlığını anlarken Rusya ve İran da Türkiye’nin bulunmadığı bir denklemde Suriye’deki projelerin başarı şansının olmadığının farkında.

Hâsılı kelam, nereden bakılırsa bakılsın gelinen kritik aşamada küresel güçlerin savaş cephesi konumundaki Suriye’de mukayeseli üstünlük prensibi gereği askeri, tarihi, coğrafi ve siyasi olarak kartları en güçlü aktörün Türkiye olduğu görülüyor. Nitekim bazı kesimleri coşturan ve bazılarına da hafakanlar yaşatan Suriye’deki kritik gelişmeler bunun en somut göstergesi.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.